16 Kasım 2009 Pazartesi

Ağır gelmez ...

Uzun zamandır hiç bir şeyi bir araya getiremiyorum , parçalar darmadağınık ... İç içe geçmiş , düğümlenmiş gibi...Ve ben , hiç bir şey yapamadan sadece çaresizlik içinde bekliyorum. Konuşuyorum , konuşuyorum ama hep boşa konuşuyorum ....

Ama sevdiklerimin üzülmesine , zarar görmesine dayanamıyorum. Kabullenemiyorum yapılan haksızlıkları , kullanılmayı , saf yerine konmayı. İyi insan olmak , yardımcı olmaya çalışmak , güvenmek bu mudur diyorum . Kandırılmak mıdır ? Anlayamıyorum.
.
Bu düpedüz zarar verme ve birden fazla kişiyi üzme işi. Çaresiz bırakma , zor duruma sokma , hayatını alt üst etme işi . Düşüncesiz, saygısızlık , kişiliksizlik işi . Çok mu ağır oldu ? Yoo , inanın olmadı . Çünkü bu tarz kişilere hiç bir şey ağır gelmez. Aksine hafiftirler çünkü ...

Dünya onların etrafında döner ya... Dönsün bakalım . Elbet geçecek , biliyorum , hak yerini bulacak , acı çektiren de çekecek ama böyle mi olmalıydı ? Çıkamıyorum işin içinden , korkuyorum...

2 Ekim 2009 Cuma

Çok oldu , biliyorum...

İhmal etme rekorumu kırdığımı , çokkk uzun zamandır yazamadığımı , okuyamadığımı , merak ettiğinizi biliyorum. Ama inanın içimden hiç bir şey gelmedi. Herşey yolunda merak etmeyin ...
.
Ama hayal kırıklıklarından , kötü haberlerden , gördüklerimden , duyduklarımdan üzülmekten ve artık düşünmekten yoruldum galiba ...Bende sessiz sedasız çekiliverdim köşeme , hiç bir şey diyemedim ne kendime ne de size... Sadece " yazamıyorum " dedim geçtim ama aklımda neler vardı nelerrr. Kendi kendi konuşmalarım oldu , sorgulamalarım oldu , suçlamalarım oldu , kavgalarım oldu , tarttım bir şeyleri , hayata ve zamana dair ne varsa ... Sonuç ; yine hüzün buldum kendim de. Ne yazacaktım ki ?
.
Ama gördüm ki , beni özlemişsiniz bunu görünce bende sizleri özlediğimi anladım. Bu şimdi yazmaya başlamak mı bilemiyorum ama artık bunları yazmalıymışım gibi hissettim. Hatta uzun bir aradan sonra , çok bile yazdım . Şimdi mi ? Hafta sonu için İstanbul 'a gitme planı yapıyorum . Tabiki de yine kafam karma karışık . Çünkü , okulun ilk haftası oluşu nedeniyle öyle çok işim var ki ... Gidersem , önümüzdeki haftanın bedelini ağır ödeyeceğim . Bu yüzden de bir yanım gitmek isterken , diğer yanım otur evinde "ne işin var , işlerini bitir " diyor. Ama ben diğer yanımı dinlemeden , içimi kıpır kıpır eden , gitme fikrine uyacağım. Bakalım damarımdaki virüse karşı koyabilecek miyim ? Bir de cadıma :))
.
Hepinizi seviyorum , ister okuyun ister okumayın , ister yorum yazın ister yazmayın , seviyorum işte... Çünkü yüzümdeki tebessümün , sebebisiniz...

9 Eylül 2009 Çarşamba

Ateş ve Suyun Aşkı...

Ateş ve suyun aşkı olur mu demeyin. Burcu Güneş' le olur , hem de öyle güzel olur ki ... Aynı masal gibi , rüya gibi olur... Belki de bu yüzden çok sevdim bu şarkıyı , çünkü masalları , hayalleri özellikle de imkansızı severim ben , ateşin suya olan aşkı kadar imkansızı...

Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında
Sevdalanmış onun deli dalgalarına
Hırçın hırçın kayalara vuruşuna
Yüreğindeki duruluğa
Demiş ki suya ; Gel sevdalım ol
Hayatıma anlam veren mucizem ol
Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa
Al demiş ; Yüreğim sana armağan...
Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca
Kopmamacasına, kopmamacasına
Ateşin yüreğini sadece su
Suyun yüreğini ateş alır olmuş


Şarkı burda bitiyor , peki ama ya sonra ne olmuş derseniz ?

Zamanla su , buhar olmaya , ateş , kül olmaya başlamış.
Ya kendisi yok olacakmış , ya aşkı...
Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de
Yüreğindeki kederi de alıp gitmiş uzak diyarlara su...
Ateş kızmış , ateş yakmış ormanları...
Aramış suyu diyarlar boyu , günler boyu , geceler boyu
Bir gün gelmiş , suya varmış yolu
Bakmış o duru gözlerine suyun , biraz kırgın, biraz hırçın.
Ve o an anlamış ; aşkın bazen gitmek olduğunu...
Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
Ateş durmuş , susmuş , sönmüş aşkıyla.
İşte o zamandan beridir ki:
Ateş sudan , su ateşden kaçar olmuş...
Ateşin yüreğini sadece su ,
Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...

.
*** Burcu Güneş 'in Sihirbaz Albümünden en güzel parçalar ...
Lütfen sesi açın , İyi dinlemeler...

7 Eylül 2009 Pazartesi

Tek kayıp balık , Nemo değil !!!

Kayıp Çipura'nın hikayesi bu , hatta 2 günlük yaşanmış bir hikaye ...

Geçen akşam aile bireylerini bizde toplayarak iftar yemeği yedik. Ana menümüzde mısır çorbası , ızgara çupira , fırında erişte , vs, vs...vardı. Diğer ayrıntıları geçiyorum . Çünkü olay balık kısmıyla alakalı.

Her birimize ızgara balık siparişi verdik. İftar vaktine balıklarımız yetişti. Herkes balıklarını aldı ama bir tanesi eksik . En sinir olduğum şey... İçin için eşime "eksik sipariş etmişsin" diye söylenirken eşim "ben tam sipariş etmiştim" diye inat edince , bu sefer top balıkçıya geçti , herhalde o yoğunlukta atladı diye düşündük. Neyse o gece bu konu böylece kapandı . Ertesi günnnn , balığın kokusu çıktı. Hem de ne koku !

Eşim ve kardeşi balıkları almaya gittiklerinde paketin biri yana kayarak , koltuğun arasına girmiş. Eşimin kardeşi de o gün arabayı otoparkta güneşe park edince camları açık bırakmış . Veee iştee kayıp balığın ortaya çıktığı an , bu an. Tekrar arabaya döndüğünde , bi de ne görsün ? Arka koltukta 4 -5 kedi , paketi parçalamış , balığı didik didik etmiş , yemiş , arabanın içine etmiş , yemiş arabanın içine etmiş :)))) Tam bir faciaa !

Tabii , araba doğrucaaa iç yıkamaya gitmiş ama o koku çıkmamış ...Yani o kayıp balık , kedilerin kısmetiymiş meğer...Eşimin kardeşi mi ? " Oto yıkama parasını çatır çatır alırım abiiii " diye veryansın ediyormuş. Haklı ama ne diyim :))

3 Eylül 2009 Perşembe

Power point sunusundaki müziği beğendiysek ...

Harika bir şey öğrendim ve hemen paylaşmak istiyorum. Bazen bize gelen maillerde power point sunular oluyor . Olağanüstü resimler ve yazılar , güzel müziklerle destekleniyor. Zaman zaman acaba bu parça nedir , nerden bulurum derdine düştüğümüz , izini kaybettiğimiz şeyler de oluyor. Ama artık olmayacak. Çünkü parçayı sunu içerisinden kolaylıkla alabiliyormuşuz. Ben aldım ve istedim ki bilmeyenler varsa ve almak isterlerse kolay bir yolu varmış. Belki işinize yarayabilir.

* Diyelim ki , bize bir mail geldi , ppS şeklinde ...

* Önce sadece " Aç " dedik izledik ama çok beğendik bu sefer de " Kaydet " diyerek bilgisayarımıza kaydettik. Şimdi elimizde sadece sunu dosyası var. Dosyayı direkt olarak üzerine tıklayarak açmıyoruz.

* Bunu açarken önce " Başlat " ---> " Tüm programlar " ---> " Microsoft Office " ---> " PowerPoint " seçip öyle açıyoruz.

* Açılan boş sayfada , sol üstte " Dosya " ---> " Aç " seçeneğinden , kaydettiğimiz dosyayı buluyoruz. Bize gelen sunu , tek tek slaytlar halinde sol tarafta açılıyor.

* Şimdi yapacağımız iş , tekrar " Dosya " ---> " Farklı kaydet " seçeneğinden yine kayıtlı dosyayı bulup , bu kez kayıt türünü "Web sayfası " olacak şekilde işaretleyerek kaydetmek. İsterseniz adını değiştirebilirsiniz bu tamamen size bağlı.

* Şimdi kaydettiğimiz son dosyanın içine baktığımızda her bir eklentinin tek tek dosyalar halinde olduğunu görebiliriz. İstediğimiz müziği ya da resmi kolaylıkla alabiliriz. Deneyin bakalım ...

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Mesai tatiliiiii...

Garip bir durumdayım , inanın hem yazmaya hem de yazıp yayınlamaya korkar oldum... Sanki ucunda ölüm var. Binbir şey birikiyor oysaki ama " yok yazamam" diyerek vazgeçiyorum. Öyle ki artık , merak edip telefonla sorar oldular " Nolduu iyimisin ? Neden bir süredir yazmıyorsun ? , hadi çok ara verdin " diye. Yaa iyiyim iyi olmasına ama her günümü rutine bağlayınca , yazma hevesim filan kalmıyor . Sürekli çok sıkıldım diyemem ya. Zaten yeterince geriliyorum , okuyanları da germeyeyim diye boşver diyip yazmıyorum. Nasıl olsa bu zincir kırılır , biliyorum.

Aslında benim için gerçek tatil yarın başlıyor , çocuklar gibi heyecanlıyım . Ne tatili mi ? Mesai tatili tabiki. ( aaa çıldırmış olmalı !) Yarın sabah kalkıp okuluma gideceğim ve güne değişik bir yerden başlamış olacağım . Ve nihayet 60 günün sonunda , sabah uyandığımda hiç birşeyi toparlamadan evden çıkmış olacağım. Dert değil , dağınık kalsın , gelince yaparım ama sabahları hep aynı şeyi yapıyor olmanın getirmiş olduğu o ruh hali beni bitiriyor. Ve belki de ilk kez bir yaz tatilinde bu kadar sıkıldım. Bir türlü geçmek bilmedi. Düşünsenize hergün aynı şeyleri yap yap yap nereye kadar , valla kusasım geldi artık. Tipik bir ev kedisiyken neredeyse ev fobisi geliştirmeye başlayacağım. Herkes sürekli bir şeyler istiyor ve bana " sen ne istiyorsun ? " diyen yok.
.
Ohh be yarın okulum açılıyor , yarın işe başlıyorum oleyyyy... Galiba ben hem okulumu hem de arkadaşlarımı çok özlemişim. Buna ne derler ? " Sıkıntısı başına vurmuş vah vahhh..." derler biliyorum. Diyin diyin içinizde kalmasın. Özlemişim çalışmayı ama evde değil...

25 Ağustos 2009 Salı

Var da var...

Yapılacak hiç bir işim yokmuş gibi , tatildeymişim gibi görünüyor olsa da sürekli evin içinde sonu olmayan işlerle uğraşmaktan içime fenalıklar geldi. Hani diyorum ki , acaba şu okullar açılsa da işler daha mı planlı programlı yoluna girer ? Bilmiyorum. Zaten şu tatilden de nokta kadar birşey anladıysam arap olayım. Tatil olmuşuz ama isteğe bağlı ev hapsinde gibiyim :)) Sanki çalışırken kendime daha çok vakit ayırabiliyordum . Şimdi o da yok . Şu aralar kimselere çaktırmadan ıssız bir adaya kaçasım , hiç bir şey düşünmeden , sessiz , sakin kalasım , sadece denize giresim , yüzesim , güneşlenesim var. Yorgunum ben yaa , gerçekten çok yorgunum ve bu yorgunluk sinirlerimi daha da çok yıpratıyor.

Ve tüm bunlara rağmen yapılması gereken bir sürü iş var aklımda. Hepsi de evle ilgili , sıraya girmiş , benim keyfimi bekliyor , kimisi koştur koştur yapılıyor , kimisi sonra diyerek erteleniyor , kimisi de beynimi kurt gibi kemiriyor. Bunların dışında mimler var cevaplanmak istenen , ziyaretler var beni bekleyen , yazılar var düzenlenmek isteyen , başlanmış , yarım kalmış sonra kafa dağılmış , taslağa atılmış , unutulmuş olan . Herşeyden önce ben varım sakinleşmek isteyen . Var da var işte . Yine ne çok söylendim yaa... Ama ben bilirim içime ne volkanlar sıkıştırdım , lavları beni yakarcasına...

20 Ağustos 2009 Perşembe

Üyelik ücretleri meselesi...

Şu kredi kartları yüzünden taksitli alışveriş tuzaklarına düştüğümüz yetmiyormuş gibi , yılda bir kerede giydirme ücreti talep etmelerine anlam veremiyorum. Neymiş yıllık kullanım bedeliymiş. Kartı kullansanda kullanmasan da “üyelik ücreti” yazısını ekstrede görünce cinler tepeme çıkıyor. Evet , belki bu şekilde kazanıyorlar ama bana saçma geliyor . Bu yüzden de ödemek istemiyorum. Ne diye , o kartı tercih ettiğim için cezalandırılıyormuş hissine kapılayım ki ? Aksine ödüllendirilmek isterim , gerçi o sistem var , yok değil , extra puanlar , cip paralar vs... Hepsi bize geri dönüyor ama diğeri hava parası gibi geliyor. Kısaca ödemek istemiyorum.
.
Sadece bu yüzden 2 farklı banka ile telefon görüşmesi yapmam gerekti. Önce derin bir nefes alıp X bankasını aradım , binbir tuşa basarak , binbir aktarmayla ve dakikalarca dinlemek zorunda bırakıldığım klasik müziklerden sonra zorla Müşteri Temsilcisine bağlanabildim. Sözüm ona klasik müzik dinleterek sakinleştirecekler . Ben daha çok geriliyorum. Arada bir de şunu demezler mi “ Şu an tüm müşteri temsilcilerimiz diğer müşterilerimizle ilgilenmektedirler. Beklediğiniz için teşekkür ederiz ” ya sabırr... elin mahkum bekleriz tabi , ne olcak ?

Eğer bu aşamayı da sakin sakin geçirebiliyorsak ne mutlu . Ama bazen bu iş , o kadar uzun sürer ki “ lanet olsun be , öderim borcumu olur biter , sizle mi uğraşacağım ” dedirtecek aşamaya gelir. Sinirlerine hakim olup o arada telefonu fırlatıp atmazsan (( -ki ben bir kez yapmıştım çünkü abartısız 45 dk. beklediğimi bilirim gerçi konu farklıydı birazda mecburdum yani )) sonunda “ İyi günler ben xxx nasıl yardımcı olabilirim Özii hanım ” diyen sesi duyabilmekte mümkün. Sonra güvenlik adına kişisel bilgi kontrolleri başlar , annemizin kızlık soyadının 1. ve 3. harfinden tutarda , son yaptığımız harcamanın tutarına kadar gelir. Artık buraya kadar epey yol katedilmiştir , şimdi sorunu dile getirmeye sıra gelir.

Son ekstreme yansıtılan yıllık üyelik ücretini ödemek istemiyorum . Ayrıca ek kartında iptalini rica ediyorum. Nasıl yardımcı olabilirsiniz ? ” diyince , sorular sorulur , onaylar alınır ve sonunda o borç silinir. İnanın hemen silinir. Çünkü, biliyorlar ki bu müşteri yıllardır borcunu tıkır tıkır ödüyor , kaybetmek var işin ucunda , memnun etmek onların görevi. Madem ki silebiliyorsun o zaman ne diye alıyorsun ki ? Yoksa ruhumuz bile duymadan çoğu zaman paşa paşa ödüyoruz . Ödenecek hanesine geçmiş ya , otomatik ödeme talimatı da var , kimden ne koparabilirlerse... Hem kaç kişi uğraşır , hele çok yüklü ödemeler yapan birine kart ücreti ne yazar ? Biraz fazlaca memur kafasıyla hareket ediyor olabilirim ama kolay kazanılmıyor . Kredi kartını kullanıyorsam zaten beni kazanmışsın , dahasını da arama ama di mi ? Haksız mıyım ?

** Okuyan bankacılar varsa lütfen bana kızmasınlar...

18 Ağustos 2009 Salı

Bu iş beyinde biter...

İstediğim sonuçlara ulaştım ve ulaşmayada devam ediyorum. Öziice ' de başlayan diyetim , uzun zamandır oraya yazamasam da , harfiyen uygulayamasam da belirli kalıplara uygun bir şekilde devam ediyor. Elimdeki son bir kaç listeyide bloga yüklediğimde , uygulamak isteyenlere kaynak oluşturabilir. Hatta ve hatta aralarda yediğim yaş pastalara , tatlılara rağmen herşey yolunda ...

Özellikle alışkanlık haline getirdiğim bir kaç şeyin çok faydası olduğunu söyleyebilirim.

1-Nereye gidersem gideyim elimde mutlaka yarım litrelik pet şişede suyumu taşıyorum. Bunu günde 4 kez dolduyorum . Böylece 2 lt su tüketmiş oluyorum . Bunun dışında içilen çay , kahve tarzı şeyleri saymıyorum.

2-Çayı ya da kahveyi 1 adet esmer şekerle tüketiyorum. Ne yazık ki , şekersiz içmeyi beceremiyorum. Sadece sütlü nescafeyi şekersiz içebiliyorum .

3-Asitli hiç bir içeceği ve hazır meyve sularını içmiyorum .

4-Sabahları aç karnına 1 adet kuru kayısı ve 1 adet ceviz yiyorum. Bu şekilde yarım litre suyu da kahvaltı öncesi bitirmiş oluyorum. Gerçekten bir süre tokluk hissi uyandırıyor.

5-Gözümü açabildiğim , üşenmediğim sabahlar saat 6 'da kalkıp 1 saatlik yürüyüşlerimi yapıyorum , sonrasında da yarım saat spor aletleri ile çalışıyorum.

6-Öğün arası gereksiz ıvır zıvırları yemiyorum. Kaçamaklar mı ? Yapıyorum tabiki ama abartmıyorum. Nerdee benim içi kremalı bisküvilerim , çikolatalarım ahh ahh ! ....

7-Akşam yemeklerinde gerek duymuyorsam ekmek tüketmemeye çalışıyorum.

8-Akşam 9 'dan sonra meyve dışında bir şey yememeye dikkat ediyorum. Arada yediğim dondurmaları saymazsak :))

Ve bütün bu saydıklarımla birlikte , en önemlisi kararlılık göstermeye devam ediyorum. Hani deriz ya , iş beyinde bitiyor , aynen öyle . Bende kendimi otomatiğe bağladım. Aksi bir durumda rahatsızlık hissediyorum. Ve bu duygunun hiç geçmemesini diliyorum.

Pekiiii , şimdi diyeceksiniz ki satır satır yazdın da , bütünnn bu laflar kaç kilo içindi , söyle bakalım ? Tamam , tamam söylüyorum , söylüyorum ama sakın şok olmayın. Sadece , kolay kilo alabilen bir bünyeye sahibim. Ne yesem yarıyor hesabı. Mesela beni bıraksalar , günde 2 kilo almazsam neyim ? Amaaaa artık yemezler. Alması çok kolay ama vermek hiç de öyle değil . Şimdilikkkk 9 kilodan kurtulmanın sevincini yaşıyorum. Çünkü bir bu kadar daha hedefliyorum . İşte o zaman 5 yıl öncesine dönmüş olacağım :)

16 Ağustos 2009 Pazar

Pankek yaptımm...

Pankek denediniz mi hiç ? Ben bu sabah denedim. İstedim ki kahvaltıda değişik bir şeyler olsun. Hem evin içi mis gibi vanilya koksun hem de kokuyu duyanlar ben çağırmadan tıpış tıpış masaya gelsin. Aynen de öyle oldu. Hem kim istemezki kahvaltı için sadece masaya gelip oturmayı. Çayın bile bardakta hazır. Oh misss...
.
Daha önce bulduğum pankek tarifi çok güzeldi ama bana çok tatlı gelmişti. Reçel ya da çikolata ilavesiyle daha da ağır olunca , bende şekerini azaltarak denemeli , böylece hem tatlılarla , hem tuzlularla yenebilmeli diye düşündüm. Oldu da , hem de çok güzel oldu. Tarifi de kendime göre değiştirdim. Bu küçük , yuvarlak , şirin şeyleri deneyin derim ...
Karışım teflon tavada özellikle göz göz oluncaya kadar pişirilir ve ters yüz yapılır.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
1 yumurta
1 çay kaşığı toz şeker
1/2 çay kaşığı tuz
1,5 çay bardağı un
1,5 çay bardağı süt
1 tatlı kaşığı sıvıyağ ( fındıkyağı )
1/2 paket kabartma tozu
1/2 paket vanilya

14 Ağustos 2009 Cuma

Amazon güzeline ...

“Piştt Amazon güzeli , işin yoksa bugün benimle kahve içer misin? ” diye mesaj attığımda , beni telefon sapığı zannetti. Haklıydı tabi , böyle mesajlar atmak pek adetim değildir ki. Nasıl olsa adımı görecek diye düşündüğümden , aklıma en ufak bir şey gelmedi .

Eli titreyerek “ Kimsiniz? ” diye cevap göndermişti. O panikle bu mesaj kimden diye bakmamıştı . Bende şakaları uzatmayı sevmediğimden ve işin ucunda kalaylanmak da olduğundan , hemen cevap yazdım “ Benim tabiki öziiii ” diye. Ama sonrasında çok gülmüştük. Güzel bir anı oldu. Şimdi de diyorum kii “ pişşt Amazon güzeli , sana ulaşamıyorum , özledim , bana haber bırakır mısın lütfennnn...” yoksa eylemlerim devam edecek dermişim :)

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Kopası dilime !

horse Uzaktan tanıdığı bir arkadaşı , Çerkez'e misafir gelmiş . Yemişler , içmişler , hoş sohbet , şen şakrak 20-25 gün geçmiş … Tabii bizim Çerkez , gayet misafirperver olduğundan ses çıkarmamış.

Bir sabah kalkmışlar misafir Ben artık gideyim ” demiş. Tam kapıda gitmek üzereyken , adettendir ya Yahu birkaç gün daha kalsaydın. İyiydik böyle ” demiş . Misafir hiç itiraz etmemiş “ Madem ki çok istiyorsun , tamam ” demiş . Böylece 20-25 gün daha geçmiş. Sonunda misafir “ Çok oldu artık , ben gideyim . Yolcu yolunda gerek ” diyerek , atını hazırlamış ve binmiş . Bizim Çerkez de “ Oh! , bu kez gidiyor ” diye düşünmüş. Ama yine de büyüklük ben de kalsın " Ne güzel alışmıştık birbirimize , keşke bir kaç gün daha kalsaydın… " diyince misafir bakmış . “ Oluuurrrr , atımı nereye bağlayayım ” demiş .
.
Ev sahibi de “ Nereye olacak ? ” demiş.
“ Şu kopası dilime bağla !. ”

11 Ağustos 2009 Salı

Bağımlısı olmuşum ...

Günlerdir askerlerim , askerlerim diye dolanıyorum ortalıklarda. Ne askeri diyip , gülmeyin , sizin de başınıza sararım , görürsünüz . Sırf bu yüzden de evde olduğum her an ekrana yapışık yaşamaya başladım ve sonumu da hiç iyi görmüyorum. Sabah uyanır uyanmaz , ilk işim hemen köyüme bakmak oluyor. Aman saldırmasınlar , aman askerlerim ölmesin derdine düşüyorum , sanki başka bir derdim yokmuş gibi . Kızıyorum kendime ama yine de engel olamıyorum. Sağa sola henüz masum saldırılar düzenleyip hammadde topluyorum . Neymiş bina inşa edecekmişim , neymiş asker basacakmışım , seviye yükseltecekmişim , altın paralar basıp , misyonerler üretip fetihler yapacakmışım , sonrası ciddi operasyonlar filan filan... Ama küçük çaplı da olsa yaptım :) Hakikaten keyifli... Off Allah'ım yaaa , ben kafayı mı yedim ? Neler diyorum böyle. Boşluktan mı böyle oldum acaba ?

Evle ilgili işler bitince , havada sıcak olunca , tatile gidemeyince , çıkıp gezemeyince , alışveriş de yapamayınca , bende oturup oyun oynuyorum işte , ne yapayım . Sonra bir an düşünüyorum " ne köyü yaa , ne askeri yaa , salla gitsinnn , boşa vakit öldürüyorum " diyorum. Haklıyım hemde çok haklıyım biliyorum ama gel gör ki o kadar emeği de görmezden gelemiyorum . Bakalım nasıl sonlanacak , merak ediyorum.

Şimdi , bağımlılık bu kadar hat safhaya gelmişken , günlük kontrollerimi yapıp , emirler vermem lazımken , o da ne ? Bir bakıyorum ki internet yok . Nasıl yani ? Hayırrr olamaz , işte buna dayanamam , bi bağlanıyor , bi kopuyor , deliriyorum . Çılgınlar gibi evin çeşitli köşelerinde kablosuz ağlar aramaya başlıyorum. Şu hale bak , internet yok diye kriz gelmiş bana . Çocuklar yapmaz benim yaptığımı .Yapar mı yoksa :) Bu nasıl bir bağımlılıktır yaa , ilacı var mı acaba ? Yoksa , uçan internet mi almalı ? Kesintisiz bağlantı istiyorum hatta bazen cebimde bile ... Bağımlısıyız işte...

6 Ağustos 2009 Perşembe

Duvar etkisi...

Sadece ben mi böyleyim yoksa herkes aynı hatayı yapıyor mu bilemiyorum. Bazen beni üzen , beni kıran bazı şeylerin üzerine gitmekten vazgeçemiyorum. Ama bazen de “Amann sende ne halin varsa gör ” diyerek elimin tersiyle itip herşeyi görmezden , duymazdan gelerek “umrumun beşi olmaz ” diyebiliyorum. ( Burgemin sözüdür , çok severim ) Peki , neden her zaman bunu uygulamıyorum ya da neden uy-gu-la-ya-mı-yo-rum
.
Belki de bazı konularda kırılmayı beklemediğimdendir. Aslında çok da saçma oldu , kim , bir konuda kırılmayı bekler ki zaten ? Bir anda söylenmiş bir söz , bir tavır , bende duvara çarpmış etkisi yaratıyor. Hemen anında ifadem değişiyor , mutlulukla mutsuzluğun arasındaki o çok ince sınırı anında geçiyorum. Gören cenaze var sanıyor. “ Ne yaptım ben şimdi ” şokunu atlatmadan , sanki ben hatalıymışım gibi bir de alttan almaya çalışanın yine ben olduğunu görüyorum. Ne bu şimdi ? Sanırım bunu adı , zayıflık. Halbuki ne kadar da katıyımdır , yoksa yoktur , olmazsa olmazdır, hayırsa hayırdır. Bu da katılığımın bir cezasıdır belkide . Kimbilir ?
.
Elimde olmadan nedenleri , niçinleri sorgularken , bazı cevaplar beklerken bunların hiç birini alamamak , duymazdan gelinmek çok zor bir durum . Evet , biliyorum , herkesi olduğu gibi kabul etmek gerek , ama insan karşısındakini hiç mi kendi yerine koymaz. Yaa ben bu sözümle kırarım , haksız yere canını sıkarım hiç mi demez ? Kısa da olsa bir iki kelime hiç mi etmez. Etmez , demez işte , zaten dese , birazcıkta olsun gönül almayı bilir. Hep hiç bir şey yokmuş gibi davranmak mı gerek ? Off of bütün bunlar hep fazla değer vermekten oluyor zaten . Huyum kurusun derler ya kurusun işte.
.
Bu mu ? Yok , yok birikmiş birşey değildi , az önce duvara çarptım da...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Bakar körüm benn ...

Sabahtan beri deli oldum , dolapların altını üstüne getirdim , bahaneyle herşeyi tek tek elden geçirdim. Eşimin dolabına hatta oğlumun dolabına bile baktım. Kirli sepetine baktım , ütülenmemişlerin arasına baktım , bazanın altına baktım , belki düşmüştür diye dolap arkalarına bile baktım . Yok , yok , yok … En en sevdiğim siyah t-shirtüm yok . Çıldıriciimm.
.
Aklıma takıldı , durup durup düşündüm , nereye gider ki evin içindeki şey. İşin en ilginç yanı , en son yıkadığımı hatırlıyorum ama yok ütülemedim ben öyle bir şey , o kadar da eminim. Elime bile geçmedi. “ Hadi son bir kez daha dolaplara göz atayım , belki görememişimdir ” diyorum dönüp dönüp aynı yerlere yeniden bakıyorum. Çalınmadı ya, benden kaçıp gitmedi ya... Ee ne oldu bu t-shirte ?
Böyle deliler gibi aranıp , oflayıp pufladığımı görüp , surat astığımı görünce , bizimki sordu:

- Ne arıyorsun sen ?
- Hani üzerinde sarı , siyah , beyaz düğmeleri vardı , böööyle güzeldi , şöööyle güzeldi , işte o t-shirtümü kaybettimmmm. Bakmadığım yer kalmadı , yokkk.
- T- shirtlerinin arasına baktın mı ?
- Ee herhalde , hemde kaç kere...
- Gel bak bakalım aradığın bu mu ?
- aaaa... O oradamıymış , ben onu kışlık süveterim sanmıştımmm amaaa , ıgg , mıg , hihi....

Halbuki yazlık giysilerin içine bakıyorum , “ süveterin orada ne işi var ” demek aklıma bile gelmiyor. İki kere bakıp es geçiyorum. Bakar kör müyüm , şaşkın mı , unutkan mı , neyim ben bilemedim. Haa bu arada onu hakikaten ben ütülememişim , jeste gelmişim :))

31 Temmuz 2009 Cuma

Sessiz gelin...

Bugün herşey beni rahatsız ediyor. Duymak , görmek , konuşmak istemiyorum. Etrafımda kimse dolanmasın , kimse ses çıkartmasın , bende hiçbir şey yapmadan öylece boşa vakit geçirip , sakin kalayım istiyorum. Ne bir telefon çalsın , ne de bir kapı ...

Yalnız bıraksınlar , ellemesinler , hiçbir şey istemesinler benden , ne , neden , niçin , nasıl , ne oldu , kim , kaçta , niye diye hiç ama hiçbir soru da sormasınlar. Cevap vermek istemiyorum. Sıkılıyorum açıklama yapmaktan , uyarmaktan , düzeltmekten , yoruluyorum ...

Sinirime dokunan herşeyi de parçalamak geliyor içimden . Bağırmak , birşeyler fırlatıp kırmak , ağlamak belki de. En iyisi kabuğuma çekilmek yoksa zarar boyutu çok yakın ...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Yemişim yağları...

Dün yazdığım “ Yağları yakarken ” yazısındaki herşeyden vazgeçtim. Peki buna ne sebep oldu derseniz , aslında sadece bir kağıt parçasıydı. Yani “ Prospektüs ” diyebilirim.

Birkaç uygulamamda L-carnitinenin sıvı formunu kullandım ve gerçekten kendimi çok enerjik hissettim . Tadı aynı bildiğimiz pekmez gibiydi. Koyu renkli , yoğun ve çok tatlı bir sıvı . İçtiğin anda ağızda oluşturduğu kuruluk , aşırı su içme ihtiyacı oluşturuyor. Bu da gayet güzel , “ içim yandııı ” diye diye su içiyorsun. Buraya kadar herşey normal , sorun yok. Sıvı formu bitince tablet şeklindekini kullanayım dedim . Prospektüsü iyice okudum ve uyarılar bölümünde hoşuma gitmeyen birşey beni bunu kullanmaktan vazgeçirdi. Gerçi tamamen doz aşımı olduğunda ve böbrek yetersizliği gibi bir durumdan bahsediyordu ama bu sözden sonra doz aşımı filan bana hikaye...

Kanda Trimetilamin ve Trimetilamin-N-Oksit birikmesi nedeniyle uzun süreli kullanımı önerilmemektedir. Bu birikimin de idrarda , nefeste ve tende ağır bir "balık kokusu" oluşturmasından bahsediyordu . Bu bana fazlasıyla yetti de arttı bile. Koku konusunda aşırı hassas olduğumdan , bu asla dayanamayacağım birşey .
.
Ne balık gibi kokarım , ne de bu tableti çiğnerim. Doz aşımı filanda anlamam . “ Yemişim yağlarııı ” dedim ve vazgeçtim ...

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Yağları yakarken ...

Spor yaparken , bize gerekebilecek ilave bir bilgi , ilginizi çekebilir diye düşündüm. Özellikle de vücuttaki fazla yağları yakmak , enerjiye dönüştürmek ve kilo vermek gibi bir düşünceniz varsa ... Bunun için yapılması gereken şey , L-carnitine kullanmak. İster sıvı , ister çiğnenebilir tablet şeklinde .
.
Peki , L-carnitine nedir ? Amino asit ve vitamine benzeyen , vücutta her gün doğal olarak az bir miktar üretilen , kalp ve iskelet sistemindeki kaslarda yüksek oranda bulunan bir besin maddesi . Yağlardan enerji üretimi sağlamak için kullanılır.

Ancak spor yaparken kullanıldığında , daha iyi sonuç alabilmek için , beslenmeye dikkat etmeli ve alınan karbonhidrat miktarı da azaltılmalı.

L-Carnitine' den en çok faydalanabilecekler ,
5 gruba ayrılmış. Bunlar ;
1- Daha fazla enerjiye ihtiyaç duyanlar ,
2- Kilo vermek isteyenler ,
3- Kalp sağlığını desteklemek isteyenler ,
4-Sporcular ( özellikle dayanıklılığı ve performansı arttırıp , yorgunluğu azaltığından ) ,
5- Vejeteryanlar ( L-carnitine en çok et ve et ürünlerinde bulunduğundan , dışarıdan alındığında bu ihtiyacı karşılayabildiğinden )
.
Ayrıca da , L-carnitine bebekler için temel bir besin olarak kabul edilmiş , ancak kendileri sentezleyemedikleri için bunu anne sütünden doğal olarak karşılayabiliyorlarmış . Bebek maması üreticileri de ürünlerinde , L-carnitine ile güçlendirme yapıyorlarmış. (kynk)

26 Temmuz 2009 Pazar

Bir kez daha aşık...

Bir kez daha aşık oldum , evettt . Ve hiç bir zaman da bunu söylemekten bıkmayacağım . İster trafik sorunu olsun , ister kalabalık olsun , ister pahalı olsun , hiç ama hiç önemli değil. İSTANBUL AŞKI benim için başkadır. Her gidişimde daha da hayran olduğum , o güzel şehrin aşkı bu. Kokusu bile farklıdır , gidip gelen vapurların sesleri , denizin üzerinde çığlıklar atıp duran martıları , balık ekmek kokusunu hepsini seviyorum galiba. Ve “ Yaşanır bu şehirde ” diyorum , çünkü bendeki büyüsü bambaşka...

Ama sayılı gün işte , anlamadan , doyamadan çabucak geçiyor. Döndüm , geldim evime . Özlemişim herşeyi . Özellikle de kesintisiz interneti , blogları , arkadaşlarımı , yazı yazmayı ... Çoğu zaman kelebekler gibi kafamda uçuştu bazı cümleler ama ne kağıtla bir araya gelebildim , ne de bilgisayarımla. “ Unutmam herhalde ” dedim , attım beynimin kıvrımları arasına. Nasıl olsa , hatırlarım diyerek…

Kuzenim hayatının aşkını bulmuş ve bize de sonsuz mutluluklar dilemek , bu anı onlarla paylaşmak kalmıştı. Dilerim gülen yüzleri hiç solmaz, mutlu olurlar. Düğün bahane derken , ailenin diğer bireyleri ile de , birarada olma fırsatı doğdu. Hafif çaplı sitemler olsa da , hayatın dalgası herkese farklı çarptığından , çok da strese sokmadan geçti , gitti. Sonuç olarak , birlikte geçirilen birkaç gün bile çok güzeldi.
.
Canım , kardeşim , dediğim biricik dostum , Mavi adacığımla da görüştüm. Üzüntümüzle , sevincimizle 7 yılı paylaştık , dile kolay. Neredeyse hemen her günümüz beraber geçerken , hayata verilen yönler bizi biraz uzaklaştırdı. Önce onu Çanakkale'ye sonra da İstanbul’a gönderdi . Şimdi ise sadece tatillerde görüşebilir olduk , özlüyoruz birbirimizi . İstanbul ‘da dedim ama yine de biraz uzakta. İstanbul Boğazı' nın Karadeniz'e açılan uç kısmında , şirin mi şirin , minicik bir yerde. Anadolu Kavağında… Ama mutlu , çok huzurlu , önemli olan tek şey de bu , gerisi boş ... Hem artık bütün yolları biliyorum , kimse beni tutamaz ki her türlü giderim. Orayı da çok sevdim …

Ben de teşekkür ederim...

Haftamın en değişik , güzel anlarından biri de Prima Rima ile ilgili. Önce maille haberleştik , sonra telefonla konuşup sözleştik . “ Tamam buluşalım , karşılıklı sohbet edip , kahve içelim ” dedik . “ Ben geldim , nerdesin ? ” dediğinde , heyecanlı bir bekleyiş başladı. Gözüm yürüyen merdivenlere takılı , her gelene baktım ama birden arkamda birisi adımı söyledi . Şaşırdım , sevgiyle kucaklaştık. Garip ama güzel bir duyguydu. Normalde ilk karşılaştığım kişilere karşı biraz soğuğumdur ama bu , böyle birşey değildi. O an ne düşündü bilemiyorum ama ben çok mutlu oldum. Sanki çok öncesine dayanan bir dostluğun izleri gibiydi... İyi ki geldin Ebrucum , seni tanığıma sevindim... Ama nasıl oldu da , biz iki şaşkın , fotoğraf çekmeyi unuttuk , hâlâ ona yanıyorum. Bir daha ki sefere inşallah , ne diyelim .

Ayrıca da ben teşekkür ederim . İnce fikirli düşünüp , kendi tasarımıyla yaptığı güzel kolyesi için . Severek kullanacağım. Bir de , hani o şarı şekeri , Rima'sı var ya , tatlı mı tatlı , cici mi cici , çıtı pıtı bir kız . Rima'cık , kendini bana öptürmedi , kaçtı , “ olmaz ” dedi ama yanağıma çok güzel bir öpücük kondurdu , bir daha ki sefere kaçamaz annesi haberi olsun :)

19 Temmuz 2009 Pazar

Gidiyorum ...

4-5 günlüğüne İstanbul'a gidiyorum. Hem kuzenimin düğünü , hem de akraba , eş , dost ziyaretleri yapıp hemen evime geri gelmek istiyorum. Ama öyle garip bir duygu var ki içimde , “ gidiyorum ” diye nokta kadar bile hevesim yok. Evimde kalayım istiyorum. Birkaç saatliğine çıkıp , gezip hemen evime geri döneyim istiyorum. Hatta bazen beni kimse aramasın , sormasın , ilgilenmesin istiyorum. Acaba yaşlanıyor muyum ? İnsan neden evden çıkmak istemez ki ? Başka ne anlamı olsun , galiba öyle. Sadece rahatımı biraz fazla düşünür oldum. Belki de ondan . İstediğim zaman istediğimi yapabilme özgürlüğüm olmalı , yoksa aklımda kalıyor ve bende gerginlik yaratıyor.
.
Bir de işin sitem tarafı var ki , bu da başlı başına başka bir olay zaten. Gelmedin de , gitmedin de , aramadın da , ben de kalmadın onda kaldın da , önce ona gittin beni sallamadın da , da , da , daaaa vallahi geriliyorum . Yaww sevmediğimden mi , istemediğimden mi ? Tabikide değil. Sadece bazı şeyler öyle denk geliyor. Özellikle seçilip , öncelik verilmiş filan değil. Olduğu gibi yaşanıyor. Aynı anda , iki farklı yeri kabul edemeyeceğime göre tercih yapıp , öncelik belirlemeliyim . İşte en hassas nokta bu , 2.tercih edilen yer kırılıp , surat yapıyor, yapmasa da lafını ortaya koyuyor. Hadi bakalım kurtar gemiyi , laf cambazı. ( ne de bilirim ya!)
.
Yapmayın işte yapmayın . Geliyorsam herkesi görmek istediğimden geliyorum . Öncelik filan yok. Neyse şimdi bütün bunları düşünmek istemiyorum , İSTANBUL bekle beni , geliyorum ... Ve güzel geçsin istiyorum . Ayrıca da evime ne zaman dönerim diye şimdiden düşünüyorum , çünkü özledim bile...

17 Temmuz 2009 Cuma

Ege'm için..

img0109 yıl önceydi , heyecanla gitmiştim hastaneye . Birkaç saat sonra kucağımda dünyanın en güzel varlığıyla birlikte olacaktım. 2 kişi çıktığım evime , 3 kişi dönecektim. Yapabilecek miydim acaba , iyi bir anne olabilecek miydim , iyi bakabilecek miydim hastalandığında , uykusuzluğa , sorumluluğa , sonsuz fedakârlığa dayanabilecek miydim ? İşte bunun gibi karmakarışık düşüncelerle gelgitler yaşasamda , 9 ay boyunca beni merak içinde bırakan , rüyalarıma giren , bu küçük prensi sabırsızlıkla görmek , onu bir an önce kucağıma alıp , doyasıya koklamak istiyordum.

Defalarca doktorumu arayıp “ Hadi artık daha fazla beklemeyelim , dayanamıyorum ” dediğimi ve onunda bana hep “ Olmazzzz , daha var ” diyerek beni sakinleştirdiğini hatırlıyorum. Ama ne zordu , o son 15 gün , geçmek bilmedi ...

Kendime geldiğimde kucağımda minicik , ağlamaklı pembe bir yüz vardı. “ Heyy işte ” dedim , içimdeki kıpır kıpır yerinde duramayan , tekmeler atan , dünya img009tatlısı şey buymuş . “ Hoşgeldin meleğim , hoşgeldin mavi boncuğum . Seni öyle çok bekledim ki , öyle çok özledim ki , bundan sonra ben de senin meleğin olup , seni her zaman koruyup , seveceğim ” dedim. Kısa sürede alıştık birbirimize , kokumuza , sesimize , varlığımıza. Vazgeçilmezimiz olduk birbirimizin. Anladım ki sensiz dünyam bomboşmuş .

İlk kelimelerin , ilk adımların , ilklerinin hepsi her şeyin en güzeliydi. Ve yıllar her yeni öğrendiğin ilklerle de akıp geçti . Şimdi aradan geçen 9 yılda ne çok şey öğrendiğini görüyorum. Nasıl da bu kadar çabuk büyüdüğünü anlayamıyorum … Ve bunu farketmeden , seni hâlâ “ bebeğim ” diye seviyorum. Sende “ Ben gerçekten bebek olmak istiyorum anneciğim ” diye ağlamaya başlıyorsun . Ama benim için değişen bir şey olmadı ki , sen kocaman delikanlı olsan da , yine benim bebeğim olarak kalacaksın. Üstelik her yaşınla , daha da büyüyen sevginle…

Not: Üstteki fotografta 1 yaşında , yandakinde ise 8 aylıkken…
Bu da son halimiz ...

Seni çok seviyorum Egeciğim . MUTLU YILLAR BİR TANEM …

14 Temmuz 2009 Salı

Benim köyüm ...

Şu aralar sıkıntıdan ne yaptığımı bilmiyorum. Yeni bir oyuna merak sardım . Hem de savaş oyununa . Evet , ben ve savaş oyunu . Bu mümkün olabilir mi ? Demek ki olabiliyormuş. Bende çok şaşırdım ama oldu bi kere. Başkası oynayınca laf söylemekten geri kalmıyorum ama başladım artık , gerekirse kendime de söylenirim . Kızarsa kızsın. Tek zararı , ekrana bağımlılığımı arttırdı. Sürekli kontrol etmem gerekiyor.
.
Neyse bu savaş oyunu öyle vurdulu kırdılı , kanlı bişey değil. Zaten öyle olsa oynamazdım. Ama yinede büyük konuşmamak lazım. Ya kandırılırsam :)) ama yok yok , kandırılmam mümkün değil . Bu bir oyun bile olsa birilerine ateş etmek , kanları görmek , katil ruhlu olmak bana göre değil. O yüzden bu tarz oyunlara karşı her zaman çok tepkiliyimdir. Özellikle çocuklar için.
.
Peki bu nasıl bir savaş oyunu derseniz , Klan savaşlarını elbet bilenler vardır. Ortaçağda geçen , şan, şöhret ve güç kazanmayı sağlayan küçük bir köyün hükümdarlığı aslında. Tabii köy her zaman küçük kalmıyor , sayılarını arttırmaya , köyünü savunabilecek kadar güçlü olmaya çalışıyorsun. Henüz çok başındayım , ileride neler olur bilmiyorum , öğreniyorum diyelim. Tek derdim dediğim gibi "acaba ne olmuş" diye sık sık bakma isteği oluşturması . Hem köyüme zarar gelirse çok üzülürüm . O yüzden gözüm üzerinde...
.
Bakalım ne kadar sürer bu sevda ?

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Üzerime yürüdü !!!

Geçen sabah az kalsın hastanelik oluyordum . Hastane olayı işin iyi tarafı , bir de kötü tarafı var ki , diğer tarafı boylamış olabilirdim. Çok şükür ki , sorunsuz atlattım . Ama korkusu yetti.

Küçükken gördüğüm bir rüyayı getirdi aklıma , uzun zaman etkisinden kurtulamamıştım. Sokakta oynarken iki köpeğin üzerime atlayıp , her yerimi parçaladığını , ağlayarak uyandığımı ve sanki o anı gerçekten yaşamışım gibi canımın acıdığını hiç unutamam. O yüzdende özellikle başıboş sokak köpeklerinden çok korkarım .Ve biliyor musunuz bunu ilk kez burada paylaşıyorum. Pek kimse bilmez...

Sahilde yürüyorum , karşıdan da siyahlı kahverengili pis bakışlı bir köpek , hafif sağa doğru yamulmuş , yalpalaya yalpalaya geliyor. Sanki tekerleği patlamışta , sağa çekiyor gibi. “ Ayy noluyooo bu hayvana yaa , niye böyle yamuldu derken kalbim güm güm atmaya başladı . “ Yaw bu hayvan üzerime üzerime geliyor , ne yapacağım ben şimdi , sakin olmalıyım ama nasıl ? Ya saldırırsa , ya ısırırsa !!! ” bütün bunlar aklımın köşesinden geçerken , birden rüyamı hatırladım “ Tamam işte aynı sahne , şimdi parçalayacak , bittim ben . Kaçacak yerimde yok. En fazla denize doğru kaçarım ama elimi kolumu koparmadan bırakır mı ki ? ” diye düşünmeye başladım. Etrafıma bakındım , yardım eden olur mu ki ? Çığlık mı atsam acaba ? O an nasıl stres oldum , nasıl stres oldum anlatamam .
.
Geldi , geldi , geldiiii , gözüm köpekte , dondum kaldım . Bana doğru zıplamasıyla çığlığı atıp elimin tersini savurmam bir oldu . Ağzı değdi elime , elim ıslak ıslak oldu , dişlerini gördüm . Bekliyorum arkamdan geri gelip tekrar atlayacak diye ama öyle bir hızlanmışım ki o korkuyla arkama bakmadan devam ettim . O da geri dönüp gelmedi zaten. Aman bi üzüldüm bi üzüldüm anlatamam. O an ki korkumdan , ağlamamak için zor tuttum kendimi. Elim ayağım zangır zangır titredi. En yakın cafeye girip elimi yüzümü yıkadım . Derin bir nefes aldım , çıktım . Ama o da ne ? Bu seferde kapıda başka bir köpek . Hoppalaaa , deliricem ama sabah sabah bela mısınız ?

- “ Yok abla yokkk , o bişey yapmaz ” ( diye bir ses duyunca içim rahatladı )
- “ ay iyi bari yağmurdan kaçıp , doluya tutulmayalım da ” dedim. Ama hakikaten bu sevimli bir şeydi. Ne bilsin hemcinsi beni korkutmuş ...

Pis hayvan işte , normal normal yolundan yürüseydin ya , ne diye atlayıp duruyorsun ki insanların üzerine , ben senin oyun arkadaşın mıyım ? Hem ben senin üzerine gelip saldırma teşebbüsünde bulundum mu ?

Şaka bir yana ama eğer o atlayışında koluma diş geçirseydi , itme çekme derdinden kesin düşer , bayılırdım. O da beni bi güzel parçalardı herhalde. Düşünmesi bile çok korkunç...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Şarj oldum...

Yorgunluğa ve uykusuzluğa çok dayanıklıyımdır , son ana kadar asla pes etmem , saatlerce yürürüm , sesim çıkmaz , yoruldum yeter demem , günlerce hatta haftalarca 4-5 saatlik uykuyla idare ederim , yine de pes etmem . Amaaaaa öyle bir an gelir ki , içi boşaltılmış bir çuval gibi yığılır , kalırım. İşte o anın , nerede ve ne zaman geleceğini kestiremem , o andan sonra 1 dk. bile dayanabilmem mümkün değil . Vurgun yemiş gibi olurum. Yanımda top atsalar duymam. Olduğum yerde uyur kalırım , gözümü aralayamam bile , üzerimde tonlarca yük varmış gibi gelir. İşte böyle anlarda kimse dokunmasın , şarj olayım isterim.

Geçen gün de böyle bir günümdeydim. Sanırım bunda aşırı sıcağın ve nemin etkisi de çok fazlaydı. Arkadaşımla dışarıya çıkmıştık , o , hadi şuraya gidelim , buraya gidelim dedikçe yürümek bana kâbus gibi geldi. Sürüklenme modunda gittim gitmesine ama iki de bir çocuklar gibi mızıklandım durdum. “ Hadi eve gidelim , yoruldum , susadım , acıktım , uykum geldi ” gibi şeyleri söylendim durdum, derdim hiç bitmedi. “ Şimdi eve gidelim , sonra yine geliriz ” dediysem de ikna edemedim. Nedendir bilmem ama , demek o gün , şarjımın bittiği anmış. Yoksa gıkımı bile çıkartmadan fır fır gezerim .

Nihayet eve döndüğümde , soğuk suyun şok etkisiyle biraz kendime geldim. Ama dinlenmek için yattığımda uyumuş kalmışım yani sızmışım. İşte o gün , benim en erken uyuma rekorumu kırdığım gün , tam 12 saat uyumuşum :) Şimdi mi ? Artık şarj oldum , sabaha kadar gezebilirim. Cin gibiyim cin ...

7 Temmuz 2009 Salı

Nur topu gibi....

Neymiş efendim , şimdilik bana zararı olmayacakmış , ara sıra yanma ve ağrı şeklinde kendini hissettirecekmiş ve bundan sonra hayatımı onunla sürdürmek zorunda kalacakmışım. Başka da bir şey araştırıp yapmayacakmışım . Acaba ? Yaklaşık 10 gündür sol böbreğimde hissettiğim yanma sonucunda , nur topu gibi bir taşım olduğunu öğrendim . Çekilen ultrason sonucunda 5,5-6 mm. çapında , düşürülmesi , kırılması mümkün olmayan ve gizliden gizliye varlığını 3-4 yıldır sürdüren bir taşmış meğer.

Zaman zaman yanma hissediyordum ama gittikçe şiddeti artıp , daha sık aralıklarla olunca ve hafif bir ağrıya dönüşüp sırtıma vurunca dedim ki : “ Eyvah , bu ya böbrek taşıdır ya da kum ” . Hadi geçmiş ola özii . Bu da bana , zamanında az su içtiğim ya da hiç su içmeden geçirdiğim günler için kapak olsun . Şimdi dooğruuu doktora …

Tahliller , testler , ultrason derken en son doktorun açıklamaları canımı sıktı. Her ne kadar bunun sana zararı yok , bu seninle yaşayacak dese de , yanma yapıyor , niye ben bu yanmayı hissetmek ve belime hançer sokulmuş gibi kıvranmak zorunda kalayım ki ? Ağrım oldukça içmem için ilaç verdi ama onun dışında dökmek ya da eritmek için sakın çaba harcama dedi. Sütü , yoğurdu , sodayı azalt diyince de , ben can evimden vuruldum. En sevdiğim şeydir , süt ve süt ürünleri… Artık bir süre , azaltma yoluna gitmekten başka bir çare yok.
.
Eğer taşı kırdırma yoluna gidersem , taş iç kısımda olduğundan , kırılsa bile yine de düşmez ve kırılan küçük parçalar daha da büyüyerek , sorun yaratabilirmiş. Işınla kırmayı da , diğer dokularım zarar görmesin diye tavsiye etmediğini bunun benimle yaşayacağını , büyürse ameliyatla alınacağını söyledi. Biliyorum çocukça ya da cahilce olacak ama ben ameliyattan çok korkuyorum ve o aşamaya gelmesini istemiyorum. Doğuma bile nasıl gittim ona hayret ediyorum . Gerçi O , çıkmak zorundaydı çünkü çok büyümüştü :)) ama sonuçta adı ameliyat işte…
.
Şimdilerde Eşkina balığının kafasında bulunan bir taşın limonla içildiğinde , taşları erittiğini ayrıca Gilaburu adı verilen bitkinin meyvelerinin de böbrek taşlarına iyi geldiği gibi şeyler duyuyorum ama ilk önce başka bir doktora daha gidip gerçekten bu taşın kırılmaması konusunda hem fikir olup olmadığını öğrenmeliyim. Benle mi yaşayacak , düşürebilme ihtimalim var mı , yoksa , yoksa ameliyat son nokta mı ?

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Kokuna hastayım...

Daha önce görev yaptığım okullardan birinde bir hizmetlimiz vardı. Ancak bir konuda çok hassastı. Aşırı tozlu ve kokulu ortamlara giremiyordu . Alerjik astımı , oldukça ciddi olduğundan her defasında gözünü hastanede açıyordu. Bahçede çalışırken bile , kaç kez çimlerin üzerinde baygın bulmuşlar. Yani her konuda dikkatli olması gerekiyor. Kokular , tozlar , polenler sonuçta herşey tehlikeli ...
.
Şöyle bir olay geçiyor başından , okula bir öğretmen atanıyor ve oldukça da ağır bir parfüm kullanıyor . İlk başlarda kimse kimseyi tanımadığından bizimki öğretmene bir şey diyemiyor. Ama bizimki kokuyu her duyduğunda fenalaşıp bayılıyor. 1-2-3 derken , artık söylemeye karar veriyor ve gidip diyor ki:

- “ Ben senin kokuna hasta oluyorum ” diyor ve küttt yine düşüp bayılıyor.

Öğretmen şaşkın , korku dolu bakışlarla , soluğu doğruuu idarede alıyor. “ Ne biçim hizmetliniz var , bana neler dedi ” diye başlıyor şikayete. İdareciler olayı anlayınca kahkahalarla gülmeye başlıyor. Anlatıyorlar durumu , öğretmenimiz hem çok üzülüyor hem de çok gülüyor . Kısacası demek istiyorum ki , kokunuzla adamı hasta etmeyin :)))

3 Temmuz 2009 Cuma

Bu sabahtan...













                       













 
 
…Fotolar 06:30 ile 07:15 arası çekilmiştir…

Güneş doğarken ...

Sabah saat 05:50 , telefonum güzel bir müzikle açıldı , bir an " noluyoo yaaa bu saatte ? " diye homurdandım , sonra birden aklıma geldi , fırladım yataktan . 5 dk. içinde hazırlanıp kendimi dışarıya attım. Düşündük ki , sabah sabah yapılacak en iyi spor , bisiklete binmekti . Bizde 4 bisikletli sözleşip , sahilde buluştuk. Güneş denizin üzerinde henüz yeni yeni yükselmeye başlamıştı . Öyle güzeldi ki , sessiz , sakin , kafa dinlemek ve başka dünyalara açılabilmek için harika bir saatti.

Ama yalnız değiliz, bizim gibi erkenci olan o kadar çok kişi var ki... Yürüyüş yapan amcalar , teyzeler , hafif tempo koşanlar , bisikletli gençler ( bizde onlardan olduk bu arada :)) hatta ve hatta o saatte denize girenler bile vardı.

Birden aklımdan binlerce şey geçti , herkes mışıl mışıl uyurken , hayat burada akıyormuş meğer. Ama biz farkında bile değilmişiz. Bir an açıklardaki kayıkta olup balık tutma zevkini yaşamak , bir an denize karşı balkonda oturup kahvaltı keyfi yapmak , çayımı yudumlamak , çay kaşığının çıkardığı şıngır şıngır sesini duymak , denize , uzaklara dalmak istedim . Sonra da “ bisikleti daha hızlı kullan , rüzgarı yüzünde hisset , bu çok daha iyi ” diyerek kendime geldim . Bacak kaslarımın beni çekmekte zorlandığını , acımaya başladığını hissettiğimde de “ bu harika ” diye sevindim. Çok erken de olsa güzel ama yorucu başladım güne. Böyle tatlı tatlı uyuyasım var . O yüzden , spor yorgunluğunu ve sonrasındaki rahatlığı çok seviyorum. Gelmek isteyen varsa buyursun , bekleriz efendim...

1 Temmuz 2009 Çarşamba

Nasıl geçecek bu tatil ?

untitled Bitti işte , herkes yine bir yerlere dağıldı ve gitti. Tatil için bile olsa sevmiyorum ayrılıkları , özlüyorum arkadaşlarımı , birlikte geçirdiğimiz güzel anları … İyi tatiller dilerken bile , garip bir hüzün kaplıyor içimi . Ve belki inanmayacaksınız ama şu an , gerçekten çalışıyor olmayı tercih ederdim. Evde oturmak her zaman çok zevkli değil , aksine sıkıcı ve daha da yorucu …
.
Bu tempoya ancak 1 ayda alışırım , geç uyumalar , geç uyanmalar , bitmek bilmeyen ev işleri. Oysaki 2 ay sonra okullar açılırken yine homurdanacağımdan hiç kuşkum yok. Zaten yeni durumlara alışmak hep zor olmuştur . Alışkanlıklarımı kolay değiştiren bir insan olmadığımdan , etkilenirim değişikliklerden , hep aynı kalmalılar , bilmeliyim ki ordalar , istediğim zaman ulaşabilmeliyim. Ama ne aynı kalıyor ki ? Ya da kim ?

Gerginliğimin büyük bir kısmı da tatil planı yapamayışımız sanırım ve ne olacağı konusunda da hiçbir fikrim yok. Sadece zamana bırakılmış , belkilerle , bakalımlarla geçiştirilmiş bir durum var ortada. Yani kocaman bir belirsizlik ! Ama ben , bakalımları bekleyemem , küçük de olsa bazı planlar yapmalıyım.

İlk etapta bu hafta sonu İzmir 'de harika bir turnuva var ama büyük bir olasılıkla gidemeyeceğim , aklım , ruhum hepsi gidecek ama bedenim gidemeyecek. O yüzden de çok keyifsizim . Geçen yıl ki gidişim çok anî bir kararla olmuştu. Telefon üstüne telefonlarla ikna olup “ Tamam geliyorum ” demiş ve 2 saat sonraki otobüse yetişmiştim. Sabahın ilk ışıklarıyla gözümü İzmir ’de açmıştım. Acaba diyorum , şimdiiii , şimdi yine böyle bir şey olabilir mi ? Mümkün mü ? Yoksa facebook resimlerine ağlayarak mı bakmam gerekecek ?

29 Haziran 2009 Pazartesi

Neden yazmıyormuşum?

Soruyorlar , ne oldu , neden yazmıyorsun ? Ee hadi artık yaz bir şeyler diye... Ama hakikaten yazamıyorum , açıklaması filan yok sadece içimden gelmiyor hepsi bu. Araya giren onca iş , belli ki ilgimi dağıtmış , mesafe oluşturmuş , o yüzden de eskisi gibi yoğunlaşamadım. Hem takip , hem de yazma konusunda . Biliyorum geçici bir durum , olur böyle ara sıra denir , geçer . Oysaki esas şimdi okuma ve yazma zamanıyken , şu bir kaç satır bile canımı sıktı. Neyse başladım bir kere , silme yada taslaklara atma işini yapmadan devam ediyorum.

Hımmm hummm , peki ben şimdi ne anlatacağım , aklıma hiç bir şey gelmiyor ki. Acaba , işlerim bitti de , canım sıkılıyor mu desem , bu tatil böyle geçmez ben kafayı yerim mi desem , okunacak kitaplarım var ama her gün yarın başlarım diye kendimi kandırdığımı mı söylesem , sürekli biriken ve hiç bitmeyen çamaşır ve ütü ikilisinden nefret ettiğimi mi söylesem , sıkıldım çığlık atmak istiyorum mu desem , çılgınlar gibi alışveriş yapmak istiyorum ama param yok mu desem , ben artık tatile gitmek istiyorum ama imkansız mı desem , arkadaşlarımı ihmal ediyorum , çok hayırsızım mı desem , valla ne desem bilmiyorum . Vazgeçtim işte , hiç birini söylemiyorum. Aklıma gelince gelir söylerim…

19 Haziran 2009 Cuma

Bir imza kadar basit...

untitled Bazı şeyler bir imza kadar basit. Mesela , imzayla başlayan evlilikler yine bir imzayla son bulabiliyor. Gayet basit gibi görünüyor ama elbetteki değil. Sanki imza atılınca herşey geride mi kalıyor ? Hayır...
.
İmza , yeni başlangıçların , anlaşmaların , bazen anlaşmazlıkların , sahip olduklarının , yaptıklarının ya da yapacaklarının , kısacası kendimizin yasal bir sözü aslında. Nereden çıktı şimdi bu imza hikayesi derseniz , anlatayım. Bugün bir imza attım ve içim buruldu . Bir an kendimi çok kötü hissettim. Geri dönüşü yoktu. Acaba iyi mi ettim yoksa kötü mü bilemedim. Her iki taraf içinde hayırlısı olsun dedik . Astım suratımı çıktım . Yok yok kocayı boşamadım hemen paniklemeyin :=))

sweet%20Home Yılların birikimiyle aldığımız bir evimiz vardı. Kolay mı ? Hiç değil , herşeyden kısıp kısıp ödeyenler anlar ancak. Yaklaşık 2 yıldır bitmiş durumdaydı ama yerleşim yerine biraz uzak oluşu ve istediğimiz gibi olmayışı nedeniyle oturmayı hiç düşünmedik. Satalım daha yakın bir yerden istediğimiz gibi bir ev alalım dedik. Ama bu zamana kadar ne bir satış oldu ne de başka bir şey ...Yani evimiz varken boşu boşuna kira ödedik. Ne gerek var ki ? Acilen çözüm çalışmalarına başladık. Bu işin en çözülebilir yolu , takasa girip anlaşmak ve üzerine fark vererek istenilen şartlarda bir yere sahip olmaktı. Elbetteki çok araştırdık , çok soruşturduk , öyle bodaslama dalmadık. Gerçekten oldukça güvenlinir iyi bir inşaat şirketi . Ama ne kadar güvenilir olursa olsun benim içimdeki o kocaman soru işareti hiç geçmedi. O kadar kötü şeyler duyuyoruz ki , güvenmek çok zor. Biliyorum biraz fazla garanticiyim , riski sevmiyorum ama hayatta öyle şeyler var ki bazen güvenmek ve risk almak zorunda kalıyorsun. Sanırım biz de öyle yaptık.

Yani bugünkü imzamla artık bir evimiz yok , vardı da gitti , o kadar yılın emeği , sıkıntısı , herşey sadece bir imzaya baktı. Elimizde ise , bize vaad edilmiş , gelecek yıl bitmesi planlanan güzel bir evin sözleşmesi ve bir de güzel hayallerimiz var . Bir imza bu kadar basitmiş meğer...

14 Haziran 2009 Pazar

Güzel bir turnuvaydı...

İnanılmaz güzellikte bir turnuvayı ,inanılmaz bir yorgunlukla sonlandırdık. Tüm heyecanlarımız , kaygılarımız son ana kadar sadece bize verdiği sıkıntıyla yanımıza kâr kaldı . Zaten hep böyle olmaz mı ? Belki de işin heyecanlı yanı bu olsa gerek. Her olumlu geçen aşamada , biraz daha hafifledik. Genel izlenimler oldukça güzeldi ve insanları mutlu gönderdik diye düşünüyorum. Elbetteki ufak tefek aksaklıklar yaşandı ama öyle göze batacak nitelikte değillerdi. Nazar boncuğu kıvamında diyebilirim...

Sonuçta bizler , kendi çabamızla bir şeyler yapmaya çalışan , sadece ortak bir tutkuya gönül vermiş insanlarız. Önemli olan bir arada olmak , paylaşmak ve oyunlardan keyif almak. Ama bunu gerçekleştirirken daha iyi şartlarda bir şeyler yapabilmek en güzeli. Hep hayal ettiğimiz kadar güzel olsun , bazı standartları yakalasın istiyoruz . Yine de yaşanan tüm sıkıntılara rağmen güzeldi hem de çok güzel . Tadına doyamadık , sırada İzmir var bakalım ...
.
Ayrıntılar , videolar , resimler yakında BursaGo 'da...

12 Haziran 2009 Cuma

Kıskanmayın ! Tatile girdik :)

Report%20Card%20Girl Son zil çaldı ve herkes dağıldı . Sevinenler , başarıyı hak ederek kazananlar hep gülen taraf oldu . Üzülenler , ağlayanlar pişmanlıklarının bedelini ödedi ama bunu farkedebilmeleri bile bir şeyler öğrenmelerini sağladı. Aynı hatayı yapmamak için daha çok çalışıp , çaba göstermesi gerektiğini gördü. Farkı farketti belki de…
.
Kısacası tatlı , acı anılarıyla bir eğitim öğretim yılını daha bitirmiş olduk. Cıvıl cıvıl sınıflar , koridorlar hepsi boşaldı. Artık zaman , dinlenme zamanı ve tatil zamanı …

Şimdi pek çok çalışanın şöyle söylediğini duyar gibiyim. “ Ah ah ! keşke ben de öğretmen olsaydım da şimdi tatil olsaydım. Ohhh ! ne kebapsınız. ” derler ya hep. Burada ki kebap kelimesi de başka bir olaydır tabi. Evet şu an “ tatil ” kulağa hoş geliyor , biliyorum. Ama inanın bu dinlenmeler , tatiller dönem içindeyken burnumuzdan fitil fitil geliyor. Aşırı gürültülü bir ortamda çalışan , 30 farklı hatta bazen 150 farklı karakterin bir arada bulunduğu , enerji dolu çocukların ilgisini tek bir noktaya toplayabilmek ve bunu saatlerce sürdürebilmek hiç kolay bir iş değil. Ayrıca eve her gün iş getiren , gecenin bir saaatine kadar sayfa sayfa yazılarla , hazırlıklarla , ön çalışmalarla mesai saatini fazlasıyla dolduran , yıpranan bizken. Sonra da “ Demezler mi ? ohh yatın yatın 2 ay tatil var tabi ” . işte o zaman kızıyorum . Ben istemezmiydim sessiz bir ofiste masamın başında dosyalar raporlarla vs . çalışmayı . Ya da daha farklı bir şeylerle uğraşmayı. Ama bilirdim ki , işten eve gidince sadece yorgun olurdum elim kolup kitaplar , kağıtlarla dolu olmazdı. Yani iş , iş yerinde kalırdı.

Neyse , şimdi karnesinde tüm notları 5 olan tüm öğrencilerimizin başarılarının devamını diliyor ve sevgiyle kocaman öpüyorum . Tabii öncelikle Ege 'ciğimi öpüyorum . Ah annecik , bi de yaramazlık yapmasan , harikasın diyorum.

Bunun dışında karnesinde notu düşük olanlara da üzülmek yok , çalışmak var diyorum. Lütfen çalışın , çünkü zaman geri gelmiyor sonradan üzülmenin kimseye faydası yok . Azıcık söz dinleyin yaww...Tüm çocuklara iyi tatiller… Bana mı ? Henüz yok , çünkü 1 Temmuz’a kadar devam …

10 Haziran 2009 Çarşamba

web kursu da bitti...

Kursumuz dün akşam itibarıyla sona erdi ve nedense hepimizde büyük bir boşluk oluşturdu . Alışmışız sanırım her akşam , her akşam orda olmaya. Zaten seçme kişiler bir araya getirilmiş gibiydik. Oldukça keyifli bir ortamda , keyifli programlar öğrendik . Formatör öğretmenimiz “ Şanslı kişilersiniz ” dedi. Bence de öyleydik .

Yoğun zamanlarımızın en değerli anlarını alsa da , öğrendiğimiz programlar buna değdi. Son gün olması nedeniyle de sınav olduk . Formaliteden ibaretti ama güzel bir sınavdı. Daha öncede demiştim , öğrenci olmayı , çocuk olmayı özlemişiz galiba . Koskoca öğretmenler olsak da “ paylaşmak güzeldir ” ilkesine dayanarak ortak bir çalışma yaptık. Zaten hocamız da sınıfta hiç durmadı . Kısacası “ rahat edin ” demek istedi.

Amaç , web sayfası düzenlenirken kullanılması gereken bazı programları öğrenmekti. Fireworksle animasyonlu gifler yapmayı , Flashla hareketli çizimler yapmayı , İllustratorle sınırsız güzellikte resimler çizebilmeyi , Photoshopla resimler üzerinde oynamalar yapmayı ve en son olarakta Dreamweaver ile web sayfası hazırlayıp , aktarmayı öğrendik. Tabii bu arada oldukça komik anlarımız da oldu. Mesela , bir keresinde tekerleği dönerek giden bir araba yapmaya çalıştık. Kolaymış ama bazen öyle denk geliyordu ki uçan arabalar, takla atan arabalar , birden bire tekerleği yok olanlar gibi değişik şeylerde ortaya çıkıyordu. Sonuçta hepsi çok keyifliydi çünkü ilgi alanımdı.

Şimdi ise sadece üzerinde yoğunlaşmak ve gelişmek gerek. Çünkü gerisi tamamen hayal gücümüze bağlı...

Not: Çizim bana ait değil . Şu an bilgisayarımda flash yüklü olmadığından yaptıklarımı göremiyorum.