28 Nisan 2012 Cumartesi

Doğal akvaryumlar...

Akvaryumumdan ve balıklarımdan uzun süredir bahsetmemiştim. 1. yaşımızı doldurduk bile. Hastalıkları , davranışları , üremeleri derken epeyce yol kat ettiğimi ve en azından Canlı doğuranlar ile ilgili bilgilerimin pekiştiğini söyleyebilirim. Süs bitkileriyle başlamıştı maceram. Ama kısa sürede yemyeşil canlı bitkili bir akvaryuma bıraktı yerini. Şimdi küçücük bir orman gibi oldu. Karşısına oturup , dakikalarca onların dünyasını izlemekten keyif aldığımı , onlarla ilgilenirken zihnimin boşaldığını hissediyorum.

Peki bu bana yetiyor mu ? Tabiki yetmiyor. İnsan bir işi başarınca daha ilerisini denemek istiyor.  Hayalimde neler var neler bir bilseniz...İnanın , daha önce varlığından bile haberim olmayacak derecede güzel akvaryumlar gördüm. Demek ki ilgi alanıma girmeyince dikkatimi de çekmemiş. Doğadan taklitler yapmışlar ve bakınca "bu bir akvaryumdur" demek neredeyse imkansız. Gerçeğinden ayırt edilemeyecek kadar doğallar. 

Bu nedenle bende ufak çaplı bir değişiklik yapmak istiyorum ama adım atmak zor geliyor. Çünkü bu değişikliği mevcut akvaryumumda değil , yeni bir tane alarak , onun içinde uygulamaya geçmem gerekiyor. Hal böyle oluncada işin ucunda hem masraf hemde yer sorunu ortaya çıkıyor. Çünkü düşündüğüm 120 cm 'lik yani neredeyse 350 lt'lik büyük bir tank. Bu kocaman bir dolap ve ona uygun bir yer demek. O yüzden ertelemeye devam ediyorum ama aklımdan da çıkartamıyorum. Sonunda 2'li ya da 3'lü koltuğu gözden çıkarırsam hiç şaşırmayın :)))

İşte Uluslararası akvaryum yarışmalarında dereceye girmiş en güzel örneklerden birkaçı. Ama daha fazlası ilgimi çeker diyorsanız buyrun AGA...








25 Nisan 2012 Çarşamba

Cevap geldiiii.....

Bir önceki heyecanlı bekleyiş yazıma beklediğim cevap nihayet geldi. Telefonun modeli ve kaybettiği yer hakkında verdiği bilgilendirmeler doğruydu. Hemen kendisiyle irtibata geçtik. O kadar şaşırdı , o kadar mutlu oldu ki , anlatamam. Meğer , kaybedeli 3 ay olmuş. Karlar eridiğinde bulunacağını az çok tahmin etmiş ama ona geri geleceğini asla tahmin etmemiş. Bulan "alır, götürür" demiş. Neredeyse yüzlerce kez teşekkür etti ve sesindeki şaşkınlığı ve mutluluğu anlamak hiç de zor değildi. 

İşte bu noktada durup düşünmek gerekiyor. Bir insan kendisine ait olmayan bir şeyi nasıl alıp sahiplenebilir ki ? "Ben buldum , benim oldu" diyebilir mi ? Onu sahibine ulaştırmak en büyük mutlulukken , almak hırsızlık değil midir? Belki sen , ben , o değil ama bunu yapan birileri var.  O yüzden hiç kimsenin kimseye güveni kalmamış. Nereden 3-5 kırpsamda kâra geçsem derdinde olan , fırsat kollayan birçok kişi var. Yani herkes herkesin gözünde potansiyel suçlu aslında. Hal böyle oluncada "giden geri gelmez" diye düşünüyor insan.Halbuki , elini vicdanına koyup düşünen , kendini o kişinin yerine koyan, nasıl canının acıdığını , nasıl içinin yandığını anlayan kişi , başkasına ait bir şeye el uzatmaz , uzatamaz. Kaybolmuş bile olsa...

Her neyse , o arkadaşı mutlu ettiğim için öylesine mutluyum ki , bu herşeye değer bir duygu. Hiç beklemediği bir anda telefonuna yeniden kavuşacak. Şu anda telefon kargoya verildi ve sahibine doğru kanat açtı  bile ;)

24 Nisan 2012 Salı

Heyecanlı bekleyiş...

Çocukluğumdan beri gizemli şeyleri çözmeyi , araştırmalar yapmayı , olur olmaz ipuçlarından bir takım sonuçlara ulaşmayı çok severim. Çok heyecan verici gelir bana. Şimdi ise gerçekten böyle heyecanlı bir bekleyişe girdim ve sonuç bekliyorum.

Olayı anlatayım. Eşim hafta sonları doğa yürüyüşlerine  katılır. Dünde böyle bir yürüyüş sırasında karların arasında iyi bir marka cep telefonu bulmuş. Kartını çıkartıp kendi telefonuna takmış ama pin kodu isteyince bilgilere ulaşamamış. Zaten telefon ne kadar süre karların içinde kalmış , donmuş mu , bozulmuş mu , ne olmuş bilinmiyor. Muhtemelen kayak yaparken düşürmüş ve tepede karların içine düşüncede beyaz telefonu farketmek mümkün olmamış.

Telefonu sahibine ulaştırmanın yollarını düşünmeye başladık. Telefonu açamadığımıza göre kart üzerindeki numarayı sorgulayarak başlamak gerekiyordu. Ama doğal olarak tüm bilgiler deaktif edilmiş olduğundan kime ait olduğu belli olmadı. İkinci olarak yapılacak iş , Emniyet'e teslim etmek. Ama bu şekilde o kadar çok başvuru vardır ki , ulaşır mı ulaşmaz mı bilemeyeceğim için  rahat edemeyecektim. O yüzden , ilk önce kendimiz ulaşmayı deneyelim istedim.

Sonra telefondaki bellek kartı aklımıza geldi. Çıkartıp , bilgisayara taktık. Belki yaptığımız doğru bir davranış değildi ama sonuçta sahibine ulaşmak için yapmıştık. Bu şekilde bazı dökümanlara ve yüzlerce fotoğrafa ulaştık. Artık telefonun sahibinin fotoğrafını ve ne iş yaptığını biliyorduk. Ama ne adres , ne de isim bilgilerine ait bir içeriğe ulaşamamıştık. Kaydedilmiş bir kaç fatura belki işimize yarayabilirdi. En azından faturadaki isimlerden ilgili kişiye ulaşmak mümkün olabilirdi. İşte bu sırada meşhur sosyal paylaşım sitemiz Facebook işimize yaradı. Faturadaki isme ait kişiyi bulursak bence telefonun sahibinede ulaşabilirdik. Aramaya başladım , yüzlerce benzer isim arasından öncelikli olarak fotoğrafından tanıdığımız kişiyi aradım. Birkaç denemeden sonra aynı şehirde yaşayan bir kişinin profil benzerliği dikkatimi çekti. İşin en güzel yanıda profili açıktı ve incelenebiliyordu. İş bilgilerine baktım ama yoktu. Paylaşmış olduğu fotoğrafları gözden geçirdim . Veeeee bellek kartındaki birkaç fotoğrafla benzerliğini görünce çok sevindim.

Fotoğraflardanda anlaşıldığı üzere , kayak yaparken birkaç pozu facebookta paylaşmış ve sonrada telefonu düşürüp , kaybetmiş . Kendisine açıklayıcı bir mesaj bırakıp , kartı incelediğim için de özür diledim . Şimdi heyecanla kendisinden haber bekliyorum. Oldukça şaşıracağını , tamamen umudu kesmiş olduğu telefonundan haber alacağını bilmek kimi şaşırtmaz  ki? Düşüncesinize cep telefonunuzu kaybediyorsunuz ve 2 ay sonra tesadüfen çok farklı bir yerden size haber geliyor . Bence bu çok güzel bir olay...

Buradan çıkarttığım önemli bir sonuçta , cep telefonlarımızın bellek kartına , bizi tanıtan bazı bilgiler bulundurmakta fayda olduğu. Kimin eline , nerede ve nasıl geçeceği belli olmaz. Sonuçta , " İnsanlık ölmedi , umut her zaman vardır " diye düşünüyorum...

12 Nisan 2012 Perşembe

Dağılmak çok kolay....

Tam 1 ay olmuş spora gitmeyeli. Ancak toparlandım , yeni yeni kendime geldim ama bir yandanda dağıldım . Yeniden ölçüm vermeye yüzüm yok , o derece yani . Hareketsizlik ve moral bozukluğu yüzünden hiç bir şeyi red etmeden , nazlanmadan yaladım yuttum diye yine cezasını ben çekeceğim. Peki , bu kadar kolaymıydı geri dönüş ? Onca emek , onca ter kolay mı harcanmıştı sanki ? Ama harcadıklarını geri alırken ruhun bile duymuyor. Çok eğlenceli , çok keyifli oluyor ama sonra herbiri çikolata tadında gelip yapışıveriyor sağına soluna :))

Ben diyorum zaten , kilo vermek adına değilde almak adına bir yarışma filan açılsa, günde 2-3 kg garanti alabilirdim. Kapasite var yani. Hemde hiç zorlanmadan...

Ortak şikayetimiz  şu aslında , tadı güzel olan , sevdiğimiz (tüm aburcuburlarda dahil) herşey çok kalorili olmak zorunda mıydı ? Ya şeker ? Bu kadar zararlı olmak zorunda mıydı ? Keşke , keşke masum olsalardı. Bizde hem mutlu , hem sağlıklı , hem formda olsaydık ...

Hadi herşeyden geçtim de , özellikle anladığım bir şey daha oldu. Spor yapmak , ruhuma hakikaten iyi geliyormuş. Bu süreçte hareketsiz kalmak eklemlerimde ağrılara neden olduğu gibi kendimi mutsuz  , keyifsiz ve yaşlaşmış hissettim. Böyle hissettikçede canım daha çok sıkıldı ve bulduğumu yedim. Sonunda dağıldım ama artık toparlanma zamanıdır...