27 Ocak 2014 Pazartesi

Silikonlu gibi....

An itibarıyla kendimi eve kapatışım tam 78 saat kadar olmuş.Yarına kadarda 96 saati  geçer. Dile kolay ama bana zor :)) Bu sürenin büyük bir bölümünü uyuyarak , halsiz ve ateşli geçirmişimdir.Aralarda yemek yemek , ilaç içmek  , wc ye gitmek , kalkıp ev turu yapmak , biraz TV izlemek , yine yatmak  , uyumak şeklinde geçen saatler saatler...
 
Bugün artık yatma modundan çıkıp kendimi yormadan etrafa çeki düzen verdim. Yani biraz daha iyiceyim ama yine de kendimi eve kapatmakla iyi ettiğimi düşünüyorum. Farkında değilim ama dışarısı buz gibiymiş , öyle diyorlar. 
 
Ancak şöyle bir olumsuzluk var ki , grip etkilerini yavaş yavaş geride bırakırken o bana neredeyse silikonluymuş gibi dudaklar bıraktı. Her yerinden uçuklar patladı. Minik minik zonklamalar şeklinde etkisini hala hissediyorum. Uçuk kremi ile tedavi ediyorum. Bende çok işe yaramazsa da onlarda geçince bişicik kalmayacak inşallah...Ama gülemiyorum lütfen güldürmeyinnn....
 
Haa bu arada silikon filan yaptırmam , gayet rahatsızlık verici bir duyguymuş  :)))))  

25 Ocak 2014 Cumartesi

Naz yapasım var...

Hiç yapmadım , sevmem de. Ama bugün çok naz yapasım var. Sürekli "ay ayy başım ağrıyor , ay ayy nefes alamıyorum , ay ayy çok kötüyüm " diyesim var. 

Öksürük ve gıcık dolu bir geceden sonra daha kötüyüm gerçekten. Eşim sağolsun su getirdi de gıcık biraz kesildi. Birde diyorum ki "seni de uyandırdım özür dilerim" yaw apartman uyanacak ben ne diyorum.Tatlı sert fırça yedim tabiki :)) Yastığımı da yükselttim ancak öyle uykuya daldım.

Ama şimdi ne oldu ? Sabah oldu ve eşim çalışmaya gitti.  Oğluş da dersaneye gidecek beni kimse duymayacak. Naz yapsam ne olur yapmasam ne olur?  Küçük bir güç toplayıp kahvaltı hazırlasam oğluş gidincede vursam kafayı yatsam.Naz yapası gelmişmiş de nazın kime??? Hapşuuuu....


24 Ocak 2014 Cuma

Burun kıvırabilseydim...

Eve geldim  ve çok kararsızım. Ya yatıp uyumak ya da evi toplayıp yorulmak. Bilemedim şimdi.  Ikisi de öyle cazip ki...

Bi 10 dk. dinlenip düşüneyim. O arada içim geçip uyumazsan ikinci plan işler. Uyursam  da otomatik olarak birinci plan devreye girer. 

Keşke tatlı cadı olsaydım. Işler bir burun kıvırmaya bakardı. Şimdi de kıvırıyorum ama tepki olarak. Cadı olduğum kesin de :))))

23 Ocak 2014 Perşembe

Görüntü var ses yok...

Sonunda gitti ama zamanlaması çok iyiymiş. Çünkü sesimi kullanmak zorunda değilim yani ders bitti , ses gitti hesabı.

İki gündür boğazımdaki yanma ve batmanın sonucu bu oldu. Sabah uyandığımda "günaydın" demek istedim ama diyemedim. Ses çıkarmaya çalıştım ama beceremedim. Kısık boğuk birşeyler vardı. Oğluşu uyandırmak istedim ama ne mümkün ? Fısıltı modunda yanına gittim öyle uyandırdım. "Nolduu? Neden sessiz konuşuyorsun? " diyerek uyandı. Konuşamamak meğer ne kötüymüş ...

Boğazımı yumuşatsın diye Ihlamur, limon, elma, zencefil ve balla günü geçiştirdim. Öğlene doğru konuşmalarım en azından anlaşılabilir olmaya başladı. Şimdilik idare ediyorum sadece yutkunma sırasındaki batmalar rahatsızlık veriyor. Bakalım sabaha hayırlısı...
 

22 Ocak 2014 Çarşamba

Son günler ama bize zor günler...

Karne öncesindeki son haftayı ben sevmiyorum ama öğrenciler çok seviyor.Herşey notmuş gibi düşünüp , ortalamalar verildi diye okula gelmiyorlar. Okul şu an gayet sessiz , sakin ...  

Her sınıfta 8-10 kişi var ya da yok. Bunu görünce bir sonraki gün diğerlerinide gelmiyor. Toplasan koca okulda neredeyse bir sınıf öğrenci ancak olur. Bu durumda en çok velilere kızıyorum. Onlar okulda ders olmuyor , dersler bitti diye biliyorlar , bizde öğrenci gelmiyor diye dert yanıyoruz.  Gönder çocuğunu o zaman ders yapmayan suçlu olsun...

Öğrencinin savunması çok basit. Öğretmenler ders işlemiyor ki ,neden gideyim ? Öğrenci gelmezse öğretmen sıralarda mı anlatacak dersi ? 2-3 kişiyle konu işlenir mi ? Eksik bırakamazsın ki mecburen sonra tekrar anlatacaksın. Bende çocuğunu zorla okula gönderen sıkıcı anne modeli oluyorum bu arada. "Offf anne offf hiç kimse gitmiyor ki , ben neden gidiyorum. Keşke öğretmen olmasaydın ? " Üzgünüm ama durum böyle . Belki son 2 gün için o da yıl sonunda tolerans gösterebilirim ama 1.dönem değil. 

Birde e-okul sisteminin sürekli öğrenciye açık olması öğretmenlerin işini zorlaştırıyor , stres yaratıyor. Filanca notum şöyle de, filanca böyle de , 1-2 puan verseniz Teşekkür alacaktım da , Takdir alacaktım da gibi dertleri hiç bitmiyor. Yıl içinde derse göstermediği ilgiyi alakayı , dönem sonunda kat kat gösteriyor. Ne yapayım böyle ilgiyi ?  "Hak etmek" diye birşey kalmadı. Eskisi gibi "karne alma" heyecanı da. Şimdi herkes her notunu görüyor. Karneyi neden basıyorsak ? 

21 Ocak 2014 Salı

Kaçamadım...

Boğazda yanma,  batma hapşırma ve ara ara üşüme hadi hayırlısı diyorum.  Tam yırttım dalgaya kapılmadan derken yakalanıyorum galiba.  

Kendimce önlemimi aldım ama fayda eder mi bilmiyorum. Bu akşam güzel bir bitki çayı dopingi şart oldu. Biraz dinleneyim yorucu bir gündü...

20 Ocak 2014 Pazartesi

Inatsın kabul et. ...


Meğer sen ne inatçıymışsın. Ben kendimi bilirdim inatçı diye ama sen benden baskın çıktın.  

Bak bu bile benim inadımı kırdığımın bir göstergesi aslında. Öyle uzaktan notlar filan bırakmıyorum en azından. Sorma(m)  filanda demiyorum. Gerçi üzerime de alınmıyorum ya neyse...

Uyku zamanı değilmiş demek keçi kardeş. Ama hiç boşuna kızma keçisin işte kabul et... Diğer keçiyi bekleme derim :))))

19 Ocak 2014 Pazar

Nasırsal...

"Hiçbir şeyden çekmedi dünyada , nasırdan çektiği kadar " diye boşuna dememiş Orhan Veli. Ayakkabılardan mıdır nedir bilemedim ama zaman zaman yaşarım bu sıkıntıyı. Ya parmak arasında ya da şu en masum küçük parmağın yanında. O garibimin de başına neler geliyor neler...
 
Hani o küçük parmak için de derler ya , " Sen aşk acısını geç , küçük parmağını koltuğun kenarına hiç vurdun mu? İşte gerçek acı budur " diye. Evde yürürken birden çığlık atar, sonrada zıplamaya başlarsın ya fena bir acıdır hakikaten. Durduk yere koltuğa küfür edersin sanki o gelip çarpmış gibi...
 
Gelelim nasırsal konuya...Şimdiye kadar nasır bantı ve duoderm solüsyon ilaç kullanarak kurtulmuşumdur nasır derdinden. Ama bu kez öyle bir tane var ki akıllara zarar. Zaman zaman acısı beynime vuruyor  , yerimden sıçratıyor. Ne solüsyon , ne de bant fayda etmiyor .

İşte bu noktada gözümü karartıp minik bir operasyonu göze almalı mıyım diye düşünmüyor değilim. Sonrada diyorum ki "nasır bu yaa " bunun için operasyon mu olur? Ayakkabı giyeme , işe gideme , üstüne basama , spor yapama ... Yok yok ,biraz daha denemeliyim , ısrar etmeliyim yoksa operasyon kaçınılmaz olacak . Yok böyle bir acı...

 

18 Ocak 2014 Cumartesi

Kafam rahatladı...

Bu yazıyı yazmaya başladığımda  en son gece saat 01:30 civarıydı ama o kadar yorulmuşum ki cümleler ilgisiz alakasız uçuşmaya başlayınca yarıda kestim. O saate kadar ne zorun vardı derseniz ? Okula ait dönemsel faaliyetlerimi bitirdim. Gece mesaisi yaptım yani :)) Çünkü , Pazartesi gününden sonra sistemde aşırı yoğunluk olacak ve gereksiz yere stres yaşamanın anlamı yok. 

Bizde işler mecburen eve taşınır , saat, yer, zaman farketmez. Her dönem yaklaşık olarak 500' e yakın kağıt okunur , değerlendirilir. Tabii birde bunların hazırlık aşaması var ki hiç bahsetmiyorum. Tomar tomar yazılı kağıtları , döneme ait performans görevleri olmak üzere sürekli bir kağıt sirkülasyonu vardır. Sonra notlar e-okul sistemine kaydedilir.  Kaydederken öğrencinin ders içi durumunu düşünür , bir de vicdan muhasebesi yaparsın. Hak etmiş midir , etmemiş midir?  Etmeyenler genellikle dönem boyunca sıranın üzerinde uyumayı tercih edenler , üniversitedeymiş gibi davranıp istediği derse girip , istemediği derse girmeyenler  ( kaldı ki pek çok üniversitede bile devam zorunluluğu var ) , hiçbir şekilde defter - kitap getirmeyenler...

Şaka söylemiyorum , gerçekten getirmiyor. Ne yapsanda getirtemiyorsun. İyi niyetle , tatlı dille belki 2-3 kez getiriyor ama zatan yazmaya ve dinlemeye gönlü olmadığı için de öylece oturup  , önündekini arkasındakini rahatsız edip , dersi suistimal etmeye çalışıyor. Dünyası başka çünkü ...

İşte bu öğrenciler için yapılması gereken başka birşey olmalı diye düşünüyorum. Bu çocuğu buraya zorla getirtip , zorla kafasına bazı bilgileri sokamazsın , inatlaşmanın anlamı yok. Zaten almıyor , almadığı gibi de ders dinlemek isteyen öğrencilerin hakkını da almış oluyor. Sistem ,bu öğrencileri topluma faydalı olabileceği bir yere ilk etapta yerleştirse , böyle kazanmaya çalışsa , daha faydalı olur diye düşünüyorum. Çünkü bu durumun diğer öğrencileri de olumsuz etkilediği bir gerçek. Bazen mıknatıs gibi çekiyorlar biribirlerini , iyileri de kaydediyoruz...
 

16 Ocak 2014 Perşembe

Kaymak gibi...

Uzunca bir süredir eve kutu süt almıyorum. Ama yakın köylerden ve güvenilir kişilerden aldığım sütün  tadına da doyamıyorum. Kendiliğinden tatlımsı , yumuşacık , kaymak gibi bir tadı var. Öyle yem kokusu ya da ağır başka bir koku içermiyor. Zaten kokuya karşı çok hassasım , öyle olsa eve sokmam. 
 
Kaynatma işlemi bittikten sonra kısık ateşte bir süre daha kaynamaya bırakıyorum. Sonra öylece soğutup , buzdolabına koyuyorum. Ertesi gün üzerinde biriken kaymağı resmen 4 'e kıvırıp , katlayarak alıyorum. Sütün bir bölümünü yoğurt yapımında , bir bölümünüde içmek için kullanıyorum. Haftada 5 litre  yetiyor mu derseniz , yetmiyor.Çünkü biz ailecek sütü çok seviyoruz. Çay yerine süt tüketiyoruz çoğunlukla , bazen kahveyle bazen de sade...
 
Eeee gelelim şu 4'e kıvırıp katladığım kaymağa. Adı çok masum gibi görünsede , hiç değil. Ve sütün en zararlı yanıda bu bence. Ama nasıl güzel , nasıl güzel anlatılmaz yenir yani. Bıçakla keserek alıyorum sonrası malum  zaten. Balla , reçelle , tahin pekmezle , kekle , muzla , kabak tatlısıyla , Nutella ile ya da başka bir tatlı ile ama illaki bir şekilde tüketiliyor. Zaten tehlikeli yanı tüketiliyor olması. "Aman bozulmasın , yenisi gelecek" diye yiyoruz ama sonra biz bozuluyoruz. Sonra gidip saatlerce spor yapsam ne olur  , yapmasam ne olur ? Hepsi boşa...
 
Şimdi bu kaymağı hayatımdan çıkartmak istiyorum ama sütten vazgeçmek istemiyorum. Sanırım en iyisi bunu tereyağ olarak değerlendirmek. Daha önce kaymağı mikser ile çırpıp , biraz tuz eklemiştim ve tereyağı yapmıştım. Yine yapsam ve sadece yemeklerde gerektikçe kullansam daha faydalı olacak kanısındayım. Kaymak gibi tereyağ yap , olsun bitsin. öyle değil mi ama ?

15 Ocak 2014 Çarşamba

Alış ve veriş günü...

Malum , memur olunca ayın 15 ' i gibi bir durum var bizler için. Şu yerlere göklere sığdırılamayan zamlı maaşlarımızı aldık.Ama nasıl bonkör davranmışlar nasıl , anlatamam. Hani derler ya, " bozdur bozdur harca" bende aynen öyle yaptım.  
 
Ama yine de şikayet etmeyeyim. Düşünsenize zam dışında bize özel bir fark daha vermişler. 75 TL' lik bir artış. O da sadece Ocak ve Temmuz ayına özelmiş. Küçük bir hesapla , aylığa etki eden 12.5 TL'lik bir fark. Bu da eğitime verilen önemin göstergesi  olsa diyerek gurur duydum. Aileme de bir refah geldi ki sormayın , artık nereye harcayacağımızı bilemedik. Belkide yatırım filan yaparız ya neyse........
 
Sabah A bankamatiğine gidip maaşımı çektim. B bankamatiğine ödemeleri yaptım. Kalanı C bankamatiğine aktarıp kredi kartı borçlarımı ödedim. Gerçi kredi kartı kötü bir şey ama mecbur. Zaten hobi olarak kullanıyoruz :))) Sonuç , elde birşey kalmadığı gibi yine eksilerde olduğumu gördüm. :)))
 
Günün anlam ve önemine uygun olarak , güzel bir alış ama kötü bir veriş olduğu kesin. Ve tüm bunlar "ayağını yorganına göre uzat" sözü hesaba alınarak yapılan işlemlerdir. Extra yok. Zaten açılmaya imkan da yok. İstersen açıl , boğulursun. Hal böyleyken bile durum böyleyse ben daha ne diyeyim....
 
 

 

14 Ocak 2014 Salı

Kesti cezasını ...

Bu sabah dersim erken bitti , tam çıkacaktım ki kamyonetin biri arabamın önüne park etmiş , 4 'lülerini de yakmış gitmiş. Yol zaten dar , yol boyunca ikinci bir sırayı oluşturmak da yasak.  Ne diye bırakıp gidersin  ki ...
 
İnsanlık halidir anlayabilirim. Acil bir durumdur , ödemedir , bankadır , hastadır vs. pek çok şey düşünebilirim. Ama bekleme veya bekletme süresi 10-15 dk.'yı geçerse bunun düşüncesizlik , saygısızlık olduğunu da düşünürüm. Nihayetinde başka bir aracın da önünü kapatıyorsun. Belkide başka acil bir işe engel oluyorsun. İşin çok mu acil , ne olurdu araç camına telefon numaranı bıraksaydın , gelince seni arasaydım. Daha İyi olmaz mıydı kamyonet bey? 
 
İlk 25.dk' da oradan geçmekte olan polis durumu görünce durup baktı. Fotoğraf makinesini çıkartıp çekti fotoğrafını , kesti cezasını. Yapacak birşey yok , kaldı ki durumu şikayet etmiş filan değilim. Belediye de anons etmiş ama duyan yok. Çevrede herkes birbirini tanır ama bu aracı kimse tanımıyor. Görenler "yukarıya doğru gitti " dediler...(kanatlanarak değil tabiki  ) :))))))
 
Bundan sonra bir 25 dk . daha bekledim. Hava soğuk , haliyle üşüdüm , arasıra arabada oturdum bekledim ama hala gelen giden yok. Eşim de sürekli arayıp " Hala gelmedi mi ? " diye sordu... "Yok" dedim." Şimdi 155 'e haber veriyorum" dedikçe de " Dur , sakin ol , acele etme " demeye devam ettim. Kızdım , elbetteki çok kızdım ama sebep de olmak istemedim.Gerçi yedi cezasını oturdu aşağı , daha ne olabilir ki. O  ceza bile yakacak canını , bunu biliyorum. Yaklaşık 1.5 saat bekleme süresi sonunda kamyonet bey hala ortada yoktu.Sonunda eşim geldi binbir sıkıntıyla aracı oradan çıkarttık ama o yol ortasında kalmaya devam etti... Sonra ne oldu bilmiyorum .  Bildiğim tek şey içi acıyacakk...
 
 

12 Ocak 2014 Pazar

Teşekkürler TERGAN...

Beklenen sonuç geldi ve kocaman bir teşekkürü hak etti sevgili TERGAN. Geçenlerde yaşadığım bir sıkıntıyı burada dile getirmiştim ki bunun üzerine küçük bir gel-git sıkıntısı daha yaşamış olmamıza rağmen bu kez sorunsuz halledildi. Bu konuda üzülmek istemiyordum çünkü gerçekten hiçbir suçum yoktu..
 
Belli ki deride belirsiz bir kesik varmış ve kısa sürede oradan açılma yapmış. O kısmı değiştirip yeniden dikmişler ama dikiş o kadar kötü olmuştu ki , kabul edilemezdi. Sonra tekrar geldi , gittim. Bu kez olduğu gibi tabanı da değiştirip yeniden dikmişler ama diğer çiftle uyumsuz olabileceğini düşünmemişler. Kaldı ki yanyana koyduğumuzda fark çok açık görüldü. Sonra yeniden gitti. 
 
"Bu kez başka şans vermiyorum" dedim. "İçiniz rahat olsun gereken yapılacaktır "dediler. Ve dedikleri gibide oldu."İstediğim bir ürünü alabileceğimi " söylediler ama ben o ayakkabıyı o kadar sevmiştim ki , kararlıydım ve yeni bir çift aldım.
 
Sonuç olarak biraz uğraştık , gitti , geldi, söküldü , dikildi , değişti biraz eziyet oldu ama en iyisi yenisi oldu. Teşekkürler TERGAN...
 
Bu arada kutusunu saklıyorum hani olur ya :)))
Not: Handan 'ım artık sende alabilirsin çünkü çok rahattt ;)

10 Ocak 2014 Cuma

Canlı olmasaydı iyiydi...

Bu nasıl bir çekincedir bilemiyorum ama rahat olamıyorum böyle şeylerde. Ne bileyim o an için belki gereksiz ama çok heyecanlanıyorum. Sanki bildiğim herşeyi unutacakmış ya da konuşamayacakmışım gibi hissediyorum. Sesim titreyebilir , kekeyebilirim herşey olabilir. Tekrarı olmadığı için de denemeye cesaret edemiyorum. Halbuki işim gereği insanlarla iç içeyim. Sürekli hitap ediyorum , bir şeyler anlatıyorum ama bu aynı şey değil ki ... 
 
Arkadaşım beni arayıp "1 saatlik Go oyunu tanıtım programı var yardımcı olur musun ? " dediğinde "Tabiki olurum ama nasıl " dediğimde. "Canlı yayın" der  demez bende film koptu. Zaten biraz sıkıntılıydım , kafam sürekli sağlık işleri ile meşguldu. O an canlı yayın konusunu da duyunca boğuluyormuşum gibi hissettim. Olurdu olmazdı derken cesaret edemedim tabiki. Kameraları görünce kalırdım herhalde öylece. Belki de kalmazdım ama deneme çekimi değildi ki bu, nasıl böyle bir riske gireyim. Sonuç olarak sadece izleyici olarak gittim. Bu daha az heyecanlıydı ...
 
Yayın sırasında davetli başka bir konukla sohbet etme fırsatım oldu. O da yeni kitabının tanıtımını yapacaktı ama stresliydi. Kısacası , zor bu canlı yayın meselesi . Rahat olmak lazım. Tebrik ediyorum böyle insanları...Belkide zamanla alışılıyordur kimbilir? Bunu yenmenin bir yolu var mıdır acaba ? Neyse neyse varsa bile , ben almayayım :)) Çarpıntım filan tutar şimdi ...

7 Ocak 2014 Salı

Değişiklik iyidir...

Pazar sabahı kızlarla bir değişiklik yapalım diyerekten İstanbul'a gitme kararı aldık. Deniz otobüsüyle 1,5 saatlik yol nedir ki ? Kaldı ki insanlar şehir içinde trafiğe takılıp 2-3 saat bekliyorlar. Rahatlık şu ki , buradan deniz otobüsüne biniyorsun , Kabataş 'da iniyorsun. Sonrası her yer bir metro uzaklığına kalmış ...
 
 
1.resim : Mudanya'da sabah saatleri-BUDO iskelesi  
2.resim: Meşhur Bezmiâlem Valide Sultan camii minaresi
3.resim: Bezmiâlem Valide Sultan camii (kapısı kapalı)
4.resim: Dolmabahçe saat kulesi
 
İstanbul'da trafik ayrı bir derttir bilirim ama yine de bir yerden bir yere ulaşmak bana çok kolay gelir. Bir de saatler denk gelirse , trafiğe takılmazsan,  akar gidersin. Ancak bizim trafikle bir işimiz olmadı. Kabataş'tan yürüyerek Beşiktaş'a , oradan da Ortaköy 'e geçtik. Kahvaltı öncesi sabah sporu gibi oldu. Bol bol fotoğraf çektik , bu arada geçmişten kalan ayak izlerimize ait anılarımızı paylaştık...
 
1.resim: Dolmabahçe saat kulesi
2.resim: Dolmabahçe'de nöbet değişimi
3.resim: Dolmabahçe kapısı
4.resim: Beşiktaş'a doğru giderken  köprü  ( adı varmıydı dikkat etmedim )  
 
 
1.resim: Sokakta hayat var. Ortaköy 'ün renkli çarşısı
2.resim: Ağaçlarda ışıklar ve kitap tanıtımları
3.resim: Minyatür iş yerleri 
4.resim: Ortaköy iskelesi
 
Oradan Galata Kulesine geçtik. Yıllardır İstanbul'a gider gelirim ama kuleye çıkma fırsatım hiç olmamıştı. Anladım ki bu iş için özel zaman ayırmak lazım , araya sıkıştırılamaz.Ve bunun gibi daha neler var neler ...

 
1.resim: Galata Kulesi
2.resim: Galata Kulesi
3.resim: Kuleden manzara
4.resim: Kuleden manzara... 

Biraz sisli bir hava olmasına rağmen kuleden manzara bir harikaydı. Ancak bir daha ki gelişimde bu manzarada kahve molası vermeden gitmem. Vakit yine yetmedi yani. Sonra yine yürüyerek Karaköy , Fındıklı istikametinde Kababataş ' a döndük. Hareketli güzel bir gün oldu bizim için...
 
 
1.resim:  Kuleden bir caddeye bakış...
2.resim: Kuleden iniş merdivenleri...
3.resim: Fındıklı renkli merdivenlerde bir kedi...
4.resim: Fındıklı renkli merdivenler
Orta resim. Eve dönüş BUDO...


4 Ocak 2014 Cumartesi

Alkış olacak ! o kadar...


Bu karikatürü gördüğümde ,  öyle çok güldüm ki anlatamam. Sanırım çok gülmek ya da tepkisiz kalmak tamamen ruh haline bağlı. Bir anda sinir boşalması gibi , vitesi boşa atmak gibi...

Bir keresinde kuzenimle gülmekten karnımıza ağrılar girdiğini ,  gözlerimizden yaşlar geldiğini hatırlıyorum. Sonunda çareyi ayrı odalara gitmekte bulduğumuzu ama ilk göz göze geldiğimizde de küçük patlamalar yaşadığımızı hiç unutamam. O  da sadece şuydu. " Bir adam doktora gitmiş.(sessizlik) eeee sonra?  Gidiş o gidiş." Ne varsa bunda o an koptuk gittik...

Alkış olacak.  Ona göre. ..

2 Ocak 2014 Perşembe

Koşuda yürüyüş...

An itibarıyla koşu bandında yürüyorum. Adı üzerinde koşsana madem yürü yürü nereye kadar. Ama benim koşmak gibi bir sıkıntım var. Çabuk yoruluyorum ve nefes nefese kalıyorum. Kendimi zorlamanın anlamı yok. Hızlı tempo yürüyorum işte. Evde olsa yatardım iyi biliyorum. 

Yoğun geçen günün ardından kendime en az 2 saat daha eziyetim var. Önce pilates sonra zumba dersi :))) Spor yorgunluğumu alıyor işin garibi. Ama daha düzenli gelmem lazım ipin ucu kaçalı çok oldu. 

Şimdi ben gider, karikatür aklımda unutmadım. Gece postasına kaldı... Unutmayın alkış olacak :)))


1 Ocak 2014 Çarşamba

İlk yazı adı "UMUT" olsun...

2014 yeni umutlarla , yeni heyecanlarla , kahkahalarla , sevgi yumağı içinde geldi , hoşgeldi.  Hepimiz biliyoruz  umutsuz yaşanmayacağını , bunuda  yeni yıldan bekliyoruz. Bütün olay bu aslında. İstiyoruz ki , önce ülkemiz için güzel şeyler olsun , yüzlerimiz gülsün  , insanlarımız mutlu olsun , kimse zarar görmesin , üzülmesin , doğru şeyler olsun. Ve eminim ki herkesin de isteği budur.
 
Sonra hepimizin ortak beklentisi hep aynı. Sevdiklerimizle birlikte olabilmek , sağlıklı , huzurlu , güzel dostlarla  , mutlulukla , başarıyla , neşe dolu güzel günler geçirebilmek ...Daha ne isteyelim ki ...
 
Bu arada arşive baktığımda son  4 yıllık yazı rekorumu kırdığımı farkettim. Epey yavaş gitmişim bir dönem. Umarım bu konuda da daha istikrarlı olabilirim ama bana belli olmaz. " Bi cinnete bakar :) " diyerek gördüğüm bir karikatürü anımsadım , ne çok gülmüştüm .  Onu da yarın yayınlarım :)  Alkış olacak :)))) ona göre...