31 Aralık 2008 Çarşamba

2009 'a ...

2007 , 2006 'dan daha güzeldi . 2008 , 2007 'den daha güzel olmadı . Hatta 2008 ' i sevemedim bile diyebilirim. 2009 , 2008 ' e ne yazar , bilemiyorum.
.
Hepimizin içinde güzel umutları var , hayalleri var ama koskaca bir 365 günde neler yaşanır bilinmez. İstediğimiz tek şey sevdiklerimizle birlikte olmak , sağlıklı ve mutlu olmak . Bu arada hayalerimizde gerçekleşse hiç fena olmaz hani...
.
İki sıfır sıfır dokuzun bol şans , mutluluk ve sağlık getirmesi dileğiyle...

30 Aralık 2008 Salı

Tedaş' tan hediye...

Yılın son günü , bu kadar kriz içinde aldığım haber hiç de iyi değildi. Eşim eve geldiğinde " Sana kötü bir haberim var " dedi , o an bittim zaten , aklımdan bin bir türlü şey geçti.

Geçen yıl Ocak ayında elektrik sayaçlarımız değişmişti. Dijital olanlardan gelip taktılar. İyi hoş tabi , yenilik iyidir ama 1 ay sonra fatura gelmeyince , neden , ne oldu diye bir araştırma yaptık. "Gelip baksınlar" dediler. Öyle böyle 1 ay daha geçti. Hâlâ fatura yok , üstelik sayaç , saymıyor bile... Yine haber verdik , " Gelin sayacınıza bakın , bu arızalı " diye. Sayaçlar yeniymiş de , nasıl arızalı olurmuş ! Yaw , yalan mı söylüyoruz yani . Fatura gelmiyor işte...

Hemen bir çocuk yolladılar , o da pek bi yetkiliydi ki görmeyin , saati sökmeyi bile beceremedi." Ben bi alet çantamı alıp geliyim " dedi , gitti. Sonuç itibarıyla saati değiştirdi ama o zamandan bu zamana kadar , ödenmeyen ayların borcu filanda gelmedi. Evet kullandık , ödenmesi gerekiyordu ama sayacı ben mi bozdum ? Gel dedim de hemen mi geldin ?
.
Şimdi yıl sonu sayımı yapıyorlarmış , bilgisayar döküvermiş borcumuzu ama bu borç diğer aylara göre çıkartılan ortalama bir borçmuş . Yani Tedaş'ın yeni yıl kazığını da yedik ya , hayırlı uğurlu olsun ...

Yanımda olduğun için...

İçim sıkılıyor, hem de fena halde sıkılıyor... Hapishanede volta atanlar gibi , bir ileri , bir geri evin içinde dolanıp duruyorum. İki gündür kendimi iyi hissetmemem , dün okula bile gitmemem sanırım beni daha da sıktı. Vakit geçsin diye bilgisayarın başına oturuyorum , hemen ondan da sıkılıyorum , mutfağa gidiyorum , bir şeyler mi yesem ya da yapsam mı diyorum , ıhııh onu da istemiyorum. Ama doğum sancılarım tutmuş gibi de kıvranıp duruyorum . Nedir bu ruh halim ? Hiç bir şey istememek , ne biçim bir şey !

Daraldım sanırım , konuşacaklarım hep içimde kaldı ya , şiştim kaldım bende . Kurdum kurdum , suçsuz yere ceza almış , içine sindirememiş , ağlamaklı çocuklar gibi ... Zoraki bir gülümsemeyle geçiştiriyorum işte ...

Ama bugün , bana katlanmak zorunda kalan arkadaşıma (özlenen özgürlük) bir kez daha teşekkür ediyorum , yanımda olduğu için , bir de bana aldığı güzel nergisler için ...Çok güzeller , evin içi mis gibi koktu ...

29 Aralık 2008 Pazartesi

Konuşmak lazım ...

Karşılıklı oturup sorunlarımızı , kızgınlıklarımızı konuşamayacak kadar aciz miyiz ? Sessiz kalarak hangi sorunu çözebiliriz ki ? Bir süre kafa dinlemek , sessiz kalmak iyidir , bunu anlarım . Ancak iş, sorun çözümüne geldiğinde iyi ya da kötü ne varsa konuşulmalı , ortak bir karara varılmalı diye düşünürüm. Aksi taktirde yapılan şeyler daha kırıcı , daha yıpratıcı olabilir. Bence bütün sorun bizde , içimizde ... Yok saymak , unutmak çözüm değil !

Konuşmak lazım , konuşmak... Nedenlerini , niçinlerini bilmek , sonra kabul etmek lazım. Açıklama yapmaktan korkmamak lazım. Arkadaşlığında , paylaşımların da bu kadar kolay bitmemesi lazım. Bence yanii...

Çünkü ben , çok üzgünüm.

28 Aralık 2008 Pazar

Ama ne düğün !!

Efendimm , dün eşimin bir yakınının düğününe davetliydik. Tüm aile bilir ki , pek severim ben düğünleri ! Amanın düğün olsa da gidip şıkır şıkır oynasak derim ...
( kocaman bir yalannn... )

Bana söylemeye bile bir çekince içerisindedirler. Gitmediğimi , oynamayı sevmediğimi , zorlanmaya da hiç gelemediğimi bilirler. Söylemesi ayıp , biraz zor gelinimdir de. Hatta gıcık! Ama ben , ne yaptım , bu düğüne gittim , sürpriz yaptım yani ... Düğünü sevdiğimden değildi ama gelinimizi bir kaç ay evimizde konuk etmiş , güzel zamanları paylaşmış , birbirimize destek olmuşluğumuz olduğundan görmek istedim. Özii ablam da gelse keşke diyince , onu kırmak istemedim. Mutluydu , hem de çok . Gözünü eşinden hiç ayırmıyordu dans ederken. Mutluluğu daim olsun...

Ama esas takıldığım konu "düğün". Bir dolu rüküşü bir arada görebileceğin tek yerdir. Kıyafeti üzerine oturmamıştır , en cart renkleri seçmiştir , her yerinden danteller fışkırıyordur , ayakkabılar bambaşka bir kıyafete aittir. Saçı inanılmaz abartılıdır , simler saçılmıştır. Tüm bunları hiçe sayıp , bi de çıkıp şıkır şıkır da oynarlar , sanki Asena' dan ders almışlardır. Ben de oturup bunları izlerim , sonra da için için gülerim. Hatta bazen dayanamam , bakışlarla , kaş göz işaretleriyle anlaşıp birlikte güleriz bazı şeylere. Bitse de gitsek sıkıntısı içinde oturur , böylece malzeme toplarım . Zaman zamanda " Hey kızım heyyy , ne işim var benim burda " diye kendi kendime söylenirim.

Bu gece de gözüme takılanlarla vakit geçirdim . Ama ne çok güldük smilena ve ben. Öncelikle piyanist şantör kılıklı bir adam vardı. Gümüşi lame takım elbisesi , sivri burun ayakkabıları , keçi sakalı , at kuyruklu saçları ile adeta göz kamaştırıyordu. Nereden düştün dedirtircesine .... Gecenin yıldızı seçildi çünkü o kıyafetle pırıl pırıl parlıyordu . Sonrasında kendini piste attı , ahenkle dans ediyordu o ve saçları. O oynadı , biz eğlendik. Kimin nesiydi tanıyan da yoktu.

Damat beyimiz de oyun havası eşliğinde oynarken , arkadaşları gelip adama zorla ayva yedirtti. Hem oynuyor hem de ısırmaya çalışıyordu. Zorla kafasını ite ite kopartı bir parça . Ayva zaten kolay yutulur lokma değildir , kaç dk. evirdi çevirdi onu ağzında ,bir türlü yutamadı garibim. Amaç neymiş ? Damat ayvayı yedi mesajı vermekmiş pehh...

Yine damat beyimize yapılan başka bir eylem beni şok etti. Neymiş efendim . Oraların adetiymişmiş... Bu insanlar bazen hakkaten , tuhaf yaa. Oynayan adamın resmen ayaklarına saldırdılar. Hobeee noluyoo , kavga mı çıktı derken ... Bir yığın genç , adamın ayakkabılarını çıkartmaya başladı , epeyde uğraştılar ama. Adam kaldı mı , çorapla pistin ortasında . Daha bitmedi , durun. Sonra çoraplara saldırdılar ." Yuh artık " dedim , o an bana bile sinir geldi. Adam çıplak ayakla kalakaldı. Bir kaç sert bakışını , itişip kakışmayı gördüm ama ben olsam çoktan sallamıştım tekmeyi . Sonrasına devam edemediler tabii. Merak edip sordum sonrasında ne olacaktı diye. Mutfak önlüğü takıyorlarmış , ee sonra ... Sonrası yok. Ne saçma , ne salak şeyler. Bir tek bizde var böyle şeyler zaten , derim ya oldum olası sevmem adet denen şeyleri. Başka gezegene gitmek istiyorum. Ben dünyalı olamam.

27 Aralık 2008 Cumartesi

3. yıla...

Blog dünyasıyla tanışmam , 2.yılını doldurdu. 2006 'nın Aralık ayının sonlarıydı. Bir arkadaşım kendi blogunun adresini bana gönderdiğinde , benim de hoşuma gitti. Nedir , nasıldır derken acaba ben de yapabilir miyim diye heveslendim. Pek çok şeyi beynimde kurmaktansa belki de yazmayı denemeliyim diye düşündüm. Hem kimsenin , bilmesine de gerek yoktu ... Böylece başladım ...

"Amaç okunmak değil , duygularını döküp , ne hissettiğini anlamak , kendini dinlemek " demişti. Evet , aynen böyle demişti . Bende öyle yaptım. Başlangıçta kimseye adres vermeden sadece kendime sakladığım yazılarla başladım. Defalarca yazdım , sildim , güldüm . İnanılmaz saçma geliyordu. Bu yüzden uzun süre kimseyle paylaşmadım . Belki de utandım .Bilemiyorum. Ama istediğim her an yanımda olan , konuşabileceğim biri gibiydi. Kimsenin dağıtmadığı , karışmadığı , tamamen bana ait bir yer... Hani bazen konuşmak istersiniz , ama asıl istediğiniz , gerçekten birisiyle konuşmak değildir ya , işte bu da öyle bir şeydi . Bazı şeyleri kendi içinde yaşatmaktı belki de .

Sonuç olarak , her şekilde bana iyi geldiğini anladım. Gerçi pireye kızıp , yorgan yakma davasına da , defalarca blogu kapatma kararı aldığımı söylemeliyim. Bu dönemlerde kısa süreli aralar verip , kararımı erteledim. Hep bağlayan bir şeyler oldu ve ben gidemedim. Bana yine de belli olmaz , olur da bir gün içimde bir yerde fırtınalar eserse " bu blogu sil " tuşuna basarım , hem de bunca emeğe acımadan...

Şimdi ise , o kadar çok blog arkadaşım var ki , her türlü duyguyu birlikte paylaştığımız , desteğini sanal da olsa gerçekten hissettiğimiz harika arkadaşlar... Kimiyle gerçekten çok yakın olup , en özel sırlarımızı paylaştığımız , hatta çocukluğumuzu geçirdiğimiz , aynı sofrayı paylaşıp beraber yediğimiz , içtiğimiz , birlikte güldüğümüz, birlikte hissettiğimiz , oyunlar oynadığımız harika arkadaşlara , dostlara sahibim. Ve gittikçe de büyüyen bir halkanın zinciri gibiyiz. Sadece paylaşmak için... İyi ki varsınız. Hepinize teşekkür ederim .

Okuyorsa Pikacu ' ya da ...

26 Aralık 2008 Cuma

Gidemiyorum diye...

Hafta sonunda Ankara'da yapılacak olan turnuvaya gidemiyorum. Aslında gitmeme kararını alan kişi de , benim. O yüzden rahat olmam lazım ama içim hiç rahat değil. Suratımı astım oturuyorum. Çok sıkkınım yani .

Eğer gitmeye kalksaydım , en başta oğlumun duygu sömürüsüyle karşılaşacaktım. " Beni yalnız bırakma , ben seni çok özlüyorum anneciğimm" diye ağlamaya başlayacaktı. Aslında dönem dönem bu duruma alışık olsa da , beni vuracağı silahı çok iyi kullanıyor. Sonra yol gözümde büyüyecekti. Uyumadan yolculuk yapmak zorunda kalacaktım. Hava çok soğuk olduğundan , kat kat giyinip bir sürü yük taşıyacaktım. Pazar gecesi dönüşüm kabus olacaktı. Pazartesi nöbetçi olduğumdan yorgun ve sinirli olacaktım. Ayrıca cumartesi günü , katılmam gereken bir toplantım da çıktı ve itiraz etme hakkımı kullanmadım bile. Çünkü katılmam gerektiğini biliyordum. Ve daha başka sayamadığım bir iki nedenlerden dolayı da gi-de-mi-yo-rum. Biri bana gerçeği söylesin. Dürtsün ya da cimciklesin. Sonuç itibarıyla gidemiyorum ama bunu bir türlü kabullemiyorum da. Olmuyor işte ...

Neden bazen her yerde olamıyoruz ki ? Tercihler , zorunluluklar , istekler , aslında hiç de istenen şeyler değil galiba !

25 Aralık 2008 Perşembe

Tuhaflık nerde?

Bu resimdeki tuhaflığı farkettiniz mi ?İlk gördüğümde , dönüp yeniden baktığım "amanınn" dediğim , sonra da kahkalarla
güldüğüm bir tuhaflık...

24 Aralık 2008 Çarşamba

Yağmur var yağmur...

Sabah 09:10 itibarıyla , 3. derse girmek üzere çekildi.

"Bu saat niye bu kadar erken çaldı ki ? Yoksa yanlış mı ayarladım ? Her yer karanlık , sokak lambaları bile hala yanıyor. 07:00 olmuş meğerse. offf yaa... Herkesler sıcacık yatağında uyurken , şimdi gidilir mi işe ? " diye düşünerek güne başladım. Nasıl da zor geldi kalkıp hazırlanmak , gökyüzünde kara kara bulutlar , hem rüzgar , hem de yağmur ... Acaba dedikleri gibi de kar yağar mıydı bugün ? Benim hiç umudum yok . Nedense burayı , pek kar tutmaz. Havada uçuşup , sadece damları süsler. Adı da kar yağdı olur. Şimdi baktım da , her yerlerde kar yağmış , ne mutlu herkese. Bir de bunun üzerine tatil olursanız , ben de kıskançlığımdan çatır çatır çatlarım artık.

Garip bir havası var Mudanya'nın. Dedim ya kar tutmuyor. Sanırım denizin etkisinden , hemen yumuşuyor. Ama poyrazı çekilecek gibi değil. Bekliyoruz artık ne yapalım , o gelmezse biz karlara gideceğiz. Geçen yıl , merkeze 8 km mesafede bir köyde çalışıyordum . Harika bir çam ormanın içinden geçip, giderdi yolu. Her defasında da "burayı çok seviyorum yaa " diye aklımdan geçirirdim. Ağaçlar yolun ortasına doğru birleşip , sanki bir tünel havası yaratıyordu .

Yine böyle yağmurlu bir günde evden çıktım , ama nasıl yağmur var anlatamam , silecekler yetişmiyor. 3 km sonra yol ayrımına geldim , bir de ne göreyim ? Köye giden yolda 5 cm kar var. İlginçtir işte , 1 km farkla hava değişime uğruyor. Yola girdim ama karda hiç tecrübem olmadığı için ya kaydırırsam , kontrol edemezsem diye korkuyorum . Tek bildiğimse " Sakın frene aniden basma , ağır ağır git " sözü . Kayacak olduktan sonra freni filan kim düşünür zaten. Bırakırım gider. Elbet duracak. Neyse bu şekilde yola devam ettim ama manzara müthiş , sanki dağa çıkıyorum. Birkaç küçük kayma atlattım ama çok panik yapmadım. O dediğim çamların oraya geldim. Kar burda daha fazla , 10 cm . Daha önce gelip ,geçen araçlar yol açmış olduğundan herkes ortadan gidiyor. Bende tabiki . Ta ki karşıdan kamyon gelinceye kadar. Ne yapmalıyım , kim kenara geçecek ? Ben geçsem , biliyorum yeniden kalkış yapamayacağım. Öyle böyle derken iş bana düştü , adam kaptırmış geliyor. Biraz sağa doğru yanaştım . Kar arabanın altına sürttü ve tok bir "gırrçç" sesi geldi ... Ben kaldım. vııjj vıjj vıjjjj , tık yok , araba kalkmıyor, tekerlekler boşa dönüp duruyor. vazgeçtim , indim arabadan. Kamyon az ilerde durdu. Şimdi sevinsem mi , üzülsem mi bilemedim. O an aklımdan binbir çeşit şey geçti . Neyseki adamlar köydenmiş , arabayı tanımışlar da yardıma geldiler. Yoksa başkası olsa , durmazdı. Sağolsunlar birisi arabayı itti , birisi kardan çıkartı derken , yola devam ettim .

Sonuçta kaymamak için öyle sıkı tutmuşum ki direksiyonu , stres yapmışım. Ne alakası varsa. Okula geldiğimde elim ayağım titriyordu. Dönüşte , zincir takıp gidince problem olmadı. Şimdi diyeceğim o ki , köyde yine kar vardır ama burada yağmur var yağmur...
* Resim alıntıdır. Çam ağaçları ve daha fazla kar olsaydı , yol aynısı olacaktı.

23 Aralık 2008 Salı

Yaramaz ama şirin ...

Eyvahh!! diyorum çünkü daha şimdiden disiplinlik olaylara başladık... Ve ben daha nelerle karşılaşacağımı düşündükçe bazen kendimi kaybediyorum. Bey efendimiz 2. sınıfta ama çok hareketli ve yaramaz , işi zekilikle götürüyor. Sınıf öğretmeni demiş ki : "Ege' yi mezun edince ben de emekli olurum artık. Bu nesil çok başka , ne durdan anlıyor , ne sustan. Kızıyorum ama öyle şirin ki çoğu zaman bir şey diyemiyorum. "

Ahh evet , çok şirindir ama ben neler diyorum neler... Bazen şirinliği kâr etmiyor. Doğruyu , yanlışı öğrenmesi gerekiyor ve bunu da başını belaya sokmadan önce bilmesi gerekiyor. Yoksa çok geç olacak ve daha çok üzüleceğiz. Her gün aynı uyarıları yapmak çok sıkıcı , biliyorum ama aksini yapacağı bir anda aklına gelirse , işte o zaman işe yarayacak diye düşünüyorum .O da her defasında " biliyorummm annee , tamamm annee , sözz yapmayacağım " dese bile yılmak yok .
.
Neyse gelelim şu disiplinlik olaya , aslında birazda öğretmenimizin göz korkutması . Olay masumane bir aşk hikayesi. Off neler diyorum ben yaa... Daha 2. sınıfta bunlar . Gerçi şimdikilerde , bu 3-4 yaşa kadar indi ya neyse... Okulun yazı işlerinde çalışan , çok cici bir ablası var. Sınıfın 3 yaramazı da , bu kıza aşık.

Birisi der : Eşini öldürüp , ben onunla evleneceğim
Öteki der: Hayır , ben evleneceğim .
Benimki de masum masum beğenir de birşey diyemez. Ama evli biriyle nasıl evlenilir onun araştırmasını da içten içe yapar ... Neyse olay , küçük planlar aşamasına gelir. Oğlumda benden bir şey saklamaması gerektiğini bilir ve çoğu durumu paylaşır. Bilir ki çok kötü bile olsa , önce ben bilmeliyim ve ondan duymalıyım. Bu konuda da gerekli uyarılar yapılır.
.
Oğlumun ana sınıfından beri kankisi olan arkadaşı ve yeni gelen 3. kişi kısa sürede kaynaşırlar ama 3. kişi bizimkileri kıskanır ve sürekli yapmadığı şeyleri Ege'nin üzerine yıkar, eşyalarını alır , geri alınca da "çaldı " diye iftira eder. Amacı oğlumu okuldan attırıp kankisiyle daha yakın olmakmış . Bak kafadaki kurguya... Sonra bu cin fikirliden kıza mektup yazma fikri ortaya çıkar. " Biz size aşığız "diye başlayan ve devam eden bir mektup yazılır ve kapının altından atılır. Mektup ele geçincede bizim üçlü soluğu idarede alır. 3. kişi derki " Mektubu Ege yazdı , onu okuldan atın " , bizimki de herşeyi anlatır, çünkü suçsuzdur ama olayı biliyor olması , arkadaşının yanında olması bile bana göre suça ortaklıktır. "Öğretmenine haber vermeli ya da arkadaşını uyarmalıydın " dedim . "Daha önce bir tanesini yırttım zaten ama ikinciyi habersiz yazmışlar " dedi. Sadece kapı altından atarken uzaktan görmüş ve engel olamamış .Sonuçta her yaramazlıkta bu 3'lü parmakla gösteriliyor. Böylece okulda küçük bir mahkeme başlamış . Ama bu mahkeme evde daha ciddi boyutlarda devam etti , yine gerekli tüm uyarılar yapıldı , arkadaş seçimi gözden geçirildi. Doğrular , yanlışlar , tüm suçlar masaya döküldü . Böylece arkadaşını tanıma fırsatı oldu ve yaptıklarını onaylamadı. Her şeyi biliyor olması ama şu içindeki şeytana engel olamaması ne kötü ...
.
Neyse ki öğretmenimiz de durumun farkında da , en kısa sürede veli ile tekrar görüşülüp sorun halledilecek. Gerçekten çok korkuyorum , sorunlar büyüdüğünde herşey yine bu kadar basit olabilecek mi ?

22 Aralık 2008 Pazartesi

Kısa yollar...

Şimdiye kadar masaüstünde değişik bir sürü resim denedim. Zaman zaman buraya da koymuştum . Görmek isterseniz (burada) .Ama hepsi kısa süreli kaldı ve hiç birini bu kadar sevemedim. Yani sevmek dediğim sadece bu resme özel bir şey değil , sadece go ile ilgili olsun istedim hepsi bu. Biliyorsunuz , go benim çok sevdiğim ama ( artık kabul ediyorum ki- ) beceremediğim bir oyun. Bu siyah beyaz resimde ise , taşları ve tahtayı rengiyle görmeyi çok seviyorum.

Masaüstündeki dosyalarım da mümkün oldukça azdır. Açılışta fazla kalabalık görmeyi sevmiyorum. Çünkü bu bilgisayarın açılışını geciktiriyor diye biliyorum. Aslında resim bile yavaşlatıyor ya neyse. Kısa süreli dosya dağınıklığı yaparım ama kaybetmemek için hemen klasörlere taşır , ortadan kaldırırım , dolaplara ya da çekmeceye tıkıştırmak gibi...
.
Aslında bilgisayar hakkında bilmediğim çok şey var , hatta bazısı inanılmaz kolay... Sadece birinin yol göstermesi gerekiyor. Çünkü ilgilenmeyi seviyorum . Sık kullanılan kısayollar konusunda bir arkadaşımdan aldığım bilgileri paylaşmak istiyorum.
.
Windows XP Kısa Yolları

• CTRL+C (Kopyala)
• CTRL+X (Kes)
• CTRL+V (Yapıştır)
• CTRL+B ( Kalın yazı )
• CTRL+I ( İtalik yazı )
• CTRL+O ( Dosya açma )
• CTRL+U ( Alt çizgi )
• CTRL+A (Tümünü seç)
• CTRL+Z (Geri Al)
• CTRL+SAĞ OK (Ekleme noktasını sonraki sözcüğün başına götür)
• CTRL+SOL OK (Ekleme noktasını önceki sözcüğün başına götür )
• CTRL+AŞAĞI OK (Ekleme noktasını sonraki paragrafın başına götür)
• CTRL+YUKARI OK (Ekleme noktasını önceki paragrafın başına götür )
• CTRL+F4 (Aynı anda birden çok belge açmayı sağlayan prog. etkin belgeyi kapat)
• CTRL+ESC (Başlat menüsünü görüntüle)
• F1 tuşu ( Yardım )
• F2 tuşu (Seçili öğeyi yeniden adlandır)
• F3 tuşu (Bir dosya ya da klasörde arama )
• F4 tuşu (Bilgisayarım veya Windows Gezgini’ndeki Adres çubuğu listesini görüntüle)
• F5 tuşu (Etkin pencereyi günceleştir)
• F6 tuşu ( Adres çubuğuna gider )
• F10 tuşu (Etkin programda menü çubuğuna gider "dosya eklemek , araçlar gibi " )
• SAĞ OK (Sağdaki sonraki menüyü aç veya bir alt menü aç)
• SOL OK (Soldaki sonraki menüyü aç veya bir alt menüyü kapat)
• ALT+ENTER (Seçili öğenin özelliklerini görüntüle)
• ALT+F4 (Etkin öğeyi kapat veya etkin programdan çık
• ESC (Geçerli görevi iptal eder , işlemler durdurur )
• ALT+ENTER ( Seçili öğelerin özellikleri )
• ALT+ESC ( En son açılan itemler arası geçiş )
• ALT+F4 ( Aktif pencereleri kapatır )
• ALT+SPACEBAR ( Aktif sayfanın menüsü )
• ALT+TAB (Menüler arasında geçiş )
• SHIFT+DELETE ( Çöp kutusuna atmadan siler )

Microsoft Doğal Klavye Kısayolları

• Windows Logosu ( Başlat menüsünü göster veya gizle)
• Windows Logosu+BREAK ( Sistem Özellikleri iletişim kutusunu görüntüle)
• Windows Logosu+D ( Masaüstünü göster)
• Windows Logosu+M ( Tüm pencereleri küçült)
• Windows Logosu+R ( Çalıştır iletişim kutusunu aç )
• Windows Logosu+E ( Bilgisayarım’ı aç)
• Windows Logosu+F ( Bir dosya veya klasör ara)
• Windows Logosu+F1 ( Windows Yardımı’nı görüntüle)
• Windows Logosu+ L ( Klavyeyi kilitle)
• CTRL+Windows Logo+F ( Bilgisayar ara )

Karakter Eşlem İçin Klavye Kısayolları

• PAGE UP (Bir defada bir ekran yukarı git)
• PAGE DOWN (Bir defada bir ekran aşağı git)
• HOME (Satırın başına git)
• END (Satırın sonuna git)
• CTRL+HOME ( Sayfadaki ilk karaktere git)
• CTRL+END ( Sayfadaki son karaktere git)

20 Aralık 2008 Cumartesi

Gece atıştırmaları...

Gece atıştırmalarımın en olmaması gereken şey olduğunu , çok iyi biliyorum . Ama ne kadar bilsem de fayda etmiyor , kendime hakim olamıyorum. Yedikçe iştahım açılıyor, iştahım açıldıkça da yiyesim geliyor. Tatlısı , tuzlusu , kahvesi , fındığı , fıstığı hiç farketmiyor. Ne varsa...

Ama artık frene basmamın zamanı geldi , hatta geçiyor bile. Çünkü sürekli acıkmaya başladım. Ve bu , hiç iyi bir şey değil. Bu şekilde devam edersem sonumu biliyorum . Bir şeyler yeme ihtiyacı duyduğumda meyve yesem hiç sorun olmayacak ama nedense daha farklı şeyleri tercih ediyorum . Ne güzel değil mi ?

İtiraf etmem gerekirse az önce mutfağa gidip , şöyle bir bakındım. Kafama göre tatlı bir şeyler aradım , bulamadım. Ne yesem , ne yesem derken , gözüm zeytine takıldı. Ama bu şekilde çok masum görünüyordu. Azıcık renk vermeliyim diye düşündüm. Bol zeytinyağı , kekik ve kırmızı biber ekleyince , nefis oldu. Oturup , bi de güzel yedim . Babacık da , bu saatlerde yenen yemekler için hep der ki , " yat , geberlik " yedim. Bende aynen öyle yaptım . Biraz genetik galiba...

19 Aralık 2008 Cuma

Yine...

Şu aralar yine bilgisayarıma bir şeyler oluyor. Daha önce format yemiş , biraz aklı başına gelmişti ama bu kez derdi format değil sanırım. Yeni çıkan toshileri mi kıskandı , ne yaptı ? Anlayamadım. Geçen gün biraz bakmıştım da , çekemedi haklı olarak...
.
Bilgisayarı açıyorum ve anında çim biçme makinesi gibi sesler çıkartıyor. İnanılmaz sesler hem de . Ve eskisinden çok daha çabuk ısınıp , yavaşlıyor , yavaşlıyor ve duruyor. Sayfa açılsın ki işlem yapasın . Ne mümkün ...Ekran sürekli kilitlenip kalıyor. Çoğu zaman bilgileri kaydetmeden çıkmak zorunda kaldığımdan , başıma bir sürü iş çıkıyor. En kısa zamanda bakıma gidecekmiş gibi duruyor. Yoksa uzunnn bir yolculuğa çıkma hazırlığı içinde mi ? Düşünmek bile istemiyorum . Yok yok , biraz daha sık dişini...

Sen bilmiyordun !!!

Hiç bir zaman şiir kitaplarıyla , aram iyi olmamıştır. Çok da sevdiğim söylenemez aslında... Dinlerim ama okuyamam. Çok güzel ve özel şiirlerin olduğunu , okuyan kişiye göre de anlam kazandığını , taa içinde hissettirdiklerini bilirim. Belki de kendi okuyuşumla anlam katamadığım için böyle düşünürüm. Bilemiyorum. Herkes şiir okuyamaz . O duyguyu içinde hissetmeli , olduğu gibi yansıtmalı , rolünü iyi oynamalı bence. Fondaki müzikle bütünleşmeli , tüyleri diken diken edecek kadar etkilemeli ki , o şiir , dinlenmeye değer olsun...

BEN SENİ SEVİYORDUM , SEN BİLMİYORDUN !!!

Sana uzak kentlerden birinde zamanın bir yerinde

Seni ve senli günleri anımsattı akşam güneşi

Onca zamanın üstünde , eskimiyen bir düşüncesin şimdi

İnsan her gün anımsar mı aynı gözleri

Seni seviyordum ve senin haberin yoktu

17 Aralık 2008 Çarşamba

Çok güvenli bir yerde....

Evin en güvenli yerine sakladığımız ve sonrasında bulamadığımız kaç eşyamız oldu ? Evin altını üstüne getirsekte , çekmeceleri ters yüz etsekte , bakılmadık yer bırakmasakta yine de bulamadığımız ... Halbuki saklarken bile bu kadar düşünüp , uğraşmamışızdır. Unutmayacağımızdan o kadar emin bir şekilde saklarız ki ama o an için mümkün değil , bulamayız. Başka bir gün , başka bir şeyi ararken , karşımıza çıkıverir. "aaa buradaymış" deriz . Yani o kadar güvenli bir yerde ...

Böyle aniden gerekebilecek belgeler için ayrılmış çekmece, dosya ve kutular bulundururum ama zamanında yerine kaldırmadığım için sorun yaşarım . Bana ilginç gelense , o anın nasıl olupta hafızadan silindiği ... Beyinlerimiz bu kadar dolu mu ?
.
Sanırım dolu az kalır ... Hemde o kadar dolu ki ... Mesela , bundan 10 gün önce idareden aldığım ve not girişinde kullandığım bir şifrem vardı. " Vardı " diyorum , çünkü an itibarıyla yok. Müdürüm de özellikle demişti ki : " Şifrenizi unutmayacağınız bir şeyle değiştirin , ben de yok ! " Ve bende " aa tabii tabiii nasıl unuturum kii " dedim gülümseyerek. Ama yemin ediyorum akşamdan beri denemediğim şey kalmadı , YOK unutmuşum işte . Ve en ilginci o an' ı kesinlikle hatırlamıyor oluşum. Değiştirmiştim onu çok iyi biliyorum ama ne denediysem olmadı. Şimdi yarın , hangi yüzle yanına gidip " ben şifremi hatırlayamıyorum " derim bilmiyorum :) Bakışını bile , gözümde canlandırabiliyorum ... Hiç birşey demeyecek bunu biliyorum , sadece bakacak ve ben de anlayacağım. Artık şirinlik yapıcaz mecbur...

16 Aralık 2008 Salı

ZaAf ...

Kedilerle ilgili bu durumu yeni öğrenmiştim. Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş. Bu direnci kıran tek şey neymiş biliyor musunuz ? Sevgi...

İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermiş. Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlaklarında veya itlaf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş. Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın hülasasını buldum. Biz de Eros'un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı ele vermiyor muyuz ? Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz ? Sevginin bizi kollayacağına,sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz ? Sonra ne oluyor ? Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor. Saçımızı okşayan elin , bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz. Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz. Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne... Şefkatimiz katilimiz oluyor.

Ders almak mi ? Ne münasebet!.. Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını... Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında...Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayal kırıklığında 'köpek gibi' pişman olarak, her terk edişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, 'Bir daha asla'larla 'Daima'lar arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden 'Melek'ler, içe kıvrık partilere gömülüyor. Ve hayata 'Şeytan'lar hükmediyor. Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır...Şefkate kanmış mevta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış hayatta bir sokak kedisi kalmak daha iyidir.

Can Dündar....
.
** Gardımızı alamadığımız için , asla sokak kedisi olamadık sanırım. Zaten ben biliyorum , ev kedisiyim :)

15 Aralık 2008 Pazartesi

Ay saklanırsa...

Ay' ın her halini çok sevmişimdir. Ama en çok da dolunayı ...Bulutların arkasına saklanmıştı ama ben onu buldum. Ve o , saklandığı yerden çıkmadan , bende fotograf makinemin ayarlarını yapamadan acele acele bir kaç poz yakalamaya çalıştım. Genelde gece çekimleri konusunda başarısız olduğumdan , güzel görüntüleri yakalayamıyorum. İş işten geçtikten sonra da ayar yapmanın bir anlamı kalmıyor tabii. Profesyonel bir makineyle , ne kadar incelikli çekilirdi onu da biliyorum ama benden bu kadar... Sonunda saklandığı yerden çıktı ya , ben de onu yakaladım ya , yeter ...

14 Aralık 2008 Pazar

Pazartesi mi offf ...

Tatil bitti , herkes evine döndü , benim için değişen bir şey olmadı , zaten evimdeydim . Tembellik yapa yapa artık ondan da sıkıldım. Ve şimdi yarın iş başı . Bir koşturmaca , bir telaşe , bakalım tempoya nasıl uyacağız.

Canımı sıkan tek şey , sabah çok erken uyanacak olmam ve 10 gün boyunca enerji yüklenmiş öğrencilere dayanacak olmam. Hayalini bile kuramıyorum. Sadece zor bir hafta olacak , onu biliyorum . Kendi adıma şüphelerim olsa da herkese pazartesi sendromsuz bir hafta diliyorum...

Uykunun en tatlısı...

Derin uykudan değil de " şekerleme " adını verdiğimiz o en güzel andan söz etmek istiyorum . En olmadık yerde , aniden bastıran , karşıkonulmaz o duygu var ya ... Ne tatlıdır ama . Otobüste, metroda , derste , bekleme salonlarında , iş yerinde , pc başında , her yerde . Yani yeri yok !

Olduğun yerde , öylece dalıp gitmek bambaşka bir tattır. Yatağa gidip yatmaya asla benzemez. O an hiç kimse ellemese , 5 dk.cık bile uyunabilse , belki de 8-9 saatlik bir enerji sağlaması gerçekleşebilir. Gözünü açarsın kapanır , zorlarsın , zorlarsın ama yine kapanır. Kibrit çöpü koysan tutmaz , o derece. Rüya bile görürsün 3-5 sn içinde . Gözünü açınca yaşadığın sersemlik de cabası. " Nerdeyim ben , nolduu yaa, niye uyandırmadınız ? Hainler neden gülüyorsunuz ? " gibi durumlar çok yaşanır. O an için en iyisi , ya kalkıp hareket haline geçmek , ya gidip yüzünü yıkamak , ya sert bir kahve ile kendimize gelmeye çalışmak ya da ne olacağına aldırmadan gözleri kapamaktır ...

** Mesela , derslerde uyuklayan öğrencilerim çok oldu ama gördüm ki tersi de olabiliyormuş . Bir duyuru yapmak üzere , sınıflardan birine girdiğimde , sınıftan çıt çıkmadığını farkettim. Sınıfta öğretmen yoktu ve fazla sessizdi , şaşırdım. Öğrenciler beni görünce sessizce "sus" işareti yaptılar ve arka sırayı gösterdiler. Bir de ne göreyim, öğretmenimiz kafayı sıraya koymuş , dalmış gitmiş rüyalar alemine... Güldüm , bir şey demeden çıktım. Zaten hep derdi ki , öğretmenlik bana göre değil . İlk yılında istifasını vermişti. Hala uyuklar mı bilemem .

** Bir keresinde de metrodayım , öyle tatlı bir uyku geldi ki , dayanamıyorum. Etraftaki kimseyi takmadan , kafamı cama dayadım , gözümü kapadım . Ama kendimi öyle bir şartlandırmışım ki , ne tam dalabiliyorum , ne de gözümü açabiliyorum . 2 dk. bir , her istasyonda gözümü açıyorum , neredeyim diye. Sonucuna katlanabilir miyim ? Düşünsenize " Piştt abla , abla metro boşaldı , herkes indi. Son durak " dedirtir miyim ? ASLA !! Son duraktan bir önce ayağa kalkıp kendime gelmeye çalışmıştım. Ama uyuyanları hep görmüşümdür.

** Pc başında da dalıp gittiğim çok olmuştur . O an ordan kalkmak , dosyaları kaydetmek , bilgisayarı kapatmak , pijamaları giymek , yatağa gitmek öyle zor gelir ki ... Bilirsiniz... Öylece uyusam derim ama sabah komada olma durumu , hoş olmasa gerek.

Bazen de koltukta otururken , birden kafa düşer , uyuklama başlar. Gözler bir açılır , bir kapanır. Valla uyumuyorum modunda gider geliriz. İşte o , en güzelidir. Kimse dokunmasa deriz. Ama ne mümkün , defalarca başına gelirler , giderler. " Hadi kalk , yerine yat , burda boynun ağrıyacak , üşüyeceksin . Kalk hadiiiii " diye. Ve her defasında biraz toparlanıp , homurtulu bir şekilde " hı hı tamam , şimdi kalkıyorum " denir ve koltuğa biraz daha yerleşilir. Ne kalkabilirsin , ne de o sözlerden kurtulabilirsin. Aynı sahne ciddi aralıklarla tekrar eder. Ve sonunda büyü bozulur. Kalkıp yerine gidersin ama uyuyabilirsen ...

13 Aralık 2008 Cumartesi

Kari olup-sen?

Bazı ailelerde erkek çocuklara bakış açısı farklı olduğundan , el üstünde tutulurlar. Sorumluluk verilmez , her isteği ikiletmeden yerine getirilir , evin küçük komutanıymış gibi kontrol tamamen ona bırakılır. Özellikle de bu , doğu bölgelerinde oldukça yaygındır. Erkekler asla kadına ait işlere elini sürmez, çünkü ayıptır. Böyle görmüştür. Her iş , sanki kadının göreviymiş gibidir ve yapmak mecburiyetindedir. Erkeğin her sözü , bir emirdir.

Eğer ben , böyle bir erkekle evli olsaydım , ya ben onu ya da o beni çoktannn kapıya koymuş olurdu herhalde. Çok şükür ki , eşim böyle biri değil. Her konuda bana yardımcıdır , hakkını yiyemem. Ama bazen onunda normal formlara girip , kendini kaybettiği olabiliyor. O durumda bende kaybediyorum , eşitleniyoruz. Üzüm üzüme baka baka hesabı...

Neyse esas konumuz başka . Van ' da görev yaptığımız yıllarda , bunu yakından gözleme fırsatım olmuştu. Eşimle evi süpürmekten , silmeye , yemek yapmaya kadar , her işi birlikte yapardık. Ve bize gayet normal gelen bu durum , çevremiz tarafından pek normal karşılanmamıştı, şaşırıyorlardı. 4-5 basamakla çıkılan ve aynı zamanda girişi balkon olarak kullanılan müstakil bir evimiz vardı. Ben içeride başka bir işle meşgul olurken eşim de kapının önünü yıkıyordu. Komşumun 5 yaşındaki oğlu da , bahçede eşimi izliyordu , sanki şoka girmiş gibiydi . Çünkü ilk kez görüyordu , babası hiç böyle bir şey yapar mıydı ?? Sonunda dayanamadı , bombayı patlattı.

- " Abeyyyy , sen şimdi kari , olup-sen ? Abla evde yok-turrr ? Hiç , erkek süpürürrrr ?

( Doğuda görev yapan ya da tanıdığı olan herkes bilir ki , orada soru eki yoktur. Sadece vurgu vardır. Aslında soru sorar ama uzatarak ve vurguladığı için , ilk zamanlarda anlamak zordur. **Hatta bununla ilgili komik duruma düştüğüm bir iki anımda vardır** )

Başka bir zamanda aynı ufaklık , bu sefer camları silerken geldi . Birimiz siliyor , birimizde kurulama işini yapıyordu. Yine eşime döndü , dedi ki ;

- " Niye sili-sen ki ? Erkek adam , cam silerrrr ?

"Büyüdüğünde sende eşine yardım edersin birlikte yaparsınız , işleriniz daha çabuk biter" dedim ama dinleyen kim...

- "Yohh erkek adam , cam silmez , yapmam ben , kari yapsın " dedi ve homur homur söylenerek gitti. Biz koptuk tabii. Zaman zaman bunları anımsar , çok güleriz . Erkekse erkek canımm, elbetteki silecek , yıkacayak , süpürecek , yemek de yapacak... Öyle değil mi beyler ?

12 Aralık 2008 Cuma

neden...

Yapılan hatalar geri alınabilseydi , kırgınlıklar unutulabilseydi , birbirimize verilen değer daha iyi anlaşılabilseydi , bu dünyada hiç ama hiç kimse üzülmezdi , öyle değil mi ????

Ama böyle olmuyor işte. Bazen istemeden hatalar yapıp bende kırabiliyorsam , geri alamıyorsam , karşılığını yine kırılarak fazlasıyla ödüyorum demektir . Bazen geçti , gitti diyip unutabiliyorsam , bazen de unutamıyorum işte. Ve sonra , hep NEDEN diyorum...Ve hep cevap veremiyorum ...

10 Aralık 2008 Çarşamba

Ev kedisi...

Ne zaman evden dışarıya çıksam , daha çıkar çıkmaz evimi özlüyorum. Gezmeyi bu kadar severken ve isterken , evimi de bu kadar özlemek , nedendir , anlamıyorum. Sonrada bu bende kalıcı bir tembelliğe neden oluyor. Kim , "hadi bir yerlere gidelim " diyecek olsa , hep evde kalmak istiyorum . Ya hazırlanmaya üşeniyorum , ya canım gitmek istemiyor ya da kalabalık çekemeyeceğim zamanlarda gelen teklifleri red ediyorum. Ve farkediyorum ki , gün geçtikçe daha da ev bağımlısı oluyorum...

Sonuç olarak , ben bir ev kedisi olmalıymışım. Sıcacık bir sobanın yanında , yumuşacık bir battaniyenin içinde bütün gün mırr mırr uyuklamalı , uyanınca da güzelll bir gerinip , yine keyif yapmalıymışım.

9 Aralık 2008 Salı

El öpenlerin çok olsun !!!

Aile büyükleri ziyaretlerinde el öpmekten çok , yanaklarından öpmeyi ve candan sarılmayı tercih ederim. Neden bilmem ama bana hep daha sıcak , daha samimi gelmiştir. Saygısızlık olduğunu düşünmüyorum bile... Çok çok yaşlı olanları kastetmiyorum tabi , onlara bunu kabul ettirmek çok zor... Öyle görmüşler ve beklentileri de o yönde. Onları da , arada idare ediyoruz zaten.

Ama ben el öpmeyi de , öptürmeyi de sevmiyorum. Küçüklüğümden beri de zorla yaparım ve öpmek istemeyen çocukları da çok iyi anlarım. Utana sıkıla , gelsem mi gelmesem mi diye kıvranırlarken " gel bakayım, şu yanaktan kocaman bir öpücük ver " dediğimde gözlerinde gördüğüm ışıltı beni daha çok mutlu eder. Sanki o da , içinden "oleyyy elini öptürmeyecek " dermiş gibi gelir. Özellikle de zorlamanın hiç bir anlamı olmadığını düşünürken "Öp bakimm teyzenin elini , aaa cık cık cık , bak çok ayıp" dendiği anda bende şafak atıyor. Ne ayıbı yaa , öpmek istemiyor işte , bu seni sevmediği anlamına gelmez ki ...

Bi de demezler mi "el öpenlerin çok olsunnnnn" , olmasın işte , olmasın , ben istemiyorum. Yaşlı bir ninecik bile olsam , sarılıp , yanaklarımdan öpsünler , elimi de sıkı sıkı tutsunlar isterim. Çok mu şey isterim acaba ?

7 Aralık 2008 Pazar

Gülümseyin diye...

İYİ BAYRAMLAR ....

5 Aralık 2008 Cuma

Tatil bayramı...

Dün gece istemeyerek uyudum , sabah istemeyerek uyandım , istemeyerek okula gittim. Yine istemeyerek derse girdim . Sonuç olarak hiç birşey yapmak istemiyordum ... Yine de son bir gayret toparla kendini özii , bak 5 saat kaldı , bak 4 saat kaldı , hadi 3 saat derken yine de en sevecen halimle , dersimi anlatıp , çıktım . Ne zor geldi bugün , anlatamam. Bir çeşit , rol yaptım yani. Zaten çocuklar , benden önce tatil moduna girmiş olduklarından , hem sayıları azdı hem de ilgileri. O son saat zil çaldı ya , bitirip eve geldim ya ...Ohh misss tatildeyim artık dedim.

Ama bu tatil , benim düşündüğüm anlamda bir tatil değil. Kurban Bayramı işte, klasik ziyaretler, mecruriyetler , vs ,vs... Geriye kalan son 3 günde de , ziplenmiş formatta okul işleri . Yani şimdiden gerildim. İçime sıkıntılar geldi.
.
Zaten şu bayram temizliği , bayram tatlısı adı verilen işleri sevmiyorum. İnadımdan yapmıyorum da. Yapılması gereken her zamanki şeyler , neyse o yapılır . O kadar ! Bu konuda hiç bir zaman "normal" olamadım zaten. Gerçi "normal çizgi nedir" o da tartışılır. Bazen insanlardaki telaşı görünce "ne oluyor , ben mi görmüyorum acaba " diye düşünürüm. Evett, bazı gelenek , görenekler sürdürülmeli ama ben geriliyorum işte. Şu bir iki günü düşünecek olursak , marketlerde , mağazalarda inanılmaz kuyruklar , kalabalık ... Resmen savaş çıkacak havası içinde itişip kakışmalar , ne gerek varsa bu kadar telaşa , sakin olun , sakin ...

Haa , bu arada başlık ters , çünkü ben de ters insanım :))

4 Aralık 2008 Perşembe

Moda bu mu ?

Bir tek bana mı tuhaf geliyor, yoksa herkes benim gibi mi düşünüyor , çok merak ediyorum . Bazen blogları gezerken inanılmaz küfürlü , abuk subuk yazılarla karşılaşıp , "bunu da mı yazdın, pes doğrusu " dedirtecek cinsten sözlerle karşılaşmak beni şaşkına çeviriyor , gözlerime inanamıyorum. Rahatlamak bu mu dur ? Kendini özgürce ifade edebilmek , küfürden mi geçiyor yani ?

Demek ki bizler hiç bir şeyden anlamıyoruz. Gidip saf saf neleri paylaşıyoruz. Sallasak ya 3-5 kişiye belden aşağı küfür , kendimizi ne diye sıkıntıya sokuyoruz sanki ? Rahatlama yöntem ve tekniklerinde son moda , bu olsa gerek ...

Her şeyi açık açık anlatırsın , içini dökersin , rahatlarsın , yorumunu da aynı ağızdan alırsın. Depresyonda da olursun , hasta da olursun , kızmış da olursun ama bu kadar iğrenç kelimelere gerek olmamalı diye düşünüyorum. Belki de sadece ilgi çekmek için yazılmış şeylerdir. Kim bilir ? "Ben buyum işte " diyip işin içinden çıkmak , seviyeli , kaliteli başlayıp sonrada başlangıç çizgisinden çıkmak , çok kolay ama yakıştıramıyorum işte...

İşin tuhaf yanı " Bu psikopat yine neler saydırdı , döktürdü acaba " diye meraktan bakıyor insanlar . Onaylamasalar bile yapılan ziyaretler sanki onaylıyormuş anlamına geliyor. Böyle bir toplumuz işte . Sevmediğimiz , beğenmediğimiz şeylerin üzerine gidip , ilgi gösteriyor , önemsiyormuş havası yaratıyoruz. Sonra da herkes buna özenip , olması gereken buymuş gibi davranıyor. Bunları düzeltme işi sonra yine bizlere düşüyor ama seni takan kim ? Etkili olamıyoruz , bu da içimi acıtıyor. Sürekli kaba , saba , kırıcı bir yaklaşım içinde olunca da , birbirimize karşı güzel söz söyleme özürlü oluyoruz.

Ben ki bazen , Türkçemizin bazı kurallarına , yazılarımda dikkat etmeden yazdığımı düşünürken , bir öğretmen olarak utanıyorum. Ama ben bir sayısalcıyım ve bazı hataları bilmeden yapabilirim diye avutuyorum kendimi. Tek düşüncemse , konuşuyor gibi birşeyler yazabilmek . Ben de böyle rahatlıyorum , küfür etmeyi de beceremiyorum diyelim. Başka ne diyim ? Küfür edecekler yola devam etsin. Anladın sen onu diyorum ...

1 Aralık 2008 Pazartesi

Bazı hikayeler HER TÜRLÜ yaşar...

Herkesin bir hikayesi vardır , yüreğinin en derin yerinde yaşattığı ... Kimi acı , kimi hüzün , kimi de aşk dolu !

Ve biliyorum ki ister ortaya çıksın , ister gizli kalsın , içinde yaşatılan yaşanmış ya da yaşanmakta olan bu hikaye sonsuza dek yaşamaya da devam edecek...Çoğu zaman tek kişilik olsa bile...

Yüreğinde iz bırakan , bazen o sonsuz derinliğe alıp götüren , kasıp kavuran , kendini kaybettiren , acıtan , ağlatan , heyecanlandıran , sevilen , sevdiren sımsıcak bir hikaye... Bazen kendini bir şarkıda bulur , bazen söylenen bir sözde , bazen bir filmde , bazen bir bakışta , bazen hayatın ta kendisinde , belki bir fotografta , bir eşyada , bir sokakda , bir caddede , yazıda , dalıp gittiğin anılarında bulur. Ama illaki yaşar . Hem de her türlü yaşar ...Unuttum deseniz de...

30 Kasım 2008 Pazar

Nescafeli kek...

Stresli bir anımda , hırsla mutfağa gidip , birden kek yapmaya karar verdim. Daha önce bir kez daha denemiştim ama ilk olduğu için görüntüsünü pek beğenmemiştim . Hem değişik bir tarif , hem de içinde Türk kahvesi olan bir kek aramıştım ama nescafeli kek buldum. Stresime birebir geldi. Denemenizi öneririm. Tadı da bir harika...
Malzemeler :
3 yumurta
1/2 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı süt + 1 çay bardağı süt
2 su bardağı un
6 yemek kaşığı pirinç unu ( dolu dolu )
1 paket kabartma tozu
4 tatlı kaşığı nescafe
3 yemek kaşığı kakao
1/2 su bardağı ceviz
Yapılışı:

Ödev işkencesi...

Bu çocuklar ödev yaparken neden bu kadar hırçın olurlar ki ,anlamam. Hadi sen hırçınsın , neden anneleri de durup dururken sinir ederler ? Ağlarlar, tepinirler , salya sümük kağıda akıtırlar, yazarlar, silerler, yazarlar , silerler, o kağıt aşınıncaya kadar uğraşırlar. Sonunda kağıtta kocaman bir delik açılır , oturup bir de onun için ağlarlar. Ödev uzarda uzar tabii . Ödev de ödev değil . Kelime sonundaki hece ile yeni bir kelime türetme şeklinde bir oyun ... Ama 15 dk'lık ödev , 3-4 saat sürüyor. İnanılmaz !

Üstelik evde , arabada sık sık oynadığımız eğlenceli bir oyun. Ama yokkk , iş , bunu yazıyor olmakta zaten. Nedense yazı yazmak hepsine işkence geliyor. Bir an önce işim bitsin de , gidip TV seyredeyim , bilgisayara geçeyim diye herşey baştan savma yapılıp ,çıkılıyor. Hal böyle olunca da bendeniz çileden çıkma pozisyonuna giriyor. Bir kıyamet , bir gürültü , sonunda ödev bitiyor ama kağıdın yüzüne bakılacak gibi değil , silmekten eskimiş ve yırtık. Bu durum benim için biraz tehlikeli , çünkü bu konuda sabıkam var. Bazen kağıdı yırtabiliyorum ... O zaman herşey başa dönüyor.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Böyle yenir...

Spagettiyi , kaşığın içine alarak , çatalla döndüre döndüre yemeyi öyle severim ki. Zaten bunun yenme şekli de böyledir. Başka türlüsünü düşünemem bile. Minik parçalara bölmek , spagettiye hakaret sayılır. Kendisi , benim en acil kurtarıcılarımdan olduğu için canım yemek yapmak istemediğinde meydan ona kalır.

** Hatta şimdi spagetti diyince aklıma şu geldi. Evde spagetti yapılacağı zamanlarda annem mutfaktan çıkar , babacık devreye girerdi. Bu onun özel ilgi alanına girer, bir de üzerine kıymalı , domatesli , bol kekikli , sarımsaklı harika bir sos hazırlardı. Biz de Şener's spesiyalitesini afiyetle yerdik . Ellerine sağlık babacım.


** Spagettiyle ilgili başka bir konu da , amcamın iş seyahatı nedeniyle İtalya da yaşadığı bir olaydı. Öğlen yemeği için , girmiş olduğu restaurantta, spagetti siparişi veriyor. Bu arada amcamın Türk olduğu anlaşılıyor , sohbetler filan derken , spagetti amcamın önüne geliyor. Ama garsonlar gözlerini hiç ayırmadan amcamı izlemeye başlıyorlar. Amcam gayet kendinden emin bir şekilde , sol eline kaşığını , sağ eline çatalını alıp , sarmaya başlayınca , birden alkış kopuyor. "Hııımm , siz işi biliyorsunuz" diyorlar :)) Bu da böyle yenir işte...

28 Kasım 2008 Cuma

Çizimlerim...

Geçenlerde çekmeceleri düzenlerken elime bir kağıt parçası geçti. Sanırım 7. sınıftayken , ders kitabının ön sayfasına çizmişim , sonrada yırtıp , yıllarca orda burda saklamışım . Eskimiş , sarı renkli samanlı kağıttan. Oldukça acemice , bakarak yapılmış , bir çizim . Demek ki çok sevmişim ki , atmaya kıyamamışım.

Resim çizmeyi hala çok seviyorum. Bazen bana inanılmaz bir rahatlık verdiğini düşünüyorum ama uzun zamandır ilgilenemedim. En son geçen yıl , okul bahçemizin duvarlarını renklendirmiştik. Oldukça keyifli bir çalışmaydı. Bakmak isterseniz (burada) ve (şurada) Bu konuda hayali olarak pek başarılı sayılmam ama bakarak bir şeyler çizme konusunda fena değilim diye düşünürüm. Saygıdeğer grafikerim Ayşecik , bunları nasıl görür bilemem , bakış açısı mutlaka farklıdır ama teknik hataları görmezden gelirsek , şirin sayılabilirler :))

Hatta keşke grafik programlarından bilseydim de , bilgisayar destekli güzel bir şeyler yapabilseydim. Sevgili Ayşeciğim bu konuda çok başarılıdır . Sayfasının en altındaki çizimleri görmenizi isterim , bence süper... Ama kafaya koydum , öğrenmeliyim bazı programları ...

26 Kasım 2008 Çarşamba

Tombişim...

Büyük ekran ve pek çok değişik özelliğe sahip olması açısından zamanının en iyi telefonlarından biriydi Nokia 6600. O zaman alsak mı , almasak mı diye epey düşündürmüştü. Ama bonusa 12 taksit demişlerdi ya , gaza gelmiştik işte. Biliyorum şimdi bile " yuhh ! " diyebileceğimiz kadar bir fiyata almıştık . Aklıma geldikçe , o paraya hala acırım. Belki de o yüzden hiç değiştiremedim. Şu anda aynı fiyata , daha iyi özelliklerde , mükemmel telefonlar var . Hatta , az daha eklenebilse iPhone bile alınabilir. Ama cimriliğim tuttu , değiştirmeye kıyamıyorum . Çünkü sonu yok !

Sonuç itibarıyla "tombişim " adını verdiğim telefonumla çok güzel günleri , mesajları paylaşmış ve hoş sohbetler geçirdim . Oysaki onunla beraber neler geldiii, neler geçti. Çift hat bulundurunca , diğeri zaman zaman değişti de tombişim hep yerini korudu.

Taaa ki geçenlerde bir arkadaşıma kızıp , telefonu hırsla yere fırlatana kadar. Çok alakasızdı biliyorum ama mesaja cevap vermeyince , bir an sinirlenesim geldi. Bazen bu tür saçmalıklar yapıyorum işte . Olan tombişime oldu tabii . Ekranı çatladı ve bir süre tepkisiz kaldı. Belli ki iç kanaması vardı. Şİmdilerde arayan numarayı göstermeme , mesajı iletememe , cevapsız aramaları silme , aniden kapanma , bazen de açılmama gibi garip tavırlar içerisine girdi. Haklı aslında , beyin sarsıntısı geçirdi ,hiç kolay değil. Ama artık değişmek zamanıdır , değişmek diyorum...
.
Not: Aslında arkadaşıma aldırmalıyım dimiğğ ???

25 Kasım 2008 Salı

Takılı kalanlar...

Aslında mimlenmeyi sevmiyorum. Çünkü , o an için zorunluluk hissetmek bana stres veriyor.

İçimden geldiği gibi de beni " Takıntılar " konusunda mimlemiş. Bu nedenle , bir kereliğine , işte içimden geldiği gibi ...

  • İlk takıntım mimlenmek olsun. Bir daha beni mimlemeyiniz diyorum :))
  • O an kullanmayacak bile olsam , internetin olmamasına takıyorum . Defalarca kontrol ediyorum. Bağlantı gelince normal hayata geçiyorum. Sanırm bu konuda çoğumuz böyleyiz. Yeterki olsun! Engellemelere başkaldırı belki de :))
  • Bilgisayarımı açınca önce blogları ziyaret etmeden , başka işlere başlayamıyorum.
  • Pijamalarla evin içinde uzun süre gezilmesine , yerlere oturulmasına takıyorum.
  • Evde veya dışarıda yapılacak işleri listeliyorum. Liste azaldıkça rahatlıyorum.
  • Herşeyin kontrol altında olduğundan emin olmak için , karşımdakini defalarca sorguya çekiyorum.
  • Temizlik yaptığım zamanlarda , herkesin peşinden geziyorum , onu düzelt , bunu yerine koy , dağıtma ... ( komutan gibi )
  • Dağınıklık ve temizlik konusunda , eğer işin ucu kaçtıysa , sınır tanımam , aynı şiddette dağıtmaya devam ederim. Ama toparlayınca komutan geri döner...
  • Yemek yaparken , ocağa bir şey taşarsa , anında herşeyi kapatıp , temizlerim. Kaç kere elimi de yaktım ama akıllanmadım.
  • Bazen arabayı kilitlediğimi unutup , tekrar , tekrar açıp kapatıyorum. Kilitlemişmiydim acaba duygusunu içimden atamıyorum.
  • Yapılmasını istediğim bir iş , o an yapılmazsa , inanılmaz geriliyorum. Söylene söylene ben yapıyorum.
  • Kendimi başkalarının yerine koyup , fazla ayrıntılı düşünüp , yok yere kendimi üzüyorum.
  • Hatta kötü senaryolar yazıp , oynadığım bile söylenir. ( Nobel ödülüm bilem var ... )
  • Msn 'de , arkadaşıma selam verdiğimde , işi bile olsa , er ya da geç ( 2-3 gün ya da 1 hafta sonra bile olsa ) bana cevap vermesini beklerim. Hiç görmemiş gibi yapılmasına , yokmuşsun gibi davranılmasına takarım. Aksi halde "kıracak birşey mi yaptım " diye yine takarım.
  • Sözünü tutmayan , yalan söyleyen , uyuşuk insanlara takarım. Mümkün oldukça hemen uzaklaşırım.
  • Tatil dönüşlerinde gece veya gündüz , saat kaç olursa olsun , o bavulu yerine yerleştirir , kirlilieri banyoya , temizleri dolaplara , her malzemeyi de yerine koymadan asla uyuyamam. Çok fırça yedim ama düzelemiyorum :))
  • Daha o kadar çok takıldığım şey var kii , sanırım baştan başa takıntılı biriyim. Herkese sabır diliyorum ...

24 Kasım 2008 Pazartesi

Güne özel...

* Sabah 1.dersten çıktığımda , yine eski okulumdaki öğrencilerimin dersi kırıp , beni ziyarete geldiklerini gördüm . Artık nasihat filan sökmediği için bana sadece mutlu olmak düştü. Hala beni özlüyorlarmış . Benim de onları özlediğim gibi ... * Dün gece , 23:00 'den sonra kapı çaldığında , " hayırdır bu saatte kim olabilir ki ? " diye kısa bir panik anı yaşadık. Kapıyı açtığımızda , komşumuzun bir tabak kabak tatlısı ve kaymaklı dondurma ile geldiğini görüp , bunun da günümüzü kutlamak adına olduğunu duyunca , tatlıyı afiyetle yedik. Düşünceli bir davranış. Sağolsun çok da severim , ellerine sağlık... * Arkadaşım okul çıkışında beni çaya davet etmişti. Ben de sıcacık ,çıtır simitlerimi alıp gittim . Hem çayımızı , hem kahvemizi içip , peynir , zeytin , domates muhteşem üçlüsüyle simitlerimizi yedik , günlük dedikodularımızı yaptık. Dışarıya çıktığımda ,yakın çevrede oturan birkaç öğrencimin bana hazırladığı sürprizle karşılaştım. Çok hoştu.

23 Kasım 2008 Pazar

Teşekkür...

Bugün bir arkadaşımla , blog ile ilgili bir takım yenilikler düşündük . Ve saatlerce yaptığımız konuşmalar sonucunda , bence mükemmel bir görüntü çıktı ortaya.

Tüm itiraz ve kaprislerimi çekerek , bıkmadan , usanmadan , kızmadan bana zaman ayırdığı için ve tek tek ilgilendiği için çokkkkkk teşekkür ediyorum.

Bu da bana Öğretmenler Günü hediyesiymiş . Bu daha da güzel ...

Teşekkür ediyorum ...

Kuğu gibiydi...

Muhteşem bir düğünle , muhteşem bir gelin oldu canım arkadaşım.
"Kuğu gibiydi " derler ya , işte tam da öyleydi .
.
Gözlerindeki , o pırıltıya tanıklık ettim ya , başka da birşey görmek istemiyorum. MUTLULUKTAN BAŞKA ...