17 Ocak 2012 Salı

Biri bizi gözetliyor !!!

Kapı  çaldığında , postacı "ceza tebliğatııı" diye seslenince çok şaşırdım. "Adınıza trafik cezası gelmiş" dedi. "Nasıl yanii , nedennn?" diye sormuşum ama adamcağız nereden bilsin ki  ? Benimkide laf. İmzalayıp aldım mecburen...

Nerede , ne yapmışım ? diye merak edip , hemen gelen tebliği satır satır inceledim. Amanın , birde ne göreyim. Arabamın fotoğraflarını çekmişler. Anlaşılan bizimkisi meşhur olmuş :))) Şaka bir yana , tarihe baktım , geçen hafta oğlumu hastaneye götürdüğüm tarih. "Ehh! " dedim "mümkündür" Neden ? Çünkü malum ağır adamız. " Hadi oğlum geç kaldık, yetişemeyeceğiz" dediğimde bana sakin sakin "kalalım nolurr sankiiii" şeklinde cevap verdiğinde çok sinirlenmiştim.  Randevulu olmasa "geç kalmak" diye bir kavram olur muydu zaten. Hastaneye tam saatinde yetişmiştik amaaa , birilerinin bizi gözetlediğini unutmuşum... 

Her neyse yol bomboş olsa da , 2 şeritli olsada , hız limitini aşmak kural ihlali işte. (aksi halde asla hız yapmam ASLA !!! ) Mobesada affetmemiş ve çekmiş arabamın fotoğraflarını. Açıklama olarak da "%20 hız limiti aşımı" yazmış. Ne diyeyim haklıydı , bende ödedim :(

13 Ocak 2012 Cuma

Unutmuş gibi...

İnatla yapmadığım ve yapmayacağım birşey yüzünden canımı sıkıyorum. Aslında "yapmayacağım" diyerek büyük söz sözlemiş olmak da istemiyorum ama bu kezde böyle olsun...

Sevdiğim birşeyi unutmuş gibi yapıyorum. Aslında hatırlatmaya bile fırsat bulamıyorsam, yapacak birşeyde yok demektir. Çünkü en çok yapmak istediğim , benim için çok önemli olan bir şeyi yokmuş gibi geçiştirmeye dayanmak çok zor. Bu yalan söylemek gibi birşey. Ama biliyorum ki ben yalan söyleyemem. Bu tamamen benim hassasiyetimden kaynaklanıyor. Belkide bu kadar önemli olan bu şey , kimsenin ruhuna dokunmayacaktı bile.

Aslında bu konuda çok çok önceden yapılmış planlarım ve söyleyeceklerim vardı ama yok , yok yine saçmalıyorum. Hassas davranıyorum dedim ya işte. Zaten benim için önemli değil , böyle şeyler dememiş miydi ? Tamam işte bende öyle yaptım , unuttum gitti .. Ama biliyor musunuz? Kötü bir yalancıyım...

12 Ocak 2012 Perşembe

Çay mı , kahve mi ?

Çay , çok fazla tercih ettiğim bir içecek değildir. Yani içmem demiyorum ama içmezsemde aramam. Hani tiryakisi vardır günde 4-5 kez içer , her içişindede 5-6 bardak içer. Sabahtan akşama kadarda içse , "böyk" demez. İçmezse de baş ağrıları tutar. Mesela , annem böyledir. Günde 3 kez çay demler, gerçi 2-3 bardakla sınırlıdır ama içmezse baş ağrısı geçmez , öyle der ama ben anlamam :)

Bizim evimizde de çay sadece hafta sonları kahvaltıda içilir. Misafirimiz gelirse ya da ayda 1-2 kez akşamları canımız isterse. O da çok ender...Genelde tercihimizi kahveden yana kullanırız...

Ama bugün çay içmek isteyipte, içemediğim bir gün oldu. Okulda , ders arasında sürekli çay içildiğinden bende mecburiyetten içerim. Hem sıcak bir şeyler olsun , hemde boğazım yumuşasın diye. Bugün de öyle yorucu ve stresli bir gündü ki , sürekli bir koşturmaca içinde aşağıya yukarıya , indim çıktım. Hem nöbetçilik hemde son sınavların telaşı vardı. Bu arada 3 kez çay içmeyi denedim ama başarılı olamadım. Birinde çayımı alıp , üst kata çıktım . Üşümüştüm , içim ısınsın istedim. Ama öğrenciler yanıma gelip sorular sorunca sadece ellerimi ısıtabildim. Çay elimde soğudu , zil çaldı derken içemedim. İkincisinde , yine kattayım , çayımı aldım . Bir yandan sandviçimi yiyerek çayımı yudumluyordum ki , iki kız öğrencim merdivenlerden yukarıya hızla koşarak sevgi gösterisinde bulundular.

O arada " dur kızım , çay var , dikkat ! " diyene kadar bardak uçuşa geçti . Allah'tan tehlikeli bir durum yaratmadı ama o çay da öylece gitmiş oldu. Üçüncüsünde ise , bir velimiz geldi. Onunla konuşurken çay yine elimde soğudu. Sonrada gidip almaktan vazgeçtim.  

Ama ne yaptım biliyor musunuz ? Eve gelince ilk işim kendime çay demlemek oldu :) Ben bile inanamadım ama 2 bardak içtim , yetti de arttı bile. Bakalım bir daha ne zaman canım çeker ? Çaycıları ve kahvecileri görelim ...

10 Ocak 2012 Salı

Bence siz de yardım almalısınız...

" Bence siz de yardım almalısınız "demek geldi içimden ama sustum. İşini seven ve işinin hakkını veren kişilere sonsuz saygım vardır ama nedense bu şahısa saygı duyamadım.

Hafta sonunda X hastanesinin Dermatoloji bölümden randevu aldık. Oğlumun ayak tırnaklarında bir problemi vardı. Görüntü olarak , tırnakta oluşan bir mantar .  Ancak bunun için tırnağın yapısına bakıp incelemeye almak , belkide test uygulamak gerek diye düşünüyorum.  Ama ayağa hiç dokunmadan , uzaktan  büyüteçle bakarak da anlaşılabiliyormuş!!! . Olabilir tabi , belki işinde çok iyidir ve defalarca böyle durumlarla karşılaşmış olduğu için , anlaşılabilir diye düşündüm. Ama hemen ardından oğlumu dışarıya alarak , bizimle özel görüşmek istediğini belirtti. Ve ilk sözü " Oğlunuzun durumu psikolojik , yardım almalısınız"  dedi. Nasıl yanii ?? El tırnaklarını yemek psikolojik , bende biliyorum ama ayaktaki olay bambaşka ...

"Bizler eğitimciyiz ve bir çocuğun hangi koşullarda tırnak yediğini elbette çok iyi biliyoruz. Ancak bu koşullar bizde geçerli değil " dedim.  Düşünebildiğim tek sıkıntı , ders çalışma isteği olmaması ve bu konuda baskı hissediyor olması olabilirdi. Başka ne arasalar yoktu zaten. Hem hangi çocuk dersler ve ödevler konusunda sıkıntı yaşamıyor ki ? Her neyse söz konusu olay bu değil zaten. Bu bambaşka bir konu...

Sonra bakıyorum ki , büyüteçle inceleme yapan ve bize "yardım almalısınız" diyen hatun , kendi geçim derdini , arabasının yakıt sorununu , yaptığı fedakarlıkları , çalışma saatlerini , çocuğunun okul hayatını , ev hayatını , spor hayatını , başarısını , bilgisayarla etkileşimini ,  anne baba etkileşimini anlatarak bizi bayma noktasına getirmiş. Bir yandan da reçeteyi yazmaya çalışıyor . Ama herşey bizim tırnak konumuzdan olabildiğince uzak. Anlatıyorda anlatıyor. Ayaktaki problem nedir , ne değildir ? Unuttu gitti...

Biz eşimle şoktayız tabi . "Ne diyor bu hatun ? " dercesine arada göz göze geliyoruz. "Herhalde Dermatoloji diye bizi kandırdılar "diye düşünüyoruz. O an sözünü kesmek ve çıkıp gitmek istedim. " Evet , gördüğünüz gibi bütün çocuklar aynı ,  peki biz ne kullanmalıyız ? Bu mantar mıdır , başka birşey mi ? " dedim. " Evetttt , gelelim reçeteye"  dedi nihayet. "2 krem sürülecek , bir şurup içilecek . Haftaya da kontrole gelinecek " "Tabi , tabi oldu. İsterseniz daha büyük bir büyüteçte getirebilirim" diyecektim ama ayıp olur diye vazgeçtim.

Verdiğim paraya mı yanayım , alamadığım hizmete mi ? İnanın içler acısıydı. Sonradan öğrendim ki , buranın bütün bölümlerinde, böyle saçma sapan şeyler yaşanıyormuş. Hiç kimse memnun kalmıyormuş. Bende başka bir hastaneye giderek , ilgi , alaka , bilgi ve güveni keşfettim. Test yapıldı ve sonucuna göre , ne olduğu belirlenip tedaviye başlanacak...

7 Ocak 2012 Cumartesi

Donan ben oldum...

Gerilim filmlerine dayanamadığımı artık iyice anladım. Belki çok komik gelecek ama hiçbir şey yokken kendimi kastım ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Eşim, birlikte seyrederiz diye internetten bir film indirmiş. Adı "Frozen". Konuyu hiç bilmiyorum ama adından anlaşılacağı üzere soğuk , donmuş ve donakalmakla ilgili...

"İzleyelim" dedim ama yine de kendimi tam olarak filme adapte etmiş değildim. Buna rağmen filmin ilk 30 dakikasında gerginlikten koptum. Görmemek için elimi yüzüme kapattım , çocuk gibi ağlamaya başladım. Duymamak da istiyordum ama o arada eşim durumun ciddiyetini anlayıp , filmi  kapattı.  " Hayatım ne oluyor? Bu sadece bir film " dese de ben bilmiyormuydum gerçek olmadığını. Sadece o an'ı yaşıyordum ve kendimi kişilerin yerine koyuyordum , hemde fazlasıyla...Ve emin olun hiç kimse, o an orada olmak istemezdi.

3 snowboardcu dağa çıkıyor ve teleskiye biniyor. Ancak hava kararmak üzere ve dağda onlardan başka kimse yok. Pist güvenliğide kimsenin kalmadığını düşünerek ışıkları kapatıp gidiyor. Yerden çok yüksek bir yerde asılı kalan 3 'lü , geçici bir elektrik kesintisi olduğunu sanıp oyalanıyor. Ama gerçeği farkettiklerinde panik durumu başlıyor. Havanın gittikçe soğuması , kar yağışının başlaması paniklenmeyi arttırıyor. Ayrıca hafta sonuna kadar pistin açılmayacağını bildiklerinden kurtulma yolları arıyorlar. Donmaya başladıklarını hissettikleri anda aralarından biri aşağıya atlamaya karar veriyor. Ne kadar istemeselerde kurtuluş yolu olabilme ihtimalini düşünerek kabul ediyorlar.

İşte gözlerimi kapadığım ilk sahne buydu . Adam atlıyor ve "çatırttt" iki dizi birden korkunç bir şekilde kırılıyor. Ağlamaya başlıyorum , öyle acı çığlıklar atıyor ki sanki acıyı hisseden benim. Ve bir süre sonra daha kötüsü oluyor. Adamın başına kurtlar geliyor , gerisi malum. Hıçkırık sesimlede film bitiyor. Daha sonra kalan 2 kişi kurtuldu mu , neler yaşadı bilmek istemiyorum. Bir kez daha anlıyorum ki , gerilim fimleri benden geçmiş , hiç gerek yok. Bundan sonra gülümsemek , hayal kurmak lazım diyerek mümkünse komedi , macera, aşk ve fantastik filmleri alayım ben...

5 Ocak 2012 Perşembe

Dibin kara...

Eve geldiğimde , evde mis gibi kestane kokusu vardı. Biraz haşlama , biraz da fırında yapılmış gibi bir kokuydu. Meğer bizim koca beyin canı kestane çekmiş ve haşlamak istemiş. Yani yapmadığı şey değildi ama bu kez yapmadığı bir şeyi de yapmış . 

Kestaneleri düdüklü tencereye koymuş ve haşlandığını düşündüğü zaman ocağın altını kapatmış. Ya da kapattığını düşünüp ocağın altını kısmış. Hemde uzunnnn bir süre ...O arada kestaneler suyunu çekmiş ve hafiften kavrulmaya başlamış. Kestaneler yanmamış ama maalesef ki düdüklüm gitmiş.

Şimdi ben , o düdüklü tencerede bir daha yemek yapabilir miyim , bilmiyorum. İçi simsiyah olmuş ve gözden çıkarabileceğim birşey değil. Ne yaptıysam çıkmadı. Çamaşır suyu ile kaynat demişler , olmadı . Sirke ve karbonatla kaynat demişler , olmadı. Bulaşık makinesi deterjanı ile kaynat demişler , o da olmadı.  Bir de çamaşır makinesi deterjanı ile deneyeceğim. Var mı başka bir yolunu bilen ?

4 Ocak 2012 Çarşamba

Hazıra dağ dayanmıyormuş :)))

Her yılbaşı sofrası hazırlığında  " Bu sefer abartmayalım" diye kararlar alırız.Sanki öncesinde yiyemediklerimiz varmış da , o gece her bir çeşidi yemek zorundaymışız gibi. Hem onca şeyi nereye sığdıracaksak ? Ama tamamen açgözlülüğümüzden...

Yemeği , salatası , mezesi , içeceği , tatlısı , pastası ,  meyvesi ve çerezi derken  dünya çeşit yiyecek hazırlanır. Eş , dost , çoluk çocuk keyifli anlar geçirilir. Komaya girme derecesine kadar yenilir , içilir. Yeni yıla şişkinlik ve hazımsızlıkla girilir. Hadi yalan diyin ? :)) Bence diyemezsiniz. 

Ancak bu durumda , beni en çok mutlu eden şeylerden birisi ikramlar sonrasında geriye kalanlar . Neden mi? Tembelliğimden tabiki. Çünkü buzdolabını her açtığımda atıştıracak birşeyler bulabiliyorum. "Ne yani başka zamanlarda dolapta atıştıracak birşeyler yok mu? " diye sakın düşünmeyin :))))  Tabikide demek istediğim bu değil . Demek istediğim , birkaç gün yemek yapmak zorunluluğu hissetmiyor oluşum... 

Salata çeşitleri ve sadece ısıtılacak yiyeceklerin elimin altında olması hoşuma gidiyor. Ama " Hazıra dağ dayanmaz" diye boşuna dememişler. Aç gözlülük kötü birşey olsa da bu anlamda işime yarıyor. Şimdi aynı dert yeniden başlıyor.  Acaba " Yarın ne pişirsem? "...

1 Ocak 2012 Pazar

01-01-2012

Çok havalı bir tarih olduğunu düşünüyorum . Dün gece saat 23:59 ile 00:01 arası geçen saniyede 365 sayfalık kocaman bir defterin son sayfasını kapattık.

O defter , güzel anılarımızla hatta bazen o anıları sayfalarca yazmak isteyip de içimize bile sığdıramadığımız özel ve güzel anlarla , bazende o sayfayı koparıp atmak , hiç yaşanmamış saymak istediğimiz anılarla dolu...

Gönül ister ki, hep gülümseyerek yazdığımız anıların o deftere sığmamasını... Ama hayat bu , her anıyla yaşanıyor. Biz ister yazalım ister yazmayalım , o zaten , bildiği gibi yazmaya devam ediyor. Bugünse 366 sayfalık yeni bir defterin ilk sayfasını kullanıyoruz. Tertemiz, pırıl pırıl , en güzel yazımızla , en güzel anılarımızı yazmak , en güzel zamanları paylaşmak dileğimle...