31 Ocak 2009 Cumartesi

Kalp , kalbe...

Kalp kalbe karşı derler yaa... Bazen bunun kesinlikle gerçek olduğuna inanıyorum. Birini düşünürken , karşılıklı olarak aynı duyguları hissetmek , yoğunlaşmak belki de biz farkında olmadan bir etkiyi harekete geçiriyor. Ve mutlaka bir haber alınıyor , konuşuluyor ya da karşılaşılıyor. Ben böyle anları çok seviyorum. Ve inanılmaz mutlu oluyorum. Karşılıklı duyguların anlaşması gibi gelir bana. Bizim yapamadığımızı sanki gizli güçler yapıyormuş gibi ...

" Seni düşünüyordum , telefon çaldı, sen aradın" ya da " Dün gece seni rüyamda gördüm , demek ki bugün haber almak varmış " gibi cümleleri ne kadar çok kullanırız. Birini düşünüp , merak ettiğin bir anda , merak edildiğini de bilmek çok güzel bir şey ... Bu nasıl bir özlemse , nasıl bir enerjiyse ...

30 Ocak 2009 Cuma

Sağ tuşla neler yapabiliriz ?

Mouse' umuzun sağ tuşuna basıp , klikleyebileceğimiz şeyler hakkında bilgi sahibi olmak ister misiniz ? Meğer bilmediğimiz yollarda varmış...
5uoj8m[1] 136140625tzj2[1] ajy1p1[1] 136145842c3a7wy3[1]
34ee00n[2] 1363679381ed0[1]
136165686G[1] 136163214voz4[1]
dzxyir[1] 136281210mux6[1]

29 Ocak 2009 Perşembe

Babacığa...

Duydum ki , babacık doğum günü hediyesi olarak , özilisinin öpücüğü ile küçük bir araba istermiş , araba işin şakası tabii " onun dışında , hediye istemiyorum " demiş. Kuşlar hemen geldi söyledi babacık. Hep annelerin , babaların mı , haberci kuşları olur sandın ? Bizimde var elbet ...
.
Ah ahh ! keşke sana istediğin arabayı alabilseydim , özki kardeş arabana el koyunca , seni arabasız bıraktı tabii...Olsun be babacık , alırız inşallah . Hemde mini mini bir şey...

Mesela , BMW-İsetta , gibi bir şey :) Güzel olurdu değil mi ? Resmini ilk gördüğünde ne kadar da heyecanlanmıştın , gözlerininin içi gülüyordu. Çünkü İsetta , senin ilk arabandı.

Biliyorum şimdi senin gözlerin , yine dolu dolu olmuştur ...Yazdığım pek çok yazıda seni duygulandırdığımı ya da özilim yine sıkılmış bir şeylere diye takıldığını biliyorum. Olsun sen takılma babacık , biliyorsun bende senin gibi hassas bir kalbim işte. Benim pamuk kalpli , güler yüzlü babacığım. Bak , özellikle de duygusal bir şeyler yazmıyorum , yoksa yazacak neler bulurum neler...

Şimdiii, bu senin sevdiğin araban , İSETTAN...











Aşağıdaki şarkılarda , en sevdiğin şarkıcı olan Mireille Mathieu' dan ,

Bu da şimdilik öpücüğün , MUCKK !

Ama bunu geldiğimde yuşumak yuşumak yanacıklarından vereceğim...

MUTLU YILLARA BABACIK ...

SENİ ÇOKKK SEVİYORUZZZ...

Aloha-he

Pardonne-Moi Ce Caprice D'enfant

Together we're strong

27 Ocak 2009 Salı

Juss ...


Bu ürün tanıtımı ciddi anlamda reklama giriyor ama yine de henüz denemediğim, sadece kalitesine güvendiğim bir ürünü tanıtmak istedim. " JUSS MEYVE SUYU "
.
Türkiye' nin en önemli su markasına imzasını atmış olan Erikli , şimdi de bu kaliteyi meyve suyuna taşımak istemiş. Hazır meyve suları , her ne kadar evde hazırlanmış , doğal meyve suları gibi olmasa da , zaman zaman severek içtiğimiz içecekler arasında yer alır. Ben evime asitli hiç bir ürünü almadığım için ve isim de Erikli kalitesinde olduğu için , güvenim arttı . Ayrıca reklamı ve reklam müziği de , bana göre oldukça başarılı. Reklam müziğini bulan olursa sevinirim.

Meyve suyuna uygulanılan koruma teknolojisi , koruyucu madde kullanılmasını gerektirmediği için tercih edebileceğimiz bir ürün. Bir de Juss deneyelim ...





















Mutluluk oyununa teşekkür ederim . Mimlenmek isteyenler serbesttir :))

2040 'dan geldim..

Kim daha gelecekten gelecek ? Kim daha doğruyu söyleyecek ?

24 Ocak 2009 Cumartesi

Zamanda yolculuk...

Bilim teknik dergisinin bu ayki sayısında okuduğum bir konu , derin düşüncelere dalmama neden oldu. Aslında bu zaman zaman filmlere , kitaplara konu olmuş , iyi ve kötü yanlarıyla bizlere yansıtılmıştı. Ama yine de insan , " keşke yaşayabilsem " demeden geçemiyor. Hayal işte ! onsuz olmuyor. Zamanda yolculuk yapmayı kim istemez ki ? Hep bilinmeyeni merak etmedik mi? Gelecekte ne var? Neler olur acaba , demedik mi?

Ya da geçmişte yaptıklarımızdan pişmanlık duyup , keşke değiştirebilme şansım olsaydı demedik mi ? Hep bu yüzden içimizden atamadığımız keşkelerimizle savaşıp durmadık mı ? Geçmiş ve gelecek , üzerinde düşünülmesi gereken öyle derin bir konu ki . Söylendiği kadar basit değil.

Geçmişe gitsek , geleceğimizi nasıl etkileriz ? Tekrar bu zamana , dönebilme şansımız olur mu ? Acaba gelecekte ya da geçmişte ki , diğer ben , bana göre çok mu farklı olur ? Hayatına müdahale etmek neleri değiştirir ? Bütün bunlar hem heyecan verici , hem de biraz korkutucu . Düşünsenize , bize benzeyen küçücük bir çocuk gelse ya da yaşlı biri , gelecekten ya da geçmişten geldiğini söylese , " Hadi git , işin mi yok ? Başkasıyla geç dalganı " diye başımızdan atarız. Bize " onu yapma , bunu yapma , şuna dikkat et " dese , inanır mıyız acaba ? Belki inanmam ama acaba duygusunu da içimden söküp atamam. Yıllar sonra da , " bunu bana zamanında söylemişlerdi " demenin bir anlamı da kalmaz .

İyimser bir yaklaşımla zamanda yolculuğun , 2050 yıllarında mümkün olabileğini okumak beni biraz heyecanlandırdı . Büyük Hadron çarpıştırıcısının çalışmaya başlamasıyla bu yolda ilk adımında atıldığı ve küçük zaman tünelciklerinin ( solucan deliklerinin ) oluşabileceği olasılığından bahsediliyor. Daha sonra da bu solucan deliklerini sabit tutmak , karanlık enerjiyle büyütmek ve içinden bir insan geçebilecek büyüklüğe ulaştırmak , ya sonra ? Einstein'ın Genel Görelilik kuramına göre evrenin , kapalı bir zaman eğrisinden oluştuğunu ve halka oluşturacak şekilde geçmişe doğru tüneller açılmasına olanak vermesinden yararlanılarak yola çıkılmış. Bundan sonrası ise sadece ZAMAN ...Bekleyip göreceğiz .

Ama işin gerçeği bunu görebilmek için , bir 40 yılımın daha olup olmadığı . Diyelim ki ; 78 yaşındayım ve zamanda yolculuk mümkün oldu. O zaman da derdim ki , yok evladım yok , o solucan deliğinden ben geçemem , nefesim daralır , kalırım tünelin bir yerinde . Bensiz gidin. Hem ben bununla ilgili taaa 2009 'un Ocak ayında bir yazı yazdıydım . O zamanlar nasıl da hevesliydim , meraklıydım . Bir yazı okuyup ne hayallere kapılmıştım. Ahh Ahh Gençlik işte! Her yere giderdim de , gelirdim de. Düzeltilmesi gereken bir sürü şey de bulabilirdim. Herşey daha farklı olabilirdi belki . Kimbilir ? Artık kabullenmeyi öğrendim. Ama çok istiyorsanız , siz gidip onu bulun , anlatın her şeyi . İnandırabilirseniz , ne mutlu size ... Çok inatçıdır ama deneyin. Gidip gelirken de tünelllerde akıllı olun haa !!! dermişim :))) Bu da işin geyiği işte...

Kaynak: Daha fazla bilgi için , Bilim ve Teknik dergisi ve Zamanda yolculuk içinde Çetin BAL'a teşekkürler...

23 Ocak 2009 Cuma

4 ' lülerim...

Sevgili Papagan gibi ve Egemenli Hayat ' a ödevlerimi yaptım diyerek teşekkür eder, gecikmeden dolayı da af dilerim...

Yaptığım 4 iş:
.
* Mesleğim ( Çocuk , eş , iş ... )
* Bloglarla ilgilenmek
* Her fırsatımda go oynamak
* Vee canım isterse evle ilgilenmek…

Defalarca izleyebileceğim 4 film:

Yaşadığım 4 yer:

İzlediğim 4 tv programı:

Program demek zor , çünkü Tv ile aram iyi değildir. Ama zaman zaman
* Komedi Dükkanı
* Beyaz Show
* Vee özellikle Lost ama o da program değil...

Tatil için gittiğim 4 yer:

Tatil sıralamasında öncelikli Karadeniz olduğu için buraya aldım ...

Sevdiğim 4 yemek:

Hemen şimdi olmak isteyeceğim 4 yer:

* E
* Ev
* Evi
* Evim ve deniz olan her yer…

Bir yağmur damlası olsaydım düşmek isteyeceğim 4 yer:

20-2=18 sorulu mim...

Renginle renkli hayattan gelmişti , kaç ay oldu bilmiyorum ama ben çok tembelim , onu biliyorum :)) Şu mim işine de çözüm düşünüyoruz bakalım ...

* En sevdiğim kelime : Egem , Annem...
* En nefret ettiğim kelime : Yok bir şey !
* Beni heyecanlandıran : Yenilikler...
* Heyecanımı öldüren : Planlanmış bir şeylerden vazgeçilmesi...
* En sevdiğim ses : Neşeli sesler...
* En nefret ettiğim ses : Kulak tırmalayıcı her türlü ses ...
* Yapmak istemediğim meslek : Bilmem , bazı meslekler sıkıcıdır ama yorum yok :))
* Sahip olmak istediğim doğal yetenek : Çok daha iyi resim çizebilmek ...
* Kendim olmasaydım , olmak istediğim : Çocuk olayım , hep çocuk kalayım isterdim...
* Yaşamak istediğim yer : Denizi olsun yeter...
* En önemli kusurum : Aşırı hassas ve duygusal olup , çok çabuk kırılıyor olmam ve unutmamam.
* Bana keyif veren kötü huyum : Sinirli olunca hiç konuşmamak ya da tam tersi deliler gibi bağırıp çağırmak .
* Kahramanım : Olmadı galiba...Oldu mu yoksa ?
* Çok kullandığım küfür : Küfürden sayılmaz ama "lanet olsun " ve "kahretsin " derim ...
* Şu anki ruh halim : Kafayı bir şeye taktım , biraz gerginim.
* Mutluluk rüyam : Sevdiklerimle olmak ...
* MutsuzluK: Mutlu olamamak :)
* Öldüğümde cennete gidersem Tanrı' nın bana kapıda söylemesini istediğim söz : Aslında burayı haketmediğini biliyorsun değil mi ? İçeride yakacak sorunu var ama neyse hadi geç , eşinden torpillisin ...

19 Ocak 2009 Pazartesi

Muzip teyzemden...

İnsanlarımız bazen öyle olmadık şeylere inanıyorlar ki... Güler misin , ağlar mısın ? Hayret verici...

Bugün kime sorsam , kahverengi gözlü anne babadan renkli gözlü çocuklar doğabileceği ihtimalini mutlaka kalıtıma bağlayabilir. Ama bunu bilmeyen biri sizce ne der? İşte koptuğum an !!!

Biz üç kardeşiz ve üçümüzünde gözleri renklidir. Rahmetli dedemi hiç görmedim ama onun gözleri masmaviymiş.Teyzeminde su yeşili gözleri vardı. İkisini de rahmetle anıyorum. Anneminde gözleri bal rengidir . Bundan 20 yıl kadar öncesi filan , annemin bir komşusu sormuş ve aynen yazıyorum .

-" kııı sizin gözler kara karada , bunlar nasıl böle renkli oli ki ? "

Bu arada çok muzip teyzelerimden biri , hemen lafa karışmış. " Babaları matbaacı ya , boya kullanmış " demiş.

-"aboo , öle oluyo muu kıı , hiç bilmiyodummm" diyince annemle , teyzem kopmuşlar tabii ve ben bunu , daha bugün öğrendim. Ama çok güldüm yaa , komedi filmi gibi. Acaba sonrasında boya kullandı mı , diye de merak etmedim değil hani : ))))

17 Ocak 2009 Cumartesi

Yorum sizin...

" Yorum sizin " dedim çünkü gerçekten göstermiş olduğunuz ilgiyi çok seviyorum. Benimle birlikte gülümsemeniz , üzülmeniz , o an için duygularınızı ifade etmeniz çok özel , çok çok güzel. Yorum yazana da yazmayana da , tekrar tekrar teşekkür ederim.

Çoğu arkadaşım hep der ki , okuyup okuyup kaçıyoruz , yorum yazmak zor geliyor. Hııım , İyi yapıyorsunuz , ne diyim :) Evet , bazen hepimiz oku-kaç yapıyoruz , her yazıya yorum bırakmak gibi bir zorunluluğumuz da yok zaten. O an için canımız yazmak istemeyebilir , müsait olmayabiliriz ya da söyleyecek bir şey bulamayabiliriz. Bu durumda "oku-kaç" sık kullanılan bir durum :)

Ayrıca , her yoruma dönüp cevap veren arkadaşlarımı yürekten tebrik ediyorum. Tek tek dönebilmek çok hoş bir şey. Ama ben her zaman dönemiyorum , bu konuda biraz ihmalci olduğumu kabul ediyorum. Bazen içim huzursuz oluyor ama bizler birbirimizi anlarız diye düşünüyorum. Benimkisi biraz tembellikten belkide. Gerçi , bu konuda alınganlık yapılacağını hiç düşünmedim yine de belki olabilir diye yazmak istedim. Bir çeşit özür kabul edin :=)

Yani her birinizin yorumunu çok seviyorum ve yorumlarınızı okudukça , yüzümdeki gülümseyi görmeseniz bile , sizlerin de aynısını yaşadığına eminim.

"Yorum , blog yazarını besler" diye okumuştum , gerçektende öyleymiş. Bakar mısınız ? Bi de utanmadan kendime yazar dedim . Gerçek yazarlardan özür diliyorum. Ben kendi çerçevemdeyim. Aslında daha çok geveze modundayım ya neyyyse...

" Yorumunuz kaydedildi, blog sahibinin onayından sonra gösterilecek. " denetimi olan yerlerde yorum bırakmak biraz daha güzel geliyor. Nedeni ise bir önceki yorumdan etkilenmeden , rahatça yazabiliyor olmak . Bazen farketmeden , aynı duygu ve düşünceleri paylaştığımız durumlar olabileceği gibi , yorumun yayınlanmasını istemediğimiz durumlarla da karşılaşabiliriz. Bende şimdi aynısını yazmayayım diyerek çoğu zaman yorumlarımızdan vazgeçiyoruz. Bu durumda , ön denetimden geçmesi faydalı olur görüşünü savunaraktan , yorumlarımı denetime alıyorum. Dedim ya , yorumlarınız , benim için çok özeller ...Buyrun , yorum sizin...

14 Ocak 2009 Çarşamba

Şapkamı kaybettimmm...

Kapı çaldı , açtığımda , burnunu çeke çeke ağlayan bir yüzle karşılaştım. Panik halinde dünyanın sorusunu sordum. Ne oldu ? Düştün mü ? İyi misin ? Bir yerin mi ağrıyor ? Okulda bir şey mi oldu ? Serviste mi bir şey oldu ? Birisi bir şey mi dedi ?
bıd bıd bıd ..., bi sus da , dinle di mi ama ?

Ağzımız ağlamaktan öyle bir yayılmış ki , beşgen ve altıgen arasında gidip geliyor. Dediğini anlamak bile çok zor.

-Şapkaaamıııı kaybettim buhhhhuuu ? Aradım aradım ama buhuuuu bulamaaadımmm annneee buhhhuuuu...
-Yaa oğlum buna mı ağlıyorsun ? Kaybolan şapka olsun , ben sana bir şey oldu sandım , hem buluruz , olmadı , yenisini alırız . Dert ettiğin şeye bak ...Bu kadar ağlanır mı?
-Ama ben onu çok seviyodummmm, o benim en sevdiğim şapkamdııı...Ben onu unutamaaaammm kiii buhhuhuuuuu....

Bu şekilde 15 dk . devam etti ya , helal olsun. Malımıza çok düşkünüz ama bunu kaybetmeden önce farkedemiyor maalesef. Haftada 2 kırmızı kalem , 2 silgi kaybetme alışkanlığı ise şiddetle devam ediyor. Kurşun kalemkalemleri saymıyorum bile. Her defasında " Eşyalarını ortalıkta bırakma , teneffüse çıkarken , arkana dön bir bak .Kaybolmasını istemediğin şeyleri çantana kaldır ya da cebine koy " demekten içime fenalıklar geldi. Sonuçlarını gördükçe akıllanmaya başlayacak sanırım . Şapka da üstüne cila oldu . Yarın okulda bulma umudu içersinde olduğundan , şimdilik sustu. Ama pek bi dağınığız , pek bi dikkatsiziz , ben de hep arkasında olamam ki , düzelir mi diye de dertlenir dururum...

Her bir şeye de zır zır ağlıyor , kime çekmişse böleee ....Hı , efendim ? Bana mı ? Yoook canımmm ...

13 Ocak 2009 Salı

Değişik bir hediye...

Çok kızgın ve üzgündüm . Belki hâlâ geçmedi ama yine de yapılan hataları olgunlukla karşılıyan ben olmak istedim. Göstermiş olduğum sonsuz iyi niyete , bu kadar ağır ceza almalı mıydım diye , çok uzun bir zaman düşündüm , üzüldüm. " Bazı insanlara , arkadaşlıklara , dostluklara gereğinden fazla mı değer veriyorum acaba ? " diye de , defalarca sorguladım kendimi. Ama gerçek bu !!! Ben fazla değer veriyorum ve belki çok saçma olacak ama aynı değeri , karşımdakinden de görmek istiyorum . Bilmem belki de saflıktır. Nasıl yorumlanmak istenirse artık...

Kendi kendine verdiği bir kararla , aniden beni yok sayan arkadaşımın , doğum gününü kutlamak ve ona verecek tek hediyemin onu affettiğim olduğunu söylemek istedim. Belki bundan hiç haberi bile olmayacak biliyorum ama , en azından benim içim rahat olacak. Görüp görmemek , tamamen tesadüflere dayanan bir olay artık...
.
Mutlu yıllar ...

11 Ocak 2009 Pazar

Yoğunluk arttıkça ...

Son 15 günün yoğun baskısını üzerimde hissetmeye başladım diyebilirim. Her ne kadar , her şeyi üstüste getirmemeye , kendimi strese sokmamaya çalışsam da , pek öyle olmayacak gibi görünüyor. Her yıl , bu yıl daha düzenli çalışacağım , işlerimi son haftaya bırakmayacağım demiş olsam da , yine de kalıyor. Kendime eziyeti sevdiğimden midir , nedir anlayabilmiş değilim.

Daha son sınavlarım yapılacak , okunacak , okudukça sinir krizi geçirilecek , sonuçlar internete girilecek , belki birazcık iyileştirme müdahalesi yapılacak , bu arada sistem çok ağır işleyecek hatta yeri gelecek yazdığım tüm notları kaydetmeden , aşırı yoğunluktan sistem kendini kapatacak... Böylece sinir katsayısımı arttıracak. Bu şekilde yoğunluk arttıkça da , bana gelmeye başlayacak.

Aslında sistemi kullanmanın en uygun olduğu saatler gece 02:00 'ten sonra . Herkescikler mışıl mışıl uyurkene sistem otoban gibi çalışıyor. Hız sınırı yok. Eee bende uykusuzluğa dayanıklı olduğumdan , artık mecbur öyle yapacağım. Son sınavları önümüzdeki Perşembe ve Cuma'ya bırakmıştım , bu yüzden soruları kolay , kısa ve öz hazırlamayı , ne kendime ne de çocuklara zorluk yaşatmamayı düşünüyorum. Yaşadılar yani. Ama ben soruları ne kadar da kolay hazırlasam , " bunlar ne böyleee , çok zorrrr " diyen birileri mutlaka çıkıyor. " Çalışsaydın çoocuuumm...Daha ne sorsaydım adını mı? "
.
Şimdiiii, şu etrafımdaki dosya yığınından aşama aşama kurtulup , soru hazırlama mertebesine ermeliyim ki , azıcık içim rahatlasın.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Uçan tava...

Annemin bir arkadaşı anlatmıştı. Yeni evlendiği zaman yemek yapmasını bilmiyormuş. Mutfağa girmiş , öyleydi , böyleydi bir iki deneme yapmış ama olmamış. En azından yumurta kırayım diye düşünmüş . Tavaya yağı koymuş ama miktarından emin olamamış. Biraz fazla kaçırmış sanırsam. Tava kızana kadar da içeriye , gidip geleyim demiş . Ama geldiğinde tava çoktan alev almış . Suya tutsa olmaz , ne yapsın bilememiş.

Korku ve şaşkınlık içinde tavayı sapından tuttuğu gibi , hiç düşünmeden pencereden aşağıya " fışttt " diye atıvermiş. Düşünsenize , havada uçan alevli bir tavayı ...Valla , bildiğim tek şey şey aşağıda olmak istemeyeceğim. Sonu ne oldu bilemiyorum ama anlatır anlatır güleriz ...

9 Ocak 2009 Cuma

Çok komik ama gerçekmiş !!!!!!

Dün aldığım bir mailin okuduğum her satırında , bunlar kafayı yemiş başka iddialaşacak şey bulamamışlar mı diye düşündüm. Bir an için aklıma bile gelmedi. Ne mi ? İşte...

Olayın kahramanları , iki üniversite ögrencisi . Koyu geyik muhabbetinin düğümlendiği durumlardan birinde, bu iki kafadar bir iddiaya girer....Delikanlılardan biri, odanın tavanında asılı olan ampulü ağzına tamamen sığdırabileceğini iddia eder.... Evet yanlış okumadınız ,bildiğiniz 100 mumluk ampulü... Ve sığdırır da. Ancak bir sorun vardır. Ampulü ağzından geri çıkaramamaktadır. Arkadaşı hayret eder bu nasıl iş diye , o da evdeki başka bir ampulü ağzına sokar ve tabii ki o da çıkaramaz. Bunun üzerine iki kafadar hastanenin yolunu tutmaya karar verirler. Ağızlarında ampul olduğu halde , bir taksiye atlarlar. Konuşma zorluğu çekerek güya taksiciye dertlerini anlatırlar. Taksici bir taraftan gülme krizi geçirirken bir taraftan da "nasıl olur abi ya, uğrassanız çıkar, bir asılın şuna , şaka mı yapıyorsunuz ? " diye söylenmektedir. Neyse akşamın bir yarısında acile gelirler. Taksici ayrılır. Doktorlar çocuklar beklemeleri için bir odaya alır.

Veeee, aradan 15 dakika geçmeden taksici kapıda görünür ; tabii ağzında bir ampulle. Amcam çocuklara inanmamış, açık olan bir marketten ampul almış ve denemiştir !!

BİR ŞEY OLMAZ DİYE HERKES DENEDİ AMA ÇIKARAMIYOR. BİR DAHA SAKIN DENEMEYE KALKMAYIN !!!

* Bu yazı tarafımdan makaslanmıştır. Sadece komik bulduğum için paylaştım.

8 Ocak 2009 Perşembe

Korkmak...

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için, sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendisini sevilmeye layık görmediği için.
Düşünmekten korkuyor sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Duygularını ifade etmekten korkuyor, reddedilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi birşey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor aslında yaşamayı bilmediği için...

W. Shakespeare

7 Ocak 2009 Çarşamba

Üzerine mi gitmeli ?

Korkularımızı yenmek için , "KORKULARIN ÜZERİNE GİTMELİ " derler ama ben buna pek olumlu bakamıyorum. Belki bazı durumlarda üstesinden gelinebilir ama bu herşey için geçerli olamaz. Mesela ben , böceklerden inanılmaz korkarım. Bu korkumu yenmek için , böceklerle bir arada mı olmam gerekiyor ? Asla ! Küçücük bir örümcek bile olsa , anında çığlığı basarım. Hele aniden karşıma çıkarsa , elim ayağıma dolanır , hatta ağlarım bile. Ama her modelinde değil tabii ki :)) Şöyle okkalı kocaman , kara kara olanından bahsediyorum. Tarantula cinsi hani ıyyy...

Genelde yok etme yanlısıyım ama dedim ya , kocaman olursa tepki veriyorum , yoksa diğerlerine " hadii sen git , daha çok küçüksün , büyü de gel :)) " diyorum.

Şimdi anlatacağım olaya çok güleceksiniz biliyorum ama zaten gülün diye anlatıyorum . Sonuç itibarıyla ben bunları sevmedikçe , onlarda hep beni buluyor. Bir gün evde temizlik yapıyorum. Almışım elektrik süpürgesini elime lay lay lomm her yeri süpürüyorum. O zaman sobalı evdeyiz tabii , daha sık süpürmek gerekiyor. Sobanın yanında da 2 tane kocaman pofuduk minderlerim var. Akşamları uyuklama yerim yani . Sonrasında pek kullanmadım. Niye mi ? Minderleri kaldırıp altınıda süpüreyim demiştim. Minderin birini kaldırınca " aaaaa....." diye bir çığlıkkk . Evde de kimse yok , nasıl öldürürüm bu yaratığı ? Bir de zıplıyor saf şey , kendini çekirge mi sandı ne ? Neyse hiç abartmıyorum , örümceğimiz bacakları hariç 3 cm çapında , simsiyah ve kalın. Öylece kalakaldım. Öyle hızlı bir şekilde hoplaya zıplaya minderin altına gitti ki , süpürgeye çekecektim yetişemedim. Ee şimdi , o minderi kim kaldıracak ? Elimi sürmem , mümkün değil. Eşimin de gelmesine daha 3-4 saat var. Minderin başında nöbet mi tutacağım ? Sinirlerim bozuldu , ağlamaya başladım . Bir yandan da gülüyorum halime. Minderin yanından da ayrılamıyorum. Halbuki git içeriye , kapat odanın kapısını , yokkkk olur mu ? Ya kaçarsa ? Neyse pencereyi açtım , yan komşuma seslendim.

- Yurdanur ablaaaaa , Yurdanurr ablaaaa , çabuk gelll nolurrr ? O da , o sırada bahçedeymiş , hemen duydu.
- Nolduuu , niye ağlisennn ?
- Gell , çabukk ama nolurr , bana gülmee amaaa tamam mııı ?
.
Geldi sağolsun , minderi kaldırdı , aradı taradı ama yok. Gülme demiştim ama çok güldü doğal olarak , herkes ben mi ? Korkar mı börtüden böcekten ? Ama ben korkuyorum işte. Ne yapayım ? O gün her yeri ilaçlamıştık , bir daha da o kadar büyüğünü görmedim ...Dilerim bundan sonra da görmem :)

6 Ocak 2009 Salı

Sadece bir rüya...

Güne 11:30' da başlamanın verdiği sersemlik ve karma karışık rüyalar... Acaba ne anlama geliyor diye düşündüğüm , kendi kendime hayra yormanın verdiği garip his...

İnanılmaz güzel bir deniz görüyorum , masmavi , öyle ki dibi görünüyor hatta yüzüyorum da . Sonra bir telefon konuşması yapıyorum ama kim olduğunu bilmiyorum , arkadaşımmış . Belli ki beni üzmüş . Ona " Neden , neden böyle yaptın ? " dediğimi hatırlıyorum . Her şekilde açıklaması olmadığı gibi yine sessiz kalıyor sonrasında çok karışık konuşmalar , hesaplaşmalar , görüntüler , ama hep buğulu ...Bir türlü netleştiremiyorum. Sanırım hava çok yağmurlu , bu yüzden görüntüde problem var :=)
.
Uçakla geliyormuş , karşılamamı istiyor. Buna seviniyorum çünkü kim olduğunu görebileceğimi düşünüyorum . O arada yine karmaşık , farklı , birbirinden ilgisiz şeyler olup geçiyor. Ama öyle uzun sürüyor ki , ben bir türlü gidemiyorum. Ve o kimdi , maalesef göremiyorum . Belki de sadece bir rüyaydı ve bir anlam çıkartmam gerekmiyordur.

İşte bu sıkıntıyla uyandım. Bazen öyle rüyalar görüyoruz ki , film gibi. Uyusak devamını görebilir miyiz dediğimiz rüyalar. Ama olmuyor işte , bütün bir gün gidip gelen kısa görüntü kıvılcımları yaşatıyor. Hayatımızla anlamlandırmaya çalışıyoruz. Belki de yaşadığımız pek çok olayın etkisinde kalıp bilinç altıyla bunu rüyalarımıza taşıyoruz . Olmasını istediğimiz şeyleri rüyalarımızda gerçekleştiriyoruz. Kim bilir ? Farklı bir boyut...

4 Ocak 2009 Pazar

Sıkıntı performans atağı ...

Kaç gündür hiç bir şey yazmak istemiyorum. Aslında bunu bile yazmaya değecek bir durum yok ama sadece sıkıntı gidermeye çalışıyorum. Çünkü küçük beyin performans ödevleri , olmayan performansımı da yedi bitirdi ... Uyuşuk uyuşuk yazması , kalkıp ara vermesi , silip silip düzeltmesi , arada yaptığı hırçınlıklar ve daha saymadıklarım bütün bir hafta sonumu yedi . Hazırlanması gereken görselleri hazırladık , o sadece yanlarına el yazısıyla yazması gereken bilgileri yazacak ama işi yokuşa sürmenin binbir modelini gördüm.

Başka bir sorunumuz da , bu görselleri çıkartacak yazıcımızın biraz rahatsız olması . Uzunca bir zamandır kendisini camdan atma planı içerisindeydim. Ancak atmak bir şey değil de , gidip dağılan parçaları toplamak zor. Neyse sonunda kendisine sonsuz izin hakkı verdik , yolu gösterdik ve yerine yenisi geldi. Geldi gelmesine ama o da bir türlü kurulamadı. Sürekli bir yerde sorun çıkarttı. Ne bu şimdi ? Seninde mi camdan uçasın geldi ?

Bizi yeterince sinir ettiğinden emin olduktan sonra , kurulumunu tamamladı. Bu seferde renkli yazdırmam diye inatlaşmaya başladı. Neymiş mürekkebi bitmişmiş , daha yeni açıp koymuşuz , aç gözlü şey ...Hiç bir şey basmadan , ne diye yetersiz dersin ki ...Uzunca bir harala gürele savaştan sonra , bu sefer eşim camdan atma planı kurmaya başlamıştı ki , tırrtt tırrtt sesleriyle yazma işlemi başlayınca yüzümüz güldü. Ödev görselleri çıktı , yazılarda bitti ama bende bitmiş , yorgun ve de gergin bir haftaya başlamış olmanın mutluluğu içerisindeyim .

Bu işlemler istenilen zamanda bitmeyince de her iş uzadıkça uzuyor , içimde kocaman sıkıntılara dönüşüyor. Zaten bitiremediğim her iş de , ben de panik atak durumları yaratmaya başladı .Yoğun bir rahatsızlık duygusu yaşıyorum sanki hiç bir şey bitmeyecek ve sonunda da kötü bir şey olacağı hissi. Bu da benim kalp çarpıntısı , daralma , aşırı sinirlilik gibi duygularımı körüklüyor. O zaman da bulunduğum andan , herşeyden , herkesden kaçmak istiyorum.

2 Ocak 2009 Cuma

1 Ocak 2009 Perşembe

Noel baba...

5 ya da 6 yaşlarındayım , o an 'a ait hatırladığım en renkli günlerden biriydi yılbaşı ... Kapı çalmıştı , koşarak gidip , açmıştım. Birden karşımda noel babayı görünce hem çok şaşırmış , hem de korkmuştum . O zaman Almanya ' dayız , yoksa o yıllarda noel baba , buralarda ne arar ? Noel Baba’nın elinde kocaman bir çuval vardı. Elini çuvala soktu ve bana bakıp ; " Aslında sana hediye vermemeliyim , çünkü anneni çok üzmüşsün , bana öyle söylediler " dedi.

Ben panik içinde anneme bakmıştım , o çocukluk rüyası kapıya kadar gelmiş ve bana hiç bir şey vermeden gidecekti . Hem annemi üzdüğümü nereden biliyordu ? Sanırım o andaki yüz ifadem öylesine üzgündü ki , elini çuvaldan çıkarıp gülümsedi ve bana noel baba şeklinde kocaman bir çikolata verdi. Çok mutlu olmuştum. Hemen annemi öperek , özür dilemiştim. Noel baba da başımı okşayarak, başka çocukların onu beklediğini , gitmesi gerektiğini söylemişti.

Daha sonra da , babamın beni kucağına alıp , apartmanın penceresinden havai fişek gösterisini izlettiğini hatırlıyorum. O kadar güzeldi ki , unutmamışım işte. Şimdi çocuk olmak varmış dedirten , güzel bir anı oldu benim için ...

** O noel baba da, apartmandan bir komşumuzmuş . Geleneğe göre , her yılbaşında çocukları mutlu etmek için bu tür etkinlikler düzenlenirmiş. Bence güzel bir şey...