28 Nisan 2011 Perşembe

Hayy sizin şaka anlayışınıza !!!

Şakalaşmak ne zamandır zarar verme boyutuna geldi anlamıyorum. Bu çocukların oynadıkları oyunları yada adına şakalaşmak dedikleri şey,artık beni çok korkutuyor. Biz mi bu şakaları anlayamıyoruz yoksa anlayış mı değişti ? Değiştiyse de mümkünse değişmesin , çünkü doğrulara ve olması gerekenlere çok ama çok ters...

Her fırsatta birbirinin üzerine atlamalar , yere yatırıp tekmelemeler , alt alta üst üste boğuşmalar , aynı güreş müsabakasındaymışız gibi görüntüler sergilemeler , canını acıtırcasına ve bundan da keyif alırcasına yapılan şakalar!!! Böyle diyorlar adına...V"ne yapıyorsunuz ?" diye sorduğumda , ayırmaya çalıştığımda da , aldığım cevap " Sadece şakalaşıyorduk ! " oluyor. Ama görseniz el yüz , üst , baş perişan . Yok böyle bir şaka ve kabul etmiyorum da . İçinde olan anlar ve inanın hergün bu masum çevrede bile nelerle karşılaştığımı anlatsam "eyvah teksas" gibi dersiniz. Bu nedenle büyük şehirlerde , büyük okullarda yaşanananları düşünmek bile istemiyorum.

Bugün yaşadığımız korkunç bir olay , pek çok okulda yaygınlaşmaya başlamış. Bunun kaynağı kimdir , nedir bilemiyorum ama eğer TV 'de izletilen bir olaysa yetkilileri bu konuda yol gösterdikleri için uyarıyorum!!! . Çünkü izletip izletip  "sakın denemeyin!" demiş olmaları bile bu yaştaki çocuklarda denemeye sevk edici bir olaydır. Sonuçlarını düşünmez bile.  "Boğazımı sık ve beni bayılt" Ne demek bu ? Ölüme meydan okumak mı? Böyle eğlence mi olur ? Böyle şaka mı olur? Hayat bu kadar basit mi?   

" Boğazımı sık ve beni bayılt " demiş , diğeride "olur" demiş. Ne o aklı verende , ne de yapanda 1 gr akıl yok . Yapışmış boğazına , sıkmış sıkmış , çocuk renkten renge girmiş morarmış , bir anda yere yığılmış o sırada yüzünü betona çarpmış . Kan oturmuş bütün yüzüne "Ölümden dönmüşsün farkında mısın ? " dedim  çok korkmuştum.Bu nasıl bir şeydir ? Hiç bir şey diyemediler , her ikiside olayın şokundaydı . Bir anda oluvermişmiş , Peki bir anda giden hayatın bedelini kim ödeyecekti ?

İşte bu yüzden korkularım hergün daha da büyüyor. Benzer olay bugün oğlumun sınıfında da yaşanmış . Bunu duyunca sinirlerim iyice bozuldu .Şakalaşmalara ve oyunlarınıza DİKKAT !!! diyorum. Böyle şaka olmazzzz....

27 Nisan 2011 Çarşamba

Ceza öyle olmaz , böyle olurmuş....

Birkaç gündür balık diye diye baygınlık verdiğimi biliyorum ama bir önceki yazımda fanus cezası verdiğim Lepistesin saldırganlığı hakkında ŞOK bir gelişme oldu. Çünkü böyle birşeyi ilk kez yaşadım yazmasam olmazdı. Meğerse saldırganlığın sebebi , çektiği sancılarmış . Yani ben işin şakasındayım , mutlaka öyle değildir ama tesadüf oldu diyelim. Fanusa koyduktan sonra kovalayacak kimsesi olmadığı için sakinleşmişti. Hatta onu ayırıp yalnız bıraktığım için üzüntü bile duymuştum . Ama şimdi yalnız değil. O anne oldu. Komik ama 6 tane mini mini lepistesimiz oldu. Fıldır fıldır geziyorlar ve çok şirinlerrrr...

Lepistesin hamile olduğunu nereden bilebilirdim ki , yani tamamen süpriz bir doğum oldu. İyiki saldırganlık yapmış ve iyiki ayırmışım. Ayırmasaymışım biz daha yavruları göremeden yem olacaklarmış. Daha büyüklerine bakmayı öğrenemeden bu mıncırıklarla ne yapacağım ben şimdi :)))

Hadi kolay gelsin bendenize ...

26 Nisan 2011 Salı

Fanus cezası...

Şu aralar bütün derdimiz varsa yoksa akvaryumumuz. Aslında dert demek doğru olmaz , sadece acemi olduğum için dert ediniyorum. Yoksa neşemiz bile oldu diyebilirim . Toplamda 5 japonumuz , 5 lepistesimiz oldu. Ama lepisteslerden birini akvaryum dışına çıkarıp ona hücre cezası vermek zorunda kaldım.

Özellikle belirtmek istiyorum ki , tecrübe eden arkadaşlar japon ve lepisteslerin asla birarada yaşayamayacağını belirtmiş. Ama yinede bu durumdan hiç rahatsızlık duymadan gayet uyumlu yaşayan örneklerinde olduğunu okuduğumda riski göze aldım. Herhangi bir uyumsuzluk çıkarırlar mı diye de 2 gündür gözlem altında tutuyorum. Olur ya belki bizimkilerde uyumlu yaşayanlara örnek olurdu. Ama dedikleri doğruymuş. Lepisteslerden sadece birisi cadı çıktı. Cadı ki , hem de ne cadı...O minnacık boyuna bakmadan , sen git japon balıklarının kuyruklarını tırtıkla , kaç. Onlarda bir o yana , bir bu yana salına salına kaçışıp durdular yoksa o tülümsü kuyrukları kopacak ve çirkin olacaklardı. Zaten Lepisteslerin tek dertleri japonların kuyruklarıymış . Kıskanç yaratıklar nolacak :)

Baktım ki japonlara rahat yok , etrafında fırıl fırıl dönmeye devam ediyor. " Tamam " dedim " Senin suyun ısındı güzelim , gel bakiim sen şöyle fanusa doğru " . Ama balık aklı dersiniz değil mi , ben böyle zeki birşey görmedim. Sanki yakalanacağını anlamış , suçunu biliyormuş gibi de kaçtı. Gidip ısıtıcının arkasına saklandı , dibe ve köşeye en yakın yerlerden kamikaze dalışlar yaptı. " Bak sen şu , su cambazına...El mi yaman bey mi ? " diyerek zorlu mücadeleden sonra fanus cezası başlamış oldu. Şimdilik diğerleri de sorunsuz bir şekilde 2 ayrı grup halinde takılmaya devam ediyorlar. Fanusuda gözlerinin önüne koydum ki , bilsinler yoksa tayinleri çıkacak  :))))

21 Nisan 2011 Perşembe

Yeni heyecanımız...

Veeee sonunda akvaryum alındı. Bakalım bu işin içinden nasıl çıkacağız ? Daha önce ne böyle bir girişimim olmuştu , ne de herhangi bir yakınımda görmüşlüğüm. Yani ne nedir , nasıl yapılır , konu hakkında en ufak bir fikrim bile yok . O yüzden birkaç gündür forum forum gezip bir sürü bilgi ediniyorum . Arkadaşlarımla paylaşıyorum. Ve öyle şeyler öğreniyorum ki , başka bir dünya kurmaktan farkı yok.  "Aman canımm , balık işte , ver yemini geçsin , gitsin " denecek kadar basit bir olay değil. Sonuçta , o bir canlı ve hayatta kalması sana bağlı. Amaç , onu doğala en yakın  ortamda yaşatmak ve bu yaşantıdan da karşılıklı olarak zevk alabilmek. Yani öncelikle , onun mutluluğu önemli. Aksi halde onun mutsuzluğu bizede yansıyacağından , herşey kurallarına uygun olmalı. Umarım başarılı olabiliriz.

Akvaryumla beraber gerekli tüm malzemeler alındı ve temizlik işlemine geçildi. Hiçbir kimyasala tabi tutulmadan sadece suyla temizlik yapılması gerekiyormuş. Öncelikle 5 kg kadar deniz kumu kovaya kondu ve berraklaşıncaya kadar defalarca yıkandı. Ve hiç kolay değildi gerçekten. Baktım ki işlem çok yavaş ilerliyor , parça parça süzgece alıp öyle yıkadım. Sonra akvaryumu koyacağım yeri belirledim. Yıkanan kumları getirip dibine yaydım. Bu arada kumun kalınlığı ve akvaryum içinde yapılması istenen yükseltileri belirlemek tamamen isteğe bağlı . Bizimkisi acemi işi olduğundan yükseltisi yok , dümsüz. Öğreniyoruz ya...

Dekoratif amaçlı olsun diye plastik bitkiler , çaba ve köprü almıştım. Onları da uygun şekilde yerleştirdim. Ama okuduklarımdan anlıyorum ki , doğaldan epey uzaklaşmışız.  Olmaz diye birşey yok ama tavsiyeler bu yöndeydi. Daha sonra yeni bilgilerimle köklü değişiklikler yapabilirim. Yani , şimdiden herşey en doğru şekilde olsun dersem öncelikle akvaryumu büyütmem ve canlı bitkiler koymam gerekiyormuş. Daha başlamadan , hayal kırıklığı yaşamak istemediğimden aşamalı geçiş yapmak istiyorum. Hepsi olacak ama yavaş yavaş...
 
En son ne yapmıştım ? Kumları koymuştum. Sonra sıra suyu doldurmaya geldi. Bu konudaki tavsiyelerde , iyi su kullanılması yönündeydi ama işlemleri gece yaptığım için yeterli suyumuz yoktu. Mecburen hortum yardımıyla çeşme suyu kullandım. Çeşme suyu konulduğunda içindeki klorun uzaklaşması ve su dengesinin oturması için birkaç gün beklemek gerekiyormuş . Maksimum 1 hafta kadarmış ama 3 günde yeterli diyenler vardı. Ancak balıkların ölme riski artıyormuş. Bekleyebileceğimiz için riske gerek yok diye düşündüm. Son olarak ısıtıcı ve filtreyi de  yerlerine yerleştirip ,içine su düzenleyici damlattım. O da akvaryumda biyolojik ortamın sağlanması için gerekliymiş. Ve hepsini çalıştırdım. Suyun ısınması ve 26 ºC ' ye gelmesi 2 gün sürdü. Akvaryum bu şekilde boş olarak 1 hafta çalışacak...
 
Görüntü bence çok şirin ama bu konuda tavsiyeleriniz varsa değerlendirmeye alabilirim ...

18 Nisan 2011 Pazartesi

Gümüş'ün hikayesi...

Gümüş'ün gelmesi pek bir olaylı oldu. O yüzden bizimle yaşamasının gerçekten mucize olacağını düşünüyorum.

Bizimkiler sınıflarına akvaryum almışlar. Öğretmenimizde birkaç öğrenciden balık getirmesini rica edince , ertesi gün çoğu öğrenci kapmış balığı gelmiş. Akvaryum dedikleri de zaten minicik bir şeymiş. Neyse , herkes götürünce biz kusur kalır mıyız? Olmaz tabii , hemen gittik , bizde aldık. Balığı alıp poşete koydular , oradan çıkıp gümüş satan bir takıcıya uğradık. O sırada bizimki tamamen poşetteki balıkla ilgilendiği için çok heyecanlıydı. " Anne ya ölürse , ya acıktıysa , ya şöyle , ya böyle " diye diye beynimi yemişti 2 dk.içinde. Neyse işimi halledip dükkandan çıktık , eve geldik. " Anne , balığımın adı Gümüş olsun " dedi. Çünkü balığı alınca gümüşçüye gitmişiz oradan aklına gelmiş. "Olur tabi" dedim. " Zaten rengide benziyor" . Onu alıp , dikkatlice kavanoza koyduk. Bir geceliğe kavanozda yaşayacak garibim. Kolay mı arkadaşlarından ayrılmış , keyifle yüzdüğü kocaman ortamından uzaklaşmış ve bir kavanoza hapsedilmiş. Düşününce oldukça üzücü aslında. Suçsuz yere hapise düşmek gibi.

Ama inanın o geceyi zor geçirdik , o heyecanı görmeliydiniz .Sürekli başına gidip bakmalar , okula vermekten vazgeçmeler ,  ölmemiştir değil mi diye endişelenmeler. Ya ölürseymiş , çok ağlarmış. Oysaki defalarca anlattım " Ölebilir , bu çok doğal. Çünkü ortamını değiştiriyoruz ve alışması kolay olmuyor. Dengesi bozuluyor ve hassas oldukları içinde çabuk ölebiliyorlar" diye. Kabul ediyor ama duygusala bağlamaktan da geri kalmıyor.

Neyse kavanozu alıyor ve dikkatlice tutarak okulun yolunu tutuyor . Akşam eve geldiğinde ağlamaklı. "Kavanoz kırıldııııııı"  diyeee başlıyorrrrr. " Nasıl , kesik filan var mı ? Yok çok şükür. " Az kalsın balığım ölecektiiii benim yüzümdennn" diye yaygarayı kopartıyor ama zaten olmuş bitmiş , şimdi ağlamak niye ? Sonra anlatıyor , kavanoz elinden kaymış , kırılmış , balık çırpınmaya başlamış , bizimkisi de avuçlayıp hemen akvaryuma atmış. Yaşadığı şoka bakın hayvancağızın. O gece akvaryumda huzur buluyor Gümüş , gayet mutlu. 2 gün sonra elinde pet şişe ve içinde Gümüş , geri geliyor benimkisi. "Ee ne oldu ? Neden geri geldi ? " " Balıklardan biri hastalandı , öğretmenimiz de bulaşmasın diye herkesin balığını geri gönderdi , yani akvaryum dağıldı " dedi. Haydaaa olaya bakın şimdi. Böylece Gümüş bize kalıyor.

Evdeki bir fanus yıkanıp temizleniyor ve Gümüş geçici bir süre buraya yerleştiriliyor. Tabiki tekrar gündeme akvaryum olayı geliyor. Gümüş yalnız kalmasın , yaşayacak mutlu bir yuvası olsun...Pes ediyorum ve tamam diyorum.

Sonraaa....(1 gün ara)

17 Nisan 2011 Pazar

"Gümüş"ümüz oldu...

Çocukluğumdan beri , evde pek çok evcil hayvan beslemişizdir. Muhabbet kuşu , kedi , köpek...

Annemin yolda bulup avucunda getirdiği minicik kedi yavrusu ilk Boncuğumuz olmuştu. Tekir cinsi , mavi gözlü çok şekerdi. Mahalledeki çocukların onu birgün kireç kuyusuna atmasıyla son bulmuştu hayatı. Öleceğini anladığı içinde bir daha yanımıza hiç gelmemişti .

Sonra muhabbet kuşumuz oldu , Cingöz. O da yavruydu aldığımızda. Gagasıyla pinpon topuna vurur , peşinden koşturup dururdu. Babamda onunla eğlenmek için "aptal cingöz" derdi. Birgün yine topun peşinden koştururken derinden bir ses geldiğini farketmiştim , sürekli  " aptal cingöz , aptal cingöz " diye tekrarlıyordu. Cingöz konuşuyordu. Sonrada bir sürü kelime öğremiştim ona. Sadece erkek kardeşimi kızdırmak için de ona "cimbombom" demeyi öğretmiştim . O koyu fenerbahçeli olduğu için evde sürekli cimbombom diyen bir kuşa odasında katlanmak zorunda kalıyordu. Ne gıcığım değil mi?

Sonra da Sunny'miz oldu. Üzücü bir şekilde ayrılmıştı bizden, geçmiş bir yazımda anlatmıştım. Sonuç olarak , bakımlarıyla  çok fazla ilgilememiştik , çünkü günün büyük bir bölümünde okulda oluyorduk. O yüzden ne kadar sorumluluk alabildik bilemiyorum ama yükün her zaman annemde olduğunu çok iyi biliyorum. Yani annem yeri geldiğinde hem Cingöz'ün , hem Boncuğun hemde Sunny 'nin annesi gibi olmuştu. Anneciğimi bu konuda yürekten tebrik ediyorum. Biliyorum hiç kolay değildi ama bizlere de hayvan sevgisini yaşatmıştı.

Şimdi ben böyle birşey yapabilir miyim bilmiyorum ? Çalıştığım için , evde kedi köpek olayı oldukça zor ama bunu mutlaka bizlere daha az ihtiyaç duyacak bir hayvanla telafi etmeliyim diye düşünüyorum. Mesela muhabbet kuşu (-ki o da evde kimse olmadığında küsüyor. Çok iyi hatırlıyorum , konuşmaya çalıştığımda kafasını çevirip arkasını dönüyordu. ) Ya da balık olayına girip eve güzel bir akvaryum mu alsam ? Ama akvaryum da özel bir ilgi istiyor , düşünmekteyim. Ne güzel kaplumbağa ile işi kurtacaktım ama o sevdadan da vazgeçtik.

Durum odur ki ; küçük bey haklı olarak evde bir hayvan beslemek istiyor . Sorumluluk almak istiyor. Herşeyiyle ilgilenirim diyor ama bunun "aslında herşeyiyle sen ilgileneceksin anne" demek olduğunu henüz anlayamıyor. Ben de sürekli olarak " bizim evcil hayvanımız var oğlum , sen benim kuzucuğumsun , aslanımsın , kedi yavrumsun , minik kuşumsun , hamsi baluğumsun " diyerek işi geçiştirip şakaya alıyorum " Yaa anne yaaaa öyle diiiillll " diyerek karşı çıkıyor ve artık köşeye sıkıştım .

Şimdi ise nurtopu gibi bir japonumuz oldu . Adı da "gümüş" oldu. Bakalım kaç gün bizimle kalacak.

15 Nisan 2011 Cuma

Nasıl bir AŞK bu?

İşte benim haftalardır beklediğim an , bu andı. Biliyordum eninde sonunda bir araya gelip , evleneceklerini ama olayların nasıl gelişeceğini merak ediyordum. Çok fazla dizilere sarıp kritiğini yapan biri değilimdir ama bu kez böyle oldu. 

Pargalı İbrahim Paşam mutlu ya , Hatice Sultanım da mutlu dolayısıyla bende çok mutluyum. Artık bana ne oluyorsa :)) Ama kıyamam ben Pargalıya ...

İşte replikleriyle o bölüm ....

Hatice: Hünkarım.
Süleyman: Ben senin saadetin için , yüzünün gülmesi için , bir söz verdim. Mehmet Çelebi ile olan nişan akdini bozuyorum . Senin kalbinin yangınını gördüm Haticem,İbrahim'le senin izdivacınıza karar verdim ..
Hatice bayılır.
~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~
İbrahim: Hünkarım cürretimi bağışlayın sizden son bir arzum olacak .
Süleyman, İlahi Komedyayı bitirir ve sertçe kapağını kapatır.
İbrahim: Babam ve kardeşimle geldim Parga'dan . Birinci avluda bekliyorlar. Cenazemin aileme teslim edilip, Pargaya götürülüp orada gömülmesini istiyorum. Elbette, siz münasip görürseniz . Süleyman: Münasiptir Pargalı, elbette .
Süleyman ayağa kalkar. İbrahim gözlerini yumar.
Süleyman: Lakin, önce düğününe katılsınlar sonra emr-i hak vuku bulunca cenazeni alıp,giderler. İbrahim, Süleyman'a bakar.
Süleyman: Nasıl bir aşk bu ? Sen herşeyden vazgeçiyorsun, Haticem ölmekle eş tutuyor ayrılıp, gitmeni .. Ben aşka hürmetsiz bir insan mıyım ? Seni öldürebileceğimi nasıl düşünürsün !? Ben o kadar zalim miyim ?!

12 Nisan 2011 Salı

:'(

Bitti ...
Canım öylesine sıkkın ki , hiç keyfim yok ...
Umutlar söndü , gülen yüzler asıldı...Arkadaşlarının ve öğretmenlerinin göz yaşları içinde son kez okuluna getirildi ve gitti...

Zaten günlerdir süren bir mücadele vardı. Hayatta kalması zordu , gerçekten çok zordu. Yine de direndi , küçük küçük tepkiler verdi . Mucizeler her zaman olmuyor muydu ? Biz de belki  "olabilir" diye umut ettik. Ama üzgünüm , tanımasam da , bilmesem de canımmış gibi yüreğim yandı. Mekanın cennet olsun güzel kızım ...

Ailesine ve geride kalan tüm sevdiklerine Allah'tan sabır diliyorum...

9 Nisan 2011 Cumartesi

Sıkı tutun ...

Bir an varsın , bir an yok. Hayat bu işte..Yani öyle bir an geliyor ki hayatının akışı birden tersine akan bir nehir gibi sürüklüyor hem seni , hem de tüm sevenlerini...

Dün sabah üzücü bir olayla güne başladık. Gün boyu , moral bozukluğu içinde hep bir umut bekledik ve 24 saatten fazladır da beklemeye devam ediyoruz. Lise öğrencimiz , karşıdan karşıya geçerken hızla gelmekte olan bir minibüsün altında sürüklenip savrulmuş. Kötüydü , çok kötü diyor görenler. Suçlu kimdir , nedir , nasıl olmuştur bilinmiyor ama şu an önemli olan verilen yaşam savaşı.

Ailesini düşündüm o an  , içim parçalandı , yüreğim sıkıştı. Biricik canları , can savaşı veriyordu. Oldukça ağır yaralıydı. Aklına gelir miydi böyle bir kaza olabileceği ? Ya da hangimizin aklına gelir ki ? Sadece  " Lütfen dikkatli ol !  " diyerek  öpüyoruz ve Allah ' a emanet gönderiyoruz canlarımızı okula. Kim bilebilir ki ?

Şu an için , durumu ciddiyetini koruyor ama doktorlar ellerinden geleni yapıyorlarmış . Tam 3 kez kalp durmuş , geri getirmişler. Ancak iç organlarda kanama devam ettiğinden zor bir durumla karşı karşıya olunduğu da bir gerçek. Lütfen bu savaşı kazan güzel kızım lütfen...Tutun hayata canım ama sıkı tutun...

Dualarımız seninle ....

5 Nisan 2011 Salı

Kahve bahane...

“ Kokusunda davet var ”  diye boşuna demiyorlar. Kahve , bu anlamda öyle güçlü bir çekime sahip ki , hiçbir türüne hayır denmiyor . Hele yanında kek , kurabiye gibi bir şeyler de varsa , keyif haline dönüşen eşsiz bir çekim haline geliyor.

Gerçi hepimizin kahve tercihi çok farklı. Kimimiz sert, sade ve şekersiz classic nescafe ile güne başlarken , kimimiz sütlü , kimimizde Türk kahvesiyle başlıyor. Ve bu olay , gün içerisinde farklı kahve keyfi şekillerinde devam ediyor. Güne kahveyle başlamak gibi bir alışkanlığım olmasa da , gün içerisinde sütlü nescafe içmezsem , eksikliğini hissedecek kadar alışkanlığım olduğunu itiraf edebilirim. Ara sırada da Türk kahvesi. Ama o da mutlaka şekerli ve çikolata tadında olmalı . Belkide daha az içmeyi tercih ettiğimdendir.

Hani “ kahve bahane , sohbet şahane ” sözü de hakikaten çok doğru bir söz. En güzel sohbetleri kahve sırasında yapmıyor muyuz? Düşünsenize , o minicik fincanların içerisine ne çok şey sığdırıyoruz , bazen zararsız dedikodularımızı , kahkahalarımızı , anılarımızı , özlemlerimizi ve bazen de hayallerimizi...Bence , kahvenin asıl tadını verenler bunlardır diye düşünüyorum.

Yani , hakikaten kahve bahane...Diyorum ki , şöyle yüksek bir tepede , denize karşı bir kahve içseydim .Sohbet mi ? Neden olmasın  ;)