19 Kasım 2012 Pazartesi

Yorma lütfen...

Bütün dünyaya küstüğümüz , hıçkıra hıçkıra ağladığımız anlar vardır. Suratımız düşmüştür bir kere ve sanki bütün dünyada üzerine düşmüştür. O an herşey kötüdür , berbattır , iğrençtir , herşey ama herşey rahatsız eder. Susmalı , yok olmalıdır...
 
Olmasını çok istediğimiz bir şey olmamış olabilir , duymak istemediğimiz bir şeyi duymuş olabiliriz. Heyecanımız , sevincimiz bir anda yarıda kalmış olabilir. Belkide değer verdiğimiz kişinin beklenmedik bir davranışı yüzünden kırılmış da olabiliriz...
 
Bazen bir kelime yeterken , bazende bir bakış yetmiştir. Belkide derin bir sessizliktir keyfimizi kaçırıp ,  suratımızı düşüren...
 
Ama her ne olursa olsun , hiçbir şey içimizdeki fırtınayı dindiremez , o suratı düzeltemez. Sadece tek bir şey hariç. O da , o suratı düşürenin söyleyeceği bir kelimeye bakar. Gülümsetecek olan sadece bir kelimeye... 

12 Kasım 2012 Pazartesi

Hepimiz senin birer parçanız...

Bu yıl farklı bir uygulama ile başladım derslerime. Ve bu uygulamadan çocuklarda ben de inanılmaz bir keyif alıyoruz. O minicik yüreklerdeki heyecanı , o derin sevgiyi , gözlerdeki ışıltıyı görüyorum ya , o an bana gereken herşeyi alıyorum zaten... 
 
Onların bu konudaki heyecanı içimdeki umutları yeşertiyor. 
Bitmeyecek bir sevgi bu , bunu görüyorum. Ve herkesde anlasın , görsün istiyorum. O' nu daha iyi tanımaları , daha iyi anlamaları içinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. 
 
Bundan böyle her hafta , hatta bazen her dersimde , derse başlamadan önce Atatürk'ün bir anısıyla başlıyorum güne. Tüm dikkatlerini vererek sessizce dinliyorlar. Bazen gülümseyerek , bazende hüzünlenerek. Ama her defasında daha da bir anlayarak... O an, o anıyı yaşıyorlar sanki , içinde olmak ve hiç bitmesin istiyorlar . Bir tane daha , bir tane daha derken neredeyse dersimizi bile unutuyorlar. Ama ne güzel , ne keyifli bir görseniz...

İşte küçük bir anı ; Atatürk bir okula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. Hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk bir kenara çekilmiş, ilgisiz gibi duruyordu. Bu durum Atatürk’ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
- Çocuğum, neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın?
Çocuk:
- Bir şeyim yok efendim.
Çocuk arkasını döndü, gözlerinden akan yaşları gizlice sildi.
Atatürk:
- Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum.
Küçük çocuk, o vakit yaşlı gözlerini Atatürk’e çevirdi:
- Atam, seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin, gördük, sevindik. Ama artık sıramızı savdık. Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Ona ağlıyorum. Atatürk oradaki çocuklara baktı:
- Beni ne zaman görmek isterseniz aynaya bakın. Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız. Bende sizin...
 
Kaynak...Atatürk devrimleri...

9 Kasım 2012 Cuma

Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır...

9 Kasım 1938 saat: 10.00
Geceyi rahatsız geçirdiler; umumi hallerindeki vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir. Hararet derecesi 36.8, nabız muntazam 128, teneffüs 28'dir.
 
9 Kasım 1938 saat: 20.00
Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umumi ahvaldeki ciddiyet biraz daha ilerlemiştir. Nabız muntazam dakikada 124, teneffüs 40, hararet derecesi 37.6'dır.
 
9 Kasım 1938 saat: 24.00
Saat 20.00'den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vehamete doğru seyretmektedir. Hararet derecesi 37.6, nabız 132, teneffüs 33'tür.
 
1938 yılı Kasım ayının 10'uncu günü saat 9.00.
Türk Vatanının Kurtancısı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu, Eşsiz İnkılapçı ve beşerin Müstesna Evladı Büyük insanın fena aleminde ancak 5 dakikası kalmıştır; gözleri kapalıdır; göğsü mütemadiyen inip, çıkmaktadır. Odada ve bütün Sarayda derin ve ruhani bir sükut hüküm sürüyor. Sağ tarafta başucunda Operatör Mim Kemal duruyor; Dr. Kamil Berk başını onun omuzuna dayamış, hıçkırıyor...
 
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de mütemadiyen: "Aman Yarabbi" diye mırıldanıyor. Ben yatağın sol tarafında ayakta duruyorum; yanımda Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var. Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş bir halde, o güzel, onurlu çehreye dalmış, bakıyorum. Hazin sessizlik içinde kulağıma yalnız Dr. Mehmet Kamil ve Prof. Akil Muhtar'ın hıçkırıkları çarpıyor.
 
Saat tam 9'u 5 geçiyor. Birdenbire gözleri açılıyor, dikkat ediyorum: Gök mavisi gözlerinde hala bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor. Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilahı bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlamaktadır.
Birkaç saniye sonra o Azametli Varlık, milletinin kalp ve idrakiyle beşer tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu. Ben de artık hıçkırıklanmı zaptedemedim; yatağı dönüp diz çöktüm, sağ elini ellerimin içine aldım, öptüm ve yüzüme gözüme sürdüm.
 
Bu sırada Operatör Mim Kemal gözlerini kapatıyor, Mehmet Kamil de çenesini bağlıyordu. Yerimden kalktım, yapılacak vazifelerim vardı; gözyaşlarımı sildim ve odadan çıktım. O gün öğleye doğru gazetelerin çıkardığı fevkalade nüshalarda müdavi ve müşavir tabiplerin, Büyük Kaybımızı bildiren son raporuyla, hükümetin bu husustaki resmi tebliği neşrediliyordu.
 
Alıntıdır . Kaynak : İşte ATATÜRK...

5 Kasım 2012 Pazartesi

İyi ki...

Vayy bee, hiçbir şey anlamadan , zaman nasıl da çabuk geçiyor. " Olmuş mu o kadar? " derken şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz artık. Hissetmiyoruz çünkü , ne geçen zamanı , ne de olması gerekeni. Çünkü "ruh" bir yerlerde kalıyor , hep o , en çocuksu , en deli haliyle . Ama yine de hep bir adım önde , hep daha olgun olarak...
 
Şimdiki aklımızla dönüp geçmişe baktığımızda bu kezde "keşkeler" geliyor gündeme...Ama yok ki bunun bir sonu . Her geleceğin bir geçmişi olduğu gibi , her geçmişin de keşkeleri hep var olacaktır. Önemli olan içinde bulunduğumuz anları sevdiklerimizle daha değerli hale getirebilmek ve herşeyi "keşke" yerine "İyi ki "diyebilmek adına doyasıya yaşamak...
 
İşin özü , yi ki doğmuşum mu? "  demeli bilemedim :) Bir de unutmadan söyleyeyim , bu pastanın aynısından istiyorum. Artık kim yaparsa :) Sizleri seviyorum...