29 Eylül 2008 Pazartesi

4 kişilik GO...

" GO " iki kişi arasında oynanan , zeka ve strateji oyunudur . Daha fazla alana sahip olma çabası içinde , alınan-verilen esirler ve tahta üzerinde yaşanan , ölüm - kalım savaşı... Bir çeşit paylaşım aslında .
.
Bir de " RENGO " adı verilen 4 kişiyle oynanan eşli go var. Eşlerin ikişerli takım halinde (iki kişi beyaz, iki kişi siyah) dönüşümlü olarak oynadığı şekli. Ancak burada , eşinin her hamlesinden sorumlusun , eşin hamle yaparken en iyi noktaya hamle yaparak oyunu alabileceği gibi , hiç beklenmedik bir hamleyle de , oyunun sonunu getirebilir. Yani sadece 1 hamle bile , herşeyi değiştirebilecek kadar güçlü olabilir... İnanılmaz heyecan verici....

Ama bu resimde gördüğümüz , daha önce hiç duymadığım , görmediğim bambaşka birşey. Görünce çok etkilendim. Henüz adını bilmiyoruz ama en iyi oyuncumuz ona " İNSAFGO " adını verdi . Burada 4 ayrı renk olduğuna göre , 4 kişilik bir yaşam savaşı bu. Oyun alanı da tahta yerine cam . Aslında bu da çok orjinal. Çünkü her ne kadar tahta ve cam birbirine tezat iki kavram olsa da , bize pek garip gelmiyor. 25x25 ' lik cam bir goban . Yani 625 nokta demek. Kimbilir ne kadar keyiflidir.
.
Oynamayı çok isterdim. Ama nasıl ? Acaba bu iş için bonibonlar kullanabilir mi ? Hem oyun sonunda esirler de afiyetle yenirdi. Şaka tabii. Yoksa boncukçuları gezip , benzer bir şeyler mi bulmalı ? Burada sadece siyah , beyazı var. Sırf bu yüzden de Japonya'ya gidilmez ki canım ...Ama belki bir gün !! Neden olmasın ?
** ( Fotograf Hideki Enda'nın blogundan alınmıştır Teşekkürler... )

26 Eylül 2008 Cuma

Sisteme bir alkış lütfen !!!

Ve göremiyorum , sonunu gerçekten göremiyorum. Kapattım kendimi , görmek bile istemiyorum. Gözyaşlarımı tutamıyorum , tutmaya da uğraşmıyorum aslında . İyi olan bu muydu ? Onu da bilmiyorum . Zaten şanslı biri değilimdir... İspatı da ortada zaten! Yoksa neden bu kadar mutluyken , mutsuz olmak zorunda kalayım ki ?
.
Ama helal olsun valla . Tam 1,5 ay sonra hatalarını hata ile örttüler ya , daha ne diyim ? Sabaha kadar alkışlarım artık. Bu da sistemimizin ne kadar adi(l)ane ve tıkır tıkır çalıştığının bir göstergesi. Maşallah nazar değmesin .
.
Ne güzel de bayram armağanı oldu bu bana , tam 9 gün kafa yemece , SÜPER !! süper SÜPER !!

Üşüdüm...

Üşümek , kışın istemediğim , yazın da özlediğim bir duygu... Hele de benim gibi üşüme sezonunu erken açmış biri olarak ve taaa Mayıs ayına kadar ısınamayanlar için kış uykusu oldukça ideal olurdu herhalde... Ne de güzel olurdu , "beni baharın ilk papatyalarıyla uyandırın" derdim.

Yağmuru seyretmek , karda yürümek , sobada kestane pişirmek , fincanı iki avucumuzun arasına alarak , dumanı tüten , bol tarçınlı bir fincan sahlep içmek , battaniyeye sarınıp öylece uykuya dalmak , hepsi çok güzel ama ben yine de kış uykusuna yatmayı tercih ederdim. Çünkü üşümeyi sevmiyorum , burnumun ucunun kırmızı olmasını sevmiyorum , kalın kalın giyip hareket özgürlüğümü kısıtlamayı sevmiyorum , bot , mont , şemsiye gibi fazlalık şeyleri taşımayı sevmiyorum , kaloriferin üzerine tüneyerek yaşamayı sevmiyorum aslında en büyük keyfimdir , kalorifere yapışarak nescafemi ya da çayımı yudumlamak...

Ama bütün mesele kışın uzun sürüyor olmasında... Yoksa keyif alınan daha pek çok an var. Kışta çok güzel , sonbahar da . Ama ben bugün çok üşüdüm ya , kalın bir şeyler giydim ya , ellerim tuşlara dokunurken buz gibiydi ya , zor geldi işte , bende yazdım ...

24 Eylül 2008 Çarşamba

Alev topu...

Bazen sıkıntılar birikip birikip, yoğunlaşmış bir kütle şeklinde içimizde dönüp durur. Sanki alev topu gibi içimizi yakıp , kavurur ve her an patlamaya hazır bir bomba gibi hissettirir. " Biri birşey dese de bommm diye patlayıversem , bana da bahane olsa" diye bakar dururuz. Ama kimseye durup dururken çatılamayacağı gibi, bu bombanında acilen patlaması lazımdır. Bu durumda sudan bahanelerle her an kavga çıkarma moduna girilir. Herşeye itiraz edilir. Gıcıklık çıkartılır. Aksi olunur. Ve el atılan herşey bir parçacık da olsa nasibini alır , kırılır, dökülür, yırtılır , atılır vs , vs , vs ...ama geçmez.

Hatta bu öyle bir sıkıntıdır ki , bulunduğun ortamdan alıp başını , kaçıp gitmek istersin , arkana bile bakmadan. Çok , hem de çok uzaklara... Bir an durup düşünmek bile , aklına gelmez... Nereye gidilecekse ? Amaç , O an sadece gitmektir , uzaklaşmaktır...

23 Eylül 2008 Salı

İlginç iletiler...

Bazen msn'de oldukça ilginç iletilerle karşılaşıyoruz… Hepimiz de bu iletileri merak edip , bugün ne yazmış acaba diye bakıyoruz. Bu bazen günün anlam ve önemi olabildiği gibi , bazen üzüntüleri , mutlulukları , sitemleri , öfkeleri , bazen güzel bir sözü , anlık ruhsal durumları ve bazen de an itibarıyla yapılan işleri yansıtabiliyor. Bir çeşit duyuru panosu yani…

Her gün konuşamasak bile , buralardayım , iyiyim , arkadaşlarım görsün öğrensin , az çok durumumdan haberdar olsunlar havasında… Ya da burdayım ama elleşmeyin gibisinden...Ben de zaman zaman yaparım ama sadece paylaşmak adına ...

Bende ilginç msn iletileri demişken, isim vermeden bazılarını paylaşmak istiyorum ....

** nOsTaLgiA ( bu benim ki , özlem demek )
** Bir bakışın manası, hiçbir lisanda yoktur. Bir bakış ,bazen şifa, bazen zehirli oktur....
** Dağılın ulennn İstanbul’a gidiyorummm...
** Bu hayatın ikinci kanalı yokmuuuuuuu......
** Bir ERKEK Bir Kadınla Ancak Onu Sevmediği Sürece MUTLU Olabilir !
** Bana yalan söyleyeceksen önce gözlerinle anlaş...
** Burdayım ama diğilimm :S
** Can can can sıkıntısııı....
** Gizlilik pişmanlık verici ama gereklidir….
** AŞAĞIDAKİ BOŞLUĞU DOLDURUNUZ: her iş yerinde -bizimki de dahil-BİR...........VARDIR
** Ayrılıkların da sonu var. Bir gün çıkıp geleceksin.İçimde bir ümit var , yeniden seveceksin...
** Bazılarının korkuları , bazılarının en büyük tutkularıdır.
** Ne içeride ne dışarıda…
** Ne istediği konusunda insan önce kendine dürüst olmalı !!
** Kalsa da son nefes alayına isyan ölümüne ESES
** Çaya , keke gelseneee....
** <º))))><.·´¯`·.°o.O°º¤ø.O.o°( Bu balık pek şirin pekk )
** Naklen MUTLULUK istiyoruz!!!Naklen HUZUR istiyoruz!!!.......
** Merhaha hayatın sevgi dolu insanlarına…..
** Arkadaşlık dediğin bir düğün yemeği için bitebilirmiş !!!
** Yorgunnnnn....
** Asabiyimmm yaklaşmayın !! , gibi , gibi gidiyor , arada atladıklarımda oldu tabiî ki ...

Sizler de ne gibi ilginç iletiler varr acaba???

21 Eylül 2008 Pazar

Kaybolma oyunu ...

Küçüklüğümüzde en sevdiğimiz oyundu " kaybolmak ". Ama nedense , hiç bir zaman beceremedik. Her gün 4 kafadar buluşup , " hadi kaybolmaya gidiyoruz " diyip , çıkar giderdik , hiç bilmediğimiz sokak aralarına , oralardan tepelere ve daha yukarılara ...
.
Bizi nereye götürdüğünü bilmeden hergün farklı bir yolu denerdik ama her seferinde geldiğimiz yoldan geri döner, yine kaybolamadık der , kendi halimize gülerdik. Başımıza kötü birşey gelebileceğini hiç düşünmeden , derelerde taşların üzerinden tehlikeli atlayışlar yapıp , uçurum kenarlarında oyunlar oynardık. Sarmaşıklara tutuna tutuna tırmanıp , küçük tepeciklere çıkar , heyecan yaratırdık. Bulduğumuz patika yolları takip edip , oradan ormanlık alanlara giderdik . Kafamıza göre bir hikaye yazar sonra da bu hikayeye inanıp , korkarak geri dönerdik. Bir keresinde askeri bölge olduğunu bilmeden , oturup , piknik bile yapmıştık. Çocuk aklı işte !! Kaybolmaktan çok , eğleniyorduk aslında...

Bilemezdik ki !!! büyüdüğümüzde kendi içimizde kaybolacağımızı....

20 Eylül 2008 Cumartesi

Zor yol...

Sanırım , insan hayatında en mutlu olduğunu düşündüğü bir anda , her an Türk Filmlerinde olduğu gibi kara bir gölgenin mutluluğunu engellemesinden korkar. Korktuğumuz için mi başımıza kötü şeyler gelir , yoksa zaten gelecek midir ? Bilinmez !!

Belki de o yüzden uzun sürmez sevinçlerimiz ? Kaybetme korkusuyla doyasıya yaşayamamaktan... Ben çok iyi bilirim acısını.
Bazen ısrarla olmasını istediğimiz şeyler , ısrarla bizden uzaklaşır. Daha da ısrarcı olduğumuzda ya bizimdir ya da çoktan kaybetmişizdir.... Şimdi bu yaşadığım durum kazanmak mı , kaybetmek mi adlandıramıyorum. Aynı yere 3 kez, tüm çabalara rağmen hep bir aksilik denk gelmesi bir işaret miydi? Yoksa kötü tesadüfler zincirinin bir halkası mı ? Tam vazgeçtim artık derken , döndüp , dolaşıp benim ayağıma dolanması neydi? Madem gitmem gerekiyordu , neden ardarda sürekli engeller çıktı önüme ? Üzülmem mi gerekiyordu ?

Bütün bunlar , oyunun sırrını çözmeye çalışmak , onu oraya , bunu buraya kaydırmak için gerekli miydi? Hala bilmiyorum.

Hayatımızdaki bazı basit şeyler için bile , ne kadar karmaşık ve zor yollar tercih ediliyormuş meğer !!

17 Eylül 2008 Çarşamba

Keşke...

Geçen gün dersi anlatırken , konuyla ilgili bir ayrıntıyı daha sonra vermem gerekiyordu. Bende " ilerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak işleyeceğiz zaten " dedim ve bir an durdum . "Yani işlersiniz " diye düzelttim.
.
"Nee demekkkk oo öğretmenimmm "diye çığlıklar koptu bir anda , tutamamıştım dilimi . İçimdeki öfkenin yansımasıydı belki de. Zaten berbat görünüyordum , her halimden anlamışlardı , kötü bir şey olduğunu....
.
" Yoksa gidecek misinizzz ? " sorusuna cevap bile veremedim. İlginçtir ki , az bir zamanı paylaşmış olsakta birbirimizi sevmişiz , bu da eğitimde öğrenciler açısından çok önemlidir. " Biz sizi bırakmayızzz , hem neden , niçinnn ? Daha yeni geldiniz? Nolurrr gitmeyinnnn " sesleri içinde yoğun duygulu anlar yaşadım.

"Keşke , keşke elimde olsaydı , kıpırdamazdım bile " dedim. Ertesi gün öğrendim ki , bütün gece msn'de arkadaşlarıyla planlar kurmuşlar. Ayaklanma çıkaracaklarmış. İmza kampanyası başlatıp dilekçe yazacaklarmış. Aslında hoşuma gitti de çaktırmadım . Ama keşke bu kadar sevmeselerdi... Ben de hiç bu kadar duygusal davranmak zorunda kalmamıştım. Gittikçe zorlaşıyor....

15 Eylül 2008 Pazartesi

Hata üstüne hata...

İşte mutsuzluk...İşte karanlık... İşte kısa süren güzel günlerim...Oldu yaptılar, kabul ettiler usulsüzlüklerini ve şimdi herşey gayet normalmiş gibi yerlerimizi değiştiriyorlar. Kuklayız ya , her şekilde oynatıyorlar . Boşuna demiyorum , kimbilir bilmediğimiz ne atlar , ne develer atlatılıyor hendeklerden de kimsenin ruhu bile duymuyor....

"Biz bir hata yapmışız" demek bu kadar kolay mı ? Hatanın bedelini suçsuz yere ödeyenlere ne oluyor? Evet hataydı , kabul ediyorum ama taa baştan yapılan bir hataydı. Yapılan açıklamalar doğrultusunda inandığımız , kabullendiğimiz bir hata... Hatta çözülmesi için soruşturulan ve sonuç alınamayan bir hata . Ama bugün , kendi yaptıkları ikinci bir hata yüzünden bizi zor durumlara sokmanın bedelini ben ödememeliyim. Bir cezası olmalı. "Aaa öyle mi hay Allah demek bir hata olmuş , olsun canım sağlık olsun biz gideriz başka okula " dememiz mi gerekiyor?

Bekleyemediler ve yaptıkları 2. hata bana zarar verdi . Sadece bana mı ? Oğlumun kendini yerlere atarak ağlamasına mı yanayım , çok sevdiğim huzur dolu ortadan ayrılmak zorunda kalacağıma mı yanayım, lanet olası hatayı yapanlara mı yanayım , ağlamaktan gözlerim şişti başım ağrıdan çatladı , kimseyi görmüyorum , dinlemiyorum ona mı yanayım , bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var , çokkk mutsuzum ....

Yine istifa edesim geldi çünkü çalışmak istemiyorum...

Düşünen sadece KADIN...

Bu dünyaya erkek olarak gelmek varmış ama X kromozomu yüzünden olamamışız....Yapacak birşey yok ama bu benim söylenmeme engel olamaz. Sevgili Katre 'de geçen gün demişti zaten "engellemeyin özii'yi " , evett engellemeyin beni , bugün HER TÜRLÜ bütün erkeklere kızasım var. Hepsi de aynı aslında ...Tornadan çıkmış gibiler...

Önceleri deli gibi aşıktırlar, çok severler , bizsiz bir hiçtirler , çok düşüncelidirler , hatta böylesi bana mı denk geldi diye için için sevinirsiniz bile , size hiç ama hiç kıyamazlar, sonraları hala çok severler ve hala bizsiz bir hiçtirler. Çünkü , kendi işini kendisi görebilen bir erkek pek yoktur. İstisnalar yok değil , elbette var. Hatta bir bayana göre çok daha iyisini yapanlar bile var . Ama onlar da " evlensekte şu çile bitse" diye dört gözle bakarlar.

Önce sevgili , sonra bir eş ve daha da sonrasında hem eş , hem anne oluruz eşlerimize. O kıyamadıkları biricik aşkı olan eş , artık kendisini unutmuş evi için , eşi için , çocuğu için çırpınan biri olmuştur. Her şeyi detayıyla düşünen ve planlayan biridir o. Bu konuda asla bir erkek üstünlük gösteremez. Detaycı bir erkek yoktur çünkü. "Olsada olur , olmasa da , bişey olmaz " mantığıyla yaklaştığından, herşeyi önceden planlama işi kadınındır. Ve hata kaldırmaz. "Söylemedin ki" derler yine sorumluluktan kurtulurlar. Herşeyi söylemek , hatırlatmak lazımdır. O anlamda kafası rahattır , ne bir soru işareti vardır , ne de herhangi bir endişesi. Bilir ki eşi onun yerine de her şeyi düşünmüştür .O sadece işini, evine gelip dinlenmeyi , akşam ne yemeği olduğunu düşünmeye başlar. Belki , bu kadar katı değil ama eninde sonunda bu formata giriliyor. Ufak tefek değişiklikler olsa da . Sonrasında kadın , kendine sormaktan vazgeçemediği şeyi , defalarca yine soruyor : EVLİLİK BU MU OLMALIYDI ?

Nedense bir takım işler kadının üzerine resmen yıkıma uğrar. Düşünsenize , sabah yataktan kalkıp aklımıza gelen binlerce konuyu , kaç erkek düşünmek zorunda kalıyor ki ??

-Kalkıp yatakları toplamak lazım
-Sonra evi toplamak lazım.
-Ayy çamaşırlar da birikti , renklileri beyazlardan ayırıp makineye atmak lazım
-Makine bitti , çamaşırları asmak lazım , kurumuştur toplamak lazım
-Ütüleri yapmak lazım
-Tuvalet kağıdı bitmiş , yerine yenisini takmak lazım
-Lavobaları ovmak lazım
-Havluyu değiştirmek lazım
-Nevresimleri değiştirmek lazım
-Banyoda sıvı sabun bitmiş , doldurmak azım
-Her yer toz olmuş , süpürmek lazım ,silmek lazım
-Kahvaltı hazırlamak lazım , bu arada öğlende ne pişirsem derdiyle gerilmek lazım.
-Bu işin akşamı da var diyerek daha çok gerilmek lazım
-Eksikleri tespit etmek , liste yapmak lazım
-Alışverişe gitmek lazım
-Çocuğun ödevlerini kontrol etmek lazım
-Çocuğun , ertesi gün okula giyecek kıyafetlerinin hazır olması lazım
-Çantasını konrol etmek lazım
-Ayakkabılarının tozunu alıp , silmek lazım
-Eşimin giysileri temiz mi , ütülümü ayarlamak lazım , lazım , lazım lazımmmmm derken kendimizi kaybediyoruz. Bunlar benim bir anda aklıma gelenlerdi. Hepimiz biliyoruz ki daha sayamadığımız binlercesi var . Ve hepsi de bizim sorunumuzmuş gibi . Düşüncesi bile yoruyorken ...

Zaman zaman bazı işleri eşlerimize yıkıyoruz . 2-3 tanesini yapsa mutlu oluyoruz hafifliyoruz . Ama söylemek gerekiyor. Yoksa kendiliğinden düşünemez . Çünkü gerek görmez. Çünkü acil değildir ya da zamanı değildir. Aynı evi , aynı şartları paylaşmıyormuş gibi , ona ait işler değilmiş gibi ,söylene söylene yapıp " Yardım etmiyor muyum canım. Haksızlık etme" diyip, üste de çıkarlar. Sanki bütün herşeyi annemizin evinden getirmişiz , yapmaktan zevk aldığımız işler olduğu için bırakmamışız ve bayıla bayıla üstlenmişiz gibi !!!

Bir daha dünyaya gelecek olsam , erkek olmak isterdim , ERKEK. Yüreğimde en güzel , en özel sevgiyi taşısam bile....
.
* Erkek okuyucum varsa , kendini savunabilir ama her durumda haksız çıkartılacaktır. Duyurulur !!!

14 Eylül 2008 Pazar

Başucumda Müzik...

Uzun zamandır başucumda duran ve her defasında elimin gittiği fakat bir türlü okumaya başlayamadığım bir kitaptı ."Başucumda Müzik"....

Gereksiz yere bekletmişim. Oysaki bir nefeste çabucak biten bir hikayesi varmış. Alıp götüren sürükleyen bir hikaye...Tehlikeli ama bir o kadar da heyecanlı...Bir rüyanın gerçekleşmesi gibi.... Acaba diye düşündüren , belki de kendimizden çok şey bulacağımız bir rüya gibi...

Bir erkeğin , bir kadının ruhunu bu kadar iyi anlayabilmesi , hayret edilecek birşey. Özel bir his olmalı. Yazarı tebrik ediyorum.

"Eğer, hayatınızın herhangi bir an'ına gidip orada sonsuza dek kalacaksınız deseler yalnızca iki şeyden birini seçmek isterdim. Biri, o çocukluğun bahçesindeki ağacın dalına asılı salıncakta sallanırken... Öteki, bütün hayatım boyunca en çok sevdiğim adamla öpüştüğüm ilk gün... Herkes aşık olmanın ortak dilini bulup yazmaya çalışıyordu. Ama aslında bu kadar basitti işte: Birini öptüğünde salıncakta sallanır gibi hissediyorsan aşıksın.

" Başucumda Müzik, bizi "gerçekleşen bir rüya"ya götürüyor. 50'li ve 60'lı yılların karmaşasında unutulup gitmiş gizli bir aşk öyküsünü anlatıyor. Orada, sokaktan akordiyon sesinin geldiği bir bahar sabahında, unutulmaz cumartesilerde, unutulmuş şarkılarda eşsiz bir duyguyu, tutmak isterken avucumuzdan kayıp giden o rüyayı okuyacaksınız. Hem de çok tanıdık bir yakın tarihin çarpıcı gerçeğinin içinde...

Nasıl olur da insan, dünya yüzünde, bütün bir ömür boyu hatta ondan bile sonra, sonsuza dek birlikte olmak istediği, her gördüğünde, hayır, yalnızca adını düşündüğünde bile kalbinin deli gibi çarpmasına engel olamadığı, belki de hayata geldiği an kaybedip sonra da çaresizce, farkında bile olmadan oradan oraya savrularak yıllar yılı arayıp durduğu parçasını bulmuşken mutsuz olur?

Kimi zaman birini sevdiğini düşünür insan. Onu neden sevdiğini bir başkasına anlatabilir. Sözcüklerle, uzun cümlelerle, yaşanmış hatıralarla, örnekler vererek... Bazen birini sevdiğine kendisini inandırır. Onu sevmek için, daha çok sevebilmek için birşeyler yapar ya da bekler. Ama bazen birini delice sevdiğinizi bilirsiniz. Hissedersiniz. Bunun için hiçbir neden olmasa da sizin dışınızda bir güçle ona doğru çekilirsiniz. Yerçekimi gibi doğal, kendiliğinden... İsteseniz de engel olunamayan birşey... Evet işte onu bulmuştum ama mutsuzdum. Kendi kendime sabahlara kadar oturuyordum, neden deliler gibi gülmeyip ağladığımı anlayamıyordum. Onu bulmuştum ama alamıyordum. Bu yüzden mi?
.
Sanki kaybolup gitmiş gölgeme bir yerde rastlamıştım ve yakalamaya çalıştığım anda yeniden elimden kaçıp gidiyordu. Uzağa değil, yakınımdaydı, görüyordum, ama dokununca yeniden gidiyordu. Belki de yıllar sonra, belki de hep böyle elle tutulamadağı için bunca değerli olduğunu mu düşünmeliyim? Biliyorum, öyle derler. Ama bu doğru değil. O günlerde de, şimdi de, bana sorarsanız aynı cevabı veririm. Masallardaki lambayı ovalayıp içinden çıkan cin, "Dile benden ne dilersen," diye sorsa, çocukluğumda bir türlü bulamadığım o cevabı hemen söylerim. Bütün bir hayat, onun kucağına yatmış, saçlarımı okşarken benimle konuşmasının yanında hiçbir anlam taşımaz.

12 Eylül 2008 Cuma

Gıcığım ....

" Bu siteye erişim mahkeme kararı ile engellenmiştir ."
Yazısını görünce sinirden deliriyorum . Şimdi de İmeem müzik sitesi engelli ... Yaa ne olmuş ne güzel müzik dinleyip , sayfamıza ekliyorduk , birbirimizle paylaşıyorduk . Bunu mu kıskandılar yani ?

Bir de MEB tarafından , engellenmiş siteler var. Evett... Kimisi engellenmek zorunda , öğrencilerimizi uygunsuz sitelerden korumamız gerekiyor ama uygun olanlar da engellenmiş . Bunu anlayabilmiş değilim.
.
Okuldayken sıkıntısını çektiğim 2 konu var. Herşeyden önce hiç bir bloga bakamıyorum .Blogger engelli !! ... İşte bu çok saçma geliyor bana. Yazı yayınlamam gerekmese bile kimseye yorum yazamıyorum. O zaman da aklımda kalıyor. Hergün bilgisayarı açınca , ilk iş visite çıkar gibi gezinip sonra işlere başlamaktır.Yani bu ziyaretleri yapmak , olmazsa olmazlarımdır . Yasak olunca da nedense daha çok bakasım geliyor....Bakalım bunu nasıl çözerim.

Bir ikinci problem de , (tabi bu benim şahsıma ait birşey ) öğrencilerime go çalışması yaptırabilirim ama bu durumda online izletme ve oynama şansı nasıl verebilirim bilmiyorum. Şimdi bu konuda ilgili makamlara bir mail yazarak durumu açıklamam gerekiyor . Belki tekrar gözden geçirirler. Sonuçta , bu bir zeka oyunu...Neden engellensin kii...

Hem beni engellemeyin çok gıcık oluyorum !!!

11 Eylül 2008 Perşembe

Yenilendi...

Beynimizi de formatlabilir miyiz acaba ?

10 Eylül 2008 Çarşamba

Format nakli...

Bugün doktora gittik efendim . Hemen korkmayın canımm . Pc doktoruna ... Son zamanlarda üzerinde bir uyuşukluk , bir vurdumduymazlık, burnunun dikine gitmeler , kafasına göre sayfalar açmalar , sessiz kalmalar , durup dururken içine kapanmalar ... Yani çekilecek gibi değildi . Baktım ki kulağından tutup , kapının önüne koyamıyorum , ilaç tedavisiyle belki atlatabiliriz diye düşündüm.

Önce kalbimizi dinledi , nabzımıza bakıp , ateşimizi ölçtü. Nabzı çok zayıfmış . Bir dizi tarama testi uyguladı . Yok yokmuş , durumu oldukça kritik , bir gece yatırmamız lazım dedi. Tüm organları virüsler tarafından kuşatılmış . Artık diğer organlara zarar vermeye başlamış ki kendini kaybetmiş.

Durum o ki , bugün itibarıyla bir gece hastanede kalacakmış ve kan nakliyle formatlanıp , herşey normale dönecekmiş. Bende hafıza problemlerini ortadan kaldırmak için kopyalama yaptım. Sonradan herşeyi hatırlaması lazım . Neleri paylaştık kolay mı ? Bir gecelik ayrılık bile bana zor gelecek ama toşhim sonunda iyileşecek...

İşte secret...

HİÇ BİR YERE
GİTMİYORUM
GİTMİYORUMM
GİTMİYORUMMM...

8 Eylül 2008 Pazartesi

Ne çektiysem ben çektim...

Sadece yorgunum , ayaklarımı ve bacaklarımı tanıyamıyorum . Bir zonklama hali içerisinde dinlenmeyi bekliyorlar. Ben de inatla ayakta kalıp sağa sola gittikçe , merdivenleri in çık yaptıkça , bütün gün bana gıcık oldular. Eee haklılar aslında .... İyi çektiler ama yine de az mızladılar valla...

Uzun zamandır saatlerce ayakta kalmaya alışkın değiller ki , 40 dk . arayla bi 3. kat , bi 1. kat , arada yine 3. kat, olmadı 2. kat hoop yine 3. kat , zil çaldı yine 1. kat , 3. kat ve ardı arkası kesilmeyen katlar arası iniş çıkışlar . Bir an başım döndü , katları karıştırdım , ben nerdeyim , nereye gidicektim ?? Söylerken bile yorucu. Meğer ne büyük bir okulmuş .... Alışırım alışırım da , oturursam kalkamamaktan korktuğum için hiç oturmadım . Gece ben uyurken dinlenecekmiş , öyle anlaştık....

7 Eylül 2008 Pazar

Zil çaldı...

Evettt ... İşte beklenen gün geldi , artık ders zili çaldı , herkes doğruuu sınıflarına....
.
Uzun ve yorucu bir eğitim öğretim yılı daha başlarken bende sanki göreve yeni başlıyor gibi , biraz heyecanlıyım... Ama her tatil dönüşünde böyle olurum ben. Sanki her şeyi unutmuş , hiç bilmiyormuşum gibi ... Sınıfa girince unutmadığımı anlıyorum ve kimlik değiştiriyorum. Zil çalana kadar başka bir ben oluyorum. Bugün de yeni öğrencilerimle tanışıp , yeni okulumda ilk dersime gireceğimden biraz farklı bir heyecan içindeyim...
.
Bu kadar tatil uyuşukluğunun arkasından , bu tempoya nasıl alışırım bilmem . Görünen o ki , ben daha çok sızlancam çokkkk....

6 Eylül 2008 Cumartesi

Toshi mi , Acer mı?

Belki 3 haftadır , belki de daha uzun zamandan beri aklıma takılıp kaldı. Yeni bir notebook !!! Yatıyorum , kalkıyorum acaba alsam mı , almasam mı diye düşünüp duruyorum. İşin kolayı şu aslında , ya gidip al ya da unut ! Ama işin cılkını çıkarttım. Ne gidip alıyorum , ne de unutuyorum. Hala ne istediğimi de bilmiyorum galiba. Zaman zaman ,o benim olmalı , gibi garip bir bir hisse de kapılmıyor değilim. 3 kere de görmeye gittim (yoksa 4 mü oldu ki) ama hala ikna olmuş da değilim. Düşünmekteyiz hala...

Kendileri küçük , hafif ve beyaz bir ACER . Bunlar beni cezbeden fiziksel özellikleri , bir de teknik özellikleri var ama her durumda benim 3 yıllık laptopumdan çok çok daha iyi...

Şimdi elimdeki laptopun suyumu çıkmış , neyime yetmiyor ? Yoo aslında yetiyor ama benimki biraz görgüsüzlükten mi desem, aç gözlülükten mi desem , uygununu bulamadım. Haliyle bazı harfleri silindi , birazcık da eskidi gibi oldu. İyi bir format ihtiyacı var , hiç olmadığı kadar yavaş , sayfa açana kadar adam çatlatan moduna giriyor. Bu da ne şimdi dedirten abuk subuk popuplar açıyor . Kapatıyorsun gene açıyor. Sonra da kilitlenip kalıyor. Ondan sonra uğraş dur ctr + alt + delete yapıcam diye. Yani anlayacağınız Toshiye yol görünüyor gibi gibi ...

5 Eylül 2008 Cuma

La Noyee...

Geçen gün, bir alışveriş merkezinde gezerken , Akordiyon sesi duyup , garip bir çekimle , çaldığı yöne doğru gittim. Aynı "Fareli köyün Kavalcısı" ndaki fareler gibi ...Tarif bile edemediğim duygulara ve yerlere taşıdı sanki beni...
.
Bir an çocuk oldum , bir an başka biri gibi... başka dünyalarda. Farklı bir ses , farklı bir sıcaklık hissi gibi. Hele keman da eşlik ederse , yorum yok , orda söz biter...

Ve severek dinlediğim tek isim de Yann Tiersenn derim....

Amelie Poulain - La Noyee - Yann Tiersen

3 Eylül 2008 Çarşamba

Neden ?

Pek çok hayat, mutluluk içinde birleşiyorken , pek çoğu da son buluyor yine şahitler huzurunda...Verilen sözler , sonsuza kadar birlikte olmalar, iyi günde , kötü günde paylaşmalar , hepsi bir an da yalan oluyor.

Nedir hayatı , bu kadar çekilmez hale getirip , evlilikleri yıpratan ? Aşkı da , sevgiyi de yok eden ? Gençleri bile , evlilikten soğutan , korkutan bir durum nedir ?
.
"Olmazsa , nasıl olsa yolu var " diyerek, başlayıp kurulan ve sonra da dağılan yuvalarr... Kaybedilen hoşgörü müdür , tahammül sınırının azalması mıdır , aradaki iletişimsizlik midir , bencillik midir ? Bütün bunların yanı sıra günlük hayatın getirdiği her türlü sorumluluğun, insanlara eskisinden çok daha ağır gelip , yıpratıyor olması mıdır ? Kimbilir belki de hepsi ve sayamadığımız binlerce neden daha...
.
Başlarken verdiği sevinç gibi, biterken de her iki tarafa mutluluk dilemek düşüyor bize...Hayatın bilinmez doğrularını bulmaları için şans dilemek düşüyor. Sonuç olarak ; bu da başka bir başlangıç !!! Üzücü olsa da...
.
*** Sadece bir dostum yolunu ayırdı , hepsi bu ....Artık şaşırmıyorum zaten ama merak ediyorum işte...Neden ?

1 Eylül 2008 Pazartesi

Yeni ???

Ve işte Eylül geldi,
Göreve başlama zamanı ...
Aynı zamanda görev yerimden ayrılma zamanı...
Arkadaşlarımdan ayrılma ,
Dolaplarımı boşaltma , eşyalarımı toplama
Duygusal dalgalanmalar ,
Biraz hüzün ,
Biraz endişe...
Biraz heyecan...
Yeni görev yerine başlama
Yeni arkadaşlar ,
Yeni bir ortam...
Yeni kararlar ,
Yeni bir başlangıç...
Ve yeni bir BEN ...
Bugünün üstesinden gelebilecek miyim bakalım ???