31 Aralık 2011 Cumartesi

30 Aralık 2011 Cuma

Hiçbir şey için geç değil...

Yeni yıla mutlu giren çocuklarımız olacak. Pek çok arkadaşımızın kolileri Erzurum'a ulaştı ve ulaşmaya da devam ediyor. İlginize ve sıcacık yüreğinize çok teşekkür ederim.

Ama hiçbirşey için geç değil . Kütüphane oluşturmak için hala en az 1 kitap gönderebiliriz. Çünkü  BİR , SIFIRDAN İYİDİR.

Adres: HINIS ANADOLU LİSESİ YİBO LOJMANLARI ARKASI ERZURUM / HINIS

29 Aralık 2011 Perşembe

Son Arzum -Nilüfer

Öyle sanıyorum ki, çoğumuz Salı gecelerinin vazgeçilmez dizisi  olan "Öyle bir Geçer Zamanki " adlı diziye kilitlenmiştik. Dizideki müzikleri beğenerek dinlediğimizden ,  hepimizin dikkatini çeken bir şarkı oldu. 

Aşkın en güzeli ve acının en büyüğü yaşanırken çalan bir şarkı. Nilüfer söylüyordu ama şarkının adını bilmediğimden sadece sözlerini yazarak buldum. 1976 yılında Nilüfer'in söylediği bu şarkıyı çok sevdim ve sadece paylaşmak istedim...

                   

Kötü bir gün...

Sanırım karamsar bir günümdeyim . Hiçbir şey yapmak istemediğim , hiçbir şeyin keyif vermediği , gülümseyemediği bir gün. İstem dışı surat asıyorum , herşeye ama herşeye de kızmak istiyorum. O yüzden de pek çok şeyden uzak duruyorum. Mümkün oldukça az konuşuyorum. Yok yere kimsenin kalbini kırmak istemiyorum. Hem ne diye kendi sıkıntımın cezasını başkaları çekmek zorunda kalsın ki...

Yapılacak en doğru şey , kendimi eve kapatmak , battaniyemi alıp yatmak , sıcacık , sessiz sessiz biraz uyumak . Hem belli mi olur , belki uyanınca gülümsemek için bir nedenim olur. Bugünde böyle...

28 Aralık 2011 Çarşamba

Denedim , beğenmedim...

Uzunca bir süredir bloggerde " Güncellenen Blogger arayüzünü deneyin" yazısını görüyordum ama  yeniliklere pek kolay alışamadığımdan , denemek istemedim. Bugün de "deneyeyim bakayım , nasılmış ? " dedim ama demez olaydım. Hiç kusura bakmasınlar ama beğenmedim. Aslında yenilikleri severim ama beğenmezsem de eskisini aynen geri isterim.

Sanırım ben Google Chrome kullanmadığım için de , görüntüleyemediğim kısımlar oldu . Tarayıcı desteklemediği için bazı bölümlerde sorunla karşılaşmak bu oluyordu. Bu yüzdende "eski arayüze dön" yazısını epeyce aradım. Her bölüme baktım , değişiklikler vardı ama içime sinmedi.

Sonunda görüntüleyemediğim kısımların üzerine gelince yazıları görebildiğimi farkettim. En sağdaki boş kutucuk blogger seçeneklerini açarak eski arayüze dönmemi sağladı . Eğer böyle kullanmak zorunda kalsaydım gerçekten çok rahatsız olacaktım. Neyseki çıkış yolunu bulup eski arayüze döndüm de , benim de yüzüm güldü...

Siz hangi yüzü kullanıyorsunuz? Yoksa eski kafalı bir tek ben mi kaldım ?  :)))

26 Aralık 2011 Pazartesi

Nereden sardım ben bu işi başıma ? ;)

Ben ki , hayatta aklıma gelmeyecek bir işe kalkışmışım. Akvaryum işine yani. Şimdilerde çok zora geldiğimde "nereden bulaştım bu işe" diye söylenmiyor değilim ama öyle ya da böyle 8 aydır idare etmeye çalışıp , küçük dünyamızı yine de güzelleştirmeye çalışıyorum. 

Herşeyden önce kesinlikle bir çeşit terapi olduğunu söyleyebilirim. Onların renkli , hareketli küçücük dünyaları bazen benimde dünyam haline gelebiliyor , unutturuyor herşeyi. Birbirlerini kovalamaları , kur yapmaları , kavga etmeleri , yem görünce hareketlenmeleri , hamilelikleri ve yavruları izlemek inanılmaz keyifli. Önemli olan sadece zaman ayırabilmek. Hergün keyifleri yerinde mi , herhangi bir aksilik var mı diye kısa bir süre de olsa konuşuyorum onlarla. Hem kaç kişi balıklarını "kuzucuklarım" diye sever ki ? :)))

Onun dışında haftada bir kez mutlaka iç filtreyi yıkayıp temizlemem ve dipteki pislikleri çekmem gerekiyor. Yaklaşık % 30-40 kadarda su değişimi yapınca içim rahatlıyor. Bütün bu temizleme işi yaklaşık 1-1,5 saatimi alıyor. Bu birazda benim bazı şeyleri ağırdan almamla ilgili. Arada bitkilerin çürümüş dallarını kopartmak , yosunları temizlemek , camdaki kireçleri kazımak gibi ekstradan işlere de girişirsem  biraz daha uzayabiliyor.

Ama bu arada evin halini görmenizi asla tavsiye etmem. Etrafımda kovalar , küçük kaplar , hortumlar , kullanılmış atılmış kağıt peçeteler... Bulunduğum oda ayrı dağınık , banyo ayrı. Birde bu gidip gelmeler sırasında yere damlattığım sularda cabası. (ama en azından temiz su ). Ve bazen diyorum kiiii, eğer bu akvaryumla ben değilde eşim uğraşsaydıııı ve bu ev her temizlikte bu hale gelseydiiii,  herhalde o akvaryumu kısa sürede yok ederdim . Ne kötüyüm değil mi? İnsan tuhaf işte , kendi yaptığı dağınıklığa ses çıkaramıyor. Dediğim tek şey "Nereden sardım ben bu işi başımaa ahh ahh ! " diyerek gülümsemek oluyor. Bütün işler bitincede akvaryumumu seyrederek dinleniyorum...

25 Aralık 2011 Pazar

BİR , SIFIRDAN İYİDİR...

Geçenlerde kitap konusunda bir ricada bulunmuştum. Ve mümkünse sayfalarınızda paylaşmanızı istemiştim. Bu konuda duyarlılık gösterenlere ve bana mail göndererek bilgi veren arkadaşlarıma çok çok teşekkür ederim.
 
Özelliklede dedik ki ; "BİR, SIFIRDAN İYİDİR." Senin elindeki bir kitap, Erzurum'da yüz kitap olacak. Erzurum'da o yüz kitap yüz kere yüz gencin dünyasını aydınlatacak. Bu aydınlık yine senin yaşamını aydınlatacak. Senden giden "bir", sana yine geri dönecek "yüz kere yüz" katıyla. Bu ülkenin en büyük düşmanı CEHALET !

* Kendi kütüphanemizden sadece bir kitabımızı gönderebiliriz.
* Olabildiğince arkadaşımıza , "ses getirir mi? " diye düşünmeden duyurabiliriz.
* Yazıyı bloglarımızda paylaşabiliriz.
* Daha da fazlasını yapabilirim, yapmalıyım, yapmak benim görevim ve de borcumdur diyorsanız, bir kitap alarak, "gıcır gıcır bir kitap", onları mutlu edebiliriz.

Adres: HINIS ANADOLU LİSESİ YİBO LOJMANLARI ARKASI ERZURUM / HINIS

23 Aralık 2011 Cuma

Yanmışım ben ...

Soğuk havayı kemiklerini titretecek  kadar içinde hissedip üşüdüysen , ertesi gün boğazında bir yanma , batma hissi ile uyandıysan , vücudundaki tüm eklemlerin ağrıyorsa ve yataktan kalkamıyorsan şifayı kapmışsın demektir.

Hemen ilaç ve vitamin takviyesi ile durumu kurtarmaya çalışırsın , biraz iyi olur durumu birkaç gün idare edersin. Ama boğazındaki yanma ısrarla geçmeyince , hafif ateş ve beraberinde gripal durumlarda başlayınca , yorganın altından çıkmak istemezsin. Desenize yanmışım ben...

21 Aralık 2011 Çarşamba

"1 KİTAP " la sesimizi duyuruyoruz...

Paylaştıkça çoğalacağımızı , bu işin ses getireceğini biliyorum. Yazıyı okumak çok kolay ama yapmak gereken inanın çok zor değil. Sadece 1 kitap istiyoruz. İster okunmuş olsun ister yeni. Fazlasını istemiyoruz. Ama yok ben fazla gönderebilirim diyene de itirazımız yok tabiki. 

Bugün pek çok blog arkadaşımın paylaşımını ve gelen mailleri görünce , bir de gittiğim 2 kırtasiyeden boş çıkmayınca , inanın çok mutlu oldum.

Bakarsınız yeni yıldan önce kocaman bir kütüphane oluşturmayı başarabiliriz ;) İlginize , sevgi taşıyan kocaman yüreğine sağlık , sonsuz teşekkürler...

İlgili yazılar aşağıdaki linklerde...

20 Aralık 2011 Salı

Yeniden 1 kitap...

Geçenlerde kitap konusunda bir ricada bulunmuştum. Ve mümkünse sayfalarınızda paylaşmanızı istemiştim. Ve yine istiyorum. Yine isteyeceğim de . Bu konuda duyarlılık göstererek sayfasında paylaşan Kara Kalem 'e , Katre'ye , Fund@' ya ve bana mail göndererek bilgi veren arkadaşlarıma çok çok teşekkür ederim.

Öğrencim benden bir öğretmen olarak ricada bulunmuş ve  ben , " birşey yapamam " diyemezdim. Böylede bir güvence verdim kendisine. Açıkcası, sizlere güvendim . Sadece 1 kitap bile olsa , bizim küçücük bir katkımız , onların hayatlarında büyük farklılıklar oluşturacaktır. 

Özelliklede dedik ki ; "BİR, SIFIRDAN İYİDİR." Senin elindeki bir kitap, Erzurum'da yüz kitap olacak. Erzurum'da o yüz kitap yüz kere yüz gencin dünyasını aydınlatacak. Bu aydınlık yine senin yaşamını aydınlatacak. Senden giden "bir", sana yine geri dönecek "yüz kere yüz" katıyla. Bu ülkenin en büyük düşmanı CEHALET !

* Kendi kütüphanemizden sadece bir kitabımızı gönderebiliriz.
* Olabildiğince arkadaşımıza , "ses getirir mi? " diye düşünmeden duyurabiliriz.
* Yazıyı bloglarımızda paylaşabiliriz.
* Daha da fazlasını yapabilirim, yapmalıyım, yapmak benim görevim ve de borcumdur diyorsanız, bir kitap alarak, "gıcır gıcır bir kitap", onları mutlu edebiliriz.

Adres:  HINIS ANADOLU LİSESİ YİBO LOJMANLARI ARKASI ERZURUM / HINIS

19 Aralık 2011 Pazartesi

Bu Aşure tarifi , bildiğiniz tariflerden değil :)))))

Bu tür başlıklar genellikle tarif içerirler. Ancak bu kez , bu bir aşure tarifi değil , aşure yapamayışın tarifidir. O da nasıl oluyor demeyin. Sadece aklımdan geçiyor ama eyleme dökemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, yapamadığımdan , denemediğimden değil , onu yapacak hevesim ve cesaretim olmayışından. Halbuki yapmaya niyetlensem , bu işi gerçekten güzel yapıyorum ama bir çeşit üşengeçlik diyelim.

Neyseki komşularımın , arkadaşlarımın ellerine sağlık , sağolsunlar üşenmeyip yapıyorlar da banada afiyetle yemek düşüyor . Ama şöyle kocaman bir tencerem olsa hafif kazanımsı cinsinden ,  belki biraz niyetleneceğim . 4-5 lt'lik tencerelerle yola çıkmak zor geliyor. Haliyle tencere büyük oluncada , ocak üzerinde yapmak zorlaşacağından , küçük tüp üzerinde karıştıra karıştıra saatlerce uğraşmak gerekiyor. Malzemeleri 1-2 gün önceden tamamen pişirilmeye hazır duruma getirip , haşlamak gerekiyor. Diğer parçaları ufalamak gerekiyor. Üzeri için gerekli malzemeleri kavurmak gerekiyor . Süsünden de eksik olsun istemem. Hepsi 25 çeşit yapıyor. Anlattıkça bile  " Ben daha önce nasıl kalkışmışım bu işe" diye kendime hayret ediyorum. Gençlik herhalde :))) o zaman üşenmemişim demek ki ...

Aşure bana göre , soğuk soğuk yenmeli , kaşığı daldırınca dolu dolu bol malzeme gelmeli , tadı tam yerinde olmalı biraz da koyu kıvamlı olmalı diye düşünüyorum. Çok konuştum biliyorum . Ve tüm bu sözlerin ardından söylenecek tek bir söz var onu da biliyorum. "  O zaman çok konuşma da , yap yiyelim " deseniz " Haklısınız" derim . Ama dedim ya çok üşeniyorum işte ;)

18 Aralık 2011 Pazar

İyi ki sizleri tanımışım....

Bu hafta sonu güzel anlar yaşadım. Kısacık bir zaman diliminde kocaman sevgilerimizi paylaşmanın mutluluğuydu yaşadığımız.

Öncelikle konukseverliğiyle , tatlı sohbetleriyle , dünya güzeli kızları ve yeğenleriyle vakit geçirdiğim Sevgili Demli Hayat , biricik eşi Gamze , kız kardeşi Arzu ve yakın arkadaşı , iş ortağı sevgili Hilal. Sizleri gördüğüme çok sevindim. Gamze'cim herşey için teşekkür ederim ve o deniz kenarına seni bekliyorum . Söz verdin unutma !!!

Sonra Renginle Renkli Hayat , sevgili Fundam ve İçimden geldiği gibi sevgili Ebru. Davetin için çok teşekkürler Fundam , bir dahaki sefere söz kalmak üzere geleceğim ;) Sence bu bizim ilk görüşmemiz gibi miydi ? Neden bilmem ama ben hiç de ilk gibi hissetmedim. Ve bu senin cana yakınlığından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Nasılda heyecan yaptık :) Renginimi çok sevdim . Hastalığından keyfi yoktu, çok sakindi . Bir an önce iyileşir umarım. Ama kısacık muhabbetimiz de bana "abla" diyesi gelmiş ya , çok mutlu oldum. Annesinin meleği o...

Ama bir melek daha vardı orada. Bıcır bıcır bir İpek böceğiydi. O da cana çok yakındı. Ebrum , ilk görüşmemizin üzerinden 3-4 yıl geçmiş ama farkına bile varmamışız geçen zamanın. Demedik mi daha dün gibiydi diye. Sana da çok çok teşekkür ederim.

Sonuç şu ki ; ben doyamadım güzel sohbetlerinize. İyi ki sizleri tanımışım.

14 Aralık 2011 Çarşamba

ÖNEMLİDİR...Sadece 1 KİTAP ...

Uzun zamandır blog dünyasındayım ve bu okuyucularımdan ilk ricam olacak. Birçok blog arkadaşımızın zaman zaman yardım kampanyalarına katıldığını ve birçok yüreği mutlu ettiğini, bu konuda sevindirici geri dönüşümler aldığını biliyorum. Bugün ben de böyle bir ricada bulunsam , yüzlerce öğrencimizi kitap sahibi yapsak , okuma sevgisini aşılasak ...

Bir öğrencimiz , Erzurum 'un Hınıs ilçesinde HINIS ANADOLU LİSESİNDE öğretmen olarak görev yapıyor. Ve okullarında bir kütüphane oluşturabilmeleri için yardımcı olmamızı istedi. Ben de düşündüm ki bizler büyük bir aileyiz . Küçücük bir katkımızla onların hayatlarında büyük farklılıklar yaratabiliriz. Neden olmasın? 

Bu konuda canım arkadaşım, hatta kardeşim dedi ki ; "BİR, SIFIRDAN İYİDİR." Senin elindeki bir kitap, Erzurum'da yüz kitap olacak. Erzurum'da o yüz kitap yüz kere yüz gencin dünyasını aydınlatacak. Bu aydınlık yine senin yaşamını aydınlatacak. Senden giden "bir", sana yine geri dönecek "yüz kere yüz" katıyla.
Bu ülkenin en büyük düşmanı CEHALET!

Şimdi "Ne yapabilirim?" sorusuna gelirsek:

* Kendi kütüphanemizden sadece bir kitabımızı gönderebiliriz.
* Olabildiğince arkadaşımıza , "ses getirir mi? " diye düşünmeden duyurabiliriz.
* Yazıyı bloglarımızda paylaşabiliriz.
* Daha da fazlasını yapabilirim, yapmalıyım, yapmak benim görevim ve de borcumdur diyorsanız, bir kitap alarak, "gıcır gıcır bir kitap", onları mutlu edebiliriz.

Kitap gönderen arkadaşlarımız,  gönderdiği kitabın adını bana mail atarlarsa (osebayrak@gmail.com) ben de okula bildiririm . Bu şekilde kütüphaneye yaptığımız katkılardan haberdar oluruz. Şimdiden ilgilenen herkese çok teşekkür ederim. Dahası... Can sağlığı! Canınız sağolsun! 

Adres: HINIS ANADOLU LİSESİ YİBO LOJMANLARI ARKASI ERZURUM / HINIS

** Ne tarz kitaplar gönderebilirim derseniz. Aşağıdaki kitaplar sadece çerçeve niteliğinde verilmiştir.
Gençlik kitapları ...
İpek Ongun " Bir genç kızın gizli defteri " serisi...
Orhan Veli gibi şairlerin kitapları...
Reşat Nuri gibi klasik Türk yazarlarının kitapları...
Simyacı, Bir Çift Yürek gibi yol gösterici , sürükleyici çağdaş romanlar...
Sait Faik gibi hikayeciler...
Ayşe Kulin gibi yazarlarımız...
Nutuk...
Atatürk'le ilgili anılar , kitaplar...vs.vs.

13 Aralık 2011 Salı

Bitkili küçük dünyamız...

8-9 ay önce başlamıştım ben bu serüvene. Ve şimdi düşünüyorumda epeyce yol katetmiş , epeyce şeyler öğrenmişim. Eski yazılarımı okuyanlar bilir , Yeni heyecanımız adlı yazımda herşeyi anlatmıştım. Hiçbir şey bilmeden balıklama atlamıştım akvaryum içine. Ama benim için yepyeni bir başlangıç , keyifli bir heyecan oldu. Olmaya da devam ediyor . Hatta bazen "eyvah özii'yi de kaybettik"  dedirtecek boyuta getirene kadar. Rica etsem eski yazımdaki haliyle, şimdikini kıyaslar mısınız lütfen...

Akvaryumda dengeyi tutturana kadar epey balık kaybettik . Hastalıklarla baş ettik derken , şimdi 3-4 aydır oturmuş ve sürüp giden bir düzen var ve gayette iyi durumda. Akvaryum hala aynı ama içini tamamen değiştirdim. Yapay olan tüm malzemeleri kaldırdım. Şimdi bitkili yemyeşil küçük bir dünya yarattım balıklarıma. Hem bitkilerin büyümelerini hem de balıklarımı izlemekten büyük keyif alıyorum. Temizlik işinin biraz zor geldiğini itiraf edebilirim ama birgün biteceği umuduyla çok şikayet etmiyorum.  Yani daha büyük bir akvaryuma geçince işler biraz daha değişecek. Belki bakımlar artacak ama filtre ile uğraşmak zorunda kalmayacağım. Ancak henüz zamana ihtiyacım olduğunu düşünüyorum. 

Şu an itibarıyla akvaryumda moli , velifera , lepistes , plati , vatoz ve çöpçü balıklarım var. Ayrıca sayamadığım kadar da yavru var. Artık hiç birisini başka bir yere ayırmıyorum. Saklanabilen , kaçabilen , beslenebilen hayatta kalır ve yaşama şansını arttırır diye düşünüyorum. Sürekli yavruları kontrol edemeyeceğime göre ekosistem kendi dengesini bulacaktır. Yani , herşey doğal ortamda olduğu gibi...

11 Aralık 2011 Pazar

Yeşil yeşil...

Yaz tatilinde Olmypos Çıralı'da bir pansiyonda kalmıştık. Çok şirin bir aile pansiyonuydu Aygün pansiyon. Yemyeşil bahçe içerisinde , sessiz sakin , huzur dolu bir yer.

İşte oradan kalma bir alışkanlıkla her pazar kahvaltısında soframızda eksik etmediğimiz bir şey var. Bu kesinlikle bir kahvaltılık türü değil , yumurta pişirme şekli değil , hamur işi börek vs. değil , tatlı bir şey hiç değil. Sadece ve sadece yeşillikten ibaret...

Biraz maydanoz , biraz roka ve nane... Bu muhteşem 3 yeşil , kahvaltıya çok yakışıyor ve çok hoş tatlar veriyor ( yani bence)  Sadece salata için kullanıldığını düşünmeden yağsız , limonsuz çıtır çıtır yenerek , peynir , domates ve zeytinle birlikte harika bir birliktelik oluşturuyor. Hafta içinde de , acele kahvaltı için sandviç hazırlarsam içine mutlaka roka , maydanoz ve nane sıkıştırmayı ihmal etmem. Denemeye değer derim. Sonuçta yeşillik demek vitamin demek , sağlık demek ...

Oflaya Oflaya...

Son günlerde oflaya oflaya  "oflaya oflaya" şarkısını dinliyorum. Burcu Güneş , yine harika bir single albüm çıkarttı. Çok seviyorum ben bu kadını çok...
Ve birlikte dinleyelim diye , lütfen sesi açar mıyız?

İyi dinlemeler...

Senden sonra beni bir tek geceler anladı
Bir de sigaramın boynu bükük dumanı
Senden sonra beni bir tek duvarlar anladı
Bir de masadaki yazdığın o son yazı
Kâğıttan bi
r kayık gibi
Okyanuslara attın beni
Sırılsıklam ve bir başıma
Unutmadım terk ettiğini


Bir gün bakacaksın arkaya
Orda ele bıraktıklarına
Aklına gelecek eskiler
Kalbin
atacak hıçkıra hıçkıra
Bir gün anlayacaksın ya
Utanacaksın yaptıklarına
Aklına gelecek eskiler
Kalbin atacak oflaya oflaya



10 Aralık 2011 Cumartesi

Üzgünüm ama böyle...

Çok özür dilerim ama bugün aptal insanlara kızasım var. Hatta gidip dövesim var ama bana ters işte...

Hata yapmamak için son derece titizlikle çalışırlar ama en büyük hatayı yapmayı asla ihmal etmezler . En basitinden söz verirler ama tutmazlar , sorarsın ama söylemezler , zeytinyağı taklidi yaparlar ama yediremezler. Bütün bunlar yetmiyor gibi birde karşıdan anlayış beklerler. Yani " Hata yaptım cezamı çekeyim ya da telafi edeyim " bile demezler.  

Ama en kolayıda , hiç suçu olmayana bu cezayı çektirmek istemeleridir. Yok öyle , zaten herkesin derdi kendine fazla ... Ben daha ne diyeyim ? Üzgünüm ama böyle...

7 Aralık 2011 Çarşamba

Cin fikir :)

Bunca zamandır aklıma gelmemiş olmasına hayret ediyorum . Daha önceden bunu düşünüp , deneyenler  mutlaka olmuştur ama bu konuda hiçbir bilgiye rastlamadığımı belirtmek isterim.

Çoğu zaman çürütüp çöpe atmak zorunda kaldığım taze naneyi çok uzun süre kararmadan , bozulmadan , kokusunu kaybetmeden saklamanın yolunu buldum. Hatta neredeyse 3 hafta kadar. Ne mi yaptım ? Sadece ona bir çiçekmiş gibi davrandım. Naneyi içine koyabileceğim bir kavanoza su koydum ve üzerini poşetle kapatarak , buzdolabında sakladım. Hepsi bu ...

Yani naneler suda bekliyor. Aynı bir çiçek gibi. Ne bir bozulma , ne bir kararma :) Her an taze nane elinin altında . Bu cin fikir değil mi ?

6 Aralık 2011 Salı

7 gerçeğim...

Hayatımın 7 gerçeğini , kısa bir film şeridi gibi göz önünden geçirdim. 

* Egem   * Eşim   * Ailem   * Can arkadaşlarım
* Deniz , tatil , spor... ( 3' ü birarada aynı kahve tadında )
* Go ve * Akvaryumum ;)

Aslında en önemliside ben ...

4 Aralık 2011 Pazar

Tavsiyedir...

Tavsiyedir. İzlenmeli derim. Mendil mi ? Bulundurmakta fayda var ...

"Dedemin İnsanları", küçük bir kasabada yaşayan on yaşında bir çocuk ve dedesi aracılığıyla, bir ailenin ve bir ülkenin geçirdiği büyük değişimi anlatıyor. Kalabalık ve sıcak Ege insanlarının hikâyesini izlerken, mübadeleye, öteki olmaya, nereye gidersen git bir yere ait olamamaya, iki yakaya, çok sayıdaki azınlığa, ihtilallere bir defa daha, ama bu kez farklı bir yerden bakmayı ve düşünmeyi sağlıyor. Yorum izleyenlerin...

2 Aralık 2011 Cuma

İyi mi oldu? Oldu galiba...

Bazen bir anda karar verirsiniz ve verdiğiniz kararın doğruluğundan emin olsanız bile tereddütler yaşarsınız. "Acaba doğru mu yaptım? Yapmalı mıydım? Şimdi sırası mıydı?" diye yüzlerce içsel çatışmalarla karşı karşıya kalırsınız. İşte bende böyle bir durum içindeyim. Aslında hem heyecanlı hemde sıkıntılı diyelim. Ama bu konuda paylaşımlar yapacağımdan ve mutlu olacağımdan kesinlikle eminim. Yinede ne biliyim , biraz huzursuzum galiba...

Son zamanlarda beni epeyce mutsuz eden , ihmal ettiğim birşeyi sonunda yaptım. Zaman zaman eski yazılarımda bahsetmiştim. 2,5 yıl kadar düzenli olarak bir spor merkezine üyeydim ve inanılmaz keyif alıyordum. Hemde sporsuz bir hayatı düşünemeyecek kadar...Ancak yaz tatili başlarken verdiğim 2 aylık dinlenme süresi , uzadıkça uzayınca bende bir tembellik başladı. Tembelliği takiben iştah açılması , bir homini gırtlak durumları , tatlı krizleri derken  , kıyafetlerde başlayan hafif bir gerginlik hissi beni dahada mutsuz etti.
 

Son 1 aydır da , "ha bugün , ha yarın başlarım " diye beni gaza getirecek bir şey bekliyordum. Bu nedenle Guguk kuşuma çok teşekkür ederim. Onu okuyunca , içindeki enerjiyi hissettim "vakit geldi ..." dedim. Böylece dün gidip yeniden kayıt yaptırdım. Sağlık adına çok ama çok mutluyum. Ama içimden bir ses  " Acaba başlamamalı mıydım ? " diye beni huzursuz etmeye devam ediyor. Çünkü bu yüzden zaman zaman oğlumu ve eşimi yalnız bırakacak oluşum , evimle daha az ilgilenecek oluşum keyfimi kaçırıyor. Ama herşey belli bir programa oturunca bu duyguda hafifler ve düzene girer diye düşünüyorum. Hepimizin kendimize özel bir zaman ayırmaya ihtiyacı var değil mi? Var var...

30 Kasım 2011 Çarşamba

Ben mi abartıyorum ?

Ben her zaman karşımdaki insanı yürekten dinler , anlamaya çalışırım. Her durumda kendimi onun yerine koyar, olayları o şekilde yorumlamaya çalışırım. Bu konuda ne kadar başarılıyım bilemem ama bazen bunun bana zarar verdiğini düşünüyorum. Değer verdiklerimden aynı değeri göremediğimi düşünüyorum. "Karşılık mı bekliyorsun?" derseniz , elbettteki hayır , hemde kesinlikle hayır . belki sadece küçücük bir tebessüm. Buda mı karşılık ? Yoksa ben mi abartıyorum ?

Belkide küçük ayrıntılara takılıyorum. Önemsiz bile olsa ben görüyorum. Bu da beni üzüyor. İşte o zaman  "Bir yerlerde yanlış mı yaptım acaba?" diye kendimi sorguluyorum. Ama o kadar eminim ki kendimden, biliyorum yanlış yapmadığımı. Çünkü ben neysem hep oyum , olduğum gibiyim , rol yapmayı beceremem...

Yoksa , yoksa yine ben mi abartıyorum ? .........................

28 Kasım 2011 Pazartesi

Kaza geliyorum demedi...

Oturduğum ev ana cadde üzerinde. Sesiydi , gürültüsüydü , yolun pisliğiydi hiç bitmez , bütün bunları geçerim ama şu kazaları bir türlü geçemem. Acı bir fren sesiydi duyduğum "cıyyyyykkk ve bammmm "  diye ardından gelen büyük bir patlama. Daha geçen yıl , gencecik bir kızımızı kaybetmiştik , yine bu yolda , yine hızlı gelen arabalar yüzünden...

Sesle birlikte cama fırlamam bir oldu ama nasıl oldu , araba takla mı attı, ağaca mı vurdu henüz bilgim yok. ( Görenler antatıyor; ters yönde hızla giderken önce bankete çarpmış , sonra havada bir takla ve yolun karşına düşmüş ) Gördüğüm tek şey , arabanın gidiş istikametinin tam tersine dönmüş olduğu ve  ön kaputun olmayışıydı. Parçanın biri bir yerde , diğeri başka yerde dağılmış durumda . Yola bakıyorum başka araç yok , ölü yok , yaralı yok. Bunlar sevindirici .

Peki ya içindekiler ? Bakıyorum 2 kişi var. Kapı sıkışmış adam camdan çıkıyor. Koşarak yan tarafa geçiyor. Bir bayan var , dürtüyor , dürtüyor , hareket yok , kafasını kaldırıyor , yüzü gözü kan içinde. O an , benim bittiğim andı zaten hıçkırıklarımı tutamadım. Kız kendine geliyor ama o da arabadan çıkamıyor , sıkışmış. Çığlıklar atmaya başlıyor. Neyseki , 112 ve İtfaiye anında yetişiyor. Ama kız çıkartılacak gibi değil. Hemen , özel aletlerle araba kesiliyor ve çıkartılıyor , acilen kızı hastaneye götürüyorlar.

Ölü olmaması çok sevindiriciydi ama keşke kaza da olmasaydı. Keşke hızlı da gitmeselerdi. Dilerim kızın yarası ağır değildir ve çabuk iyileşir . Acil şifalar diliyor , büyük geçmiş olsun diyorum. Ve özellikle bir kez daha ....
Lütfen hızlı araba kullanmayalım !!! Araba kullanırken , normalden daha dikkatli olalım !!! Kaza anlıktır ve geri dönüşü olmayan can kayıplarına neden olabilir...

26 Kasım 2011 Cumartesi

Erkekten arkadaş olmaz !!!


Üniversite yıllarındayken futbola olan aşırı merakım yüzünden (evet yanlış okumadınız futbol diyorum) birkaç güzel anım olmuştur. Biliyorum şimdi yazarken bile komik geliyor ama o zamanlar öyleydi. Şimdilerde hiçbir maçı izlemiyor ve hiçbir futbolcuyu tanımıyor olsam bile. Gençlik işte...Neyse , o zamanlarda birkaç maça gitmişliğim ve bir iki ünlü futbolcuyla da oturup sohbet etmişliğim vardı. Arkadaşımdılar yani yanlış anlaşılmasın...

Birgün bu takım , İstanbul'da büyük bir maça hazırlık için otelin birinde kampa girdi. O sırada bende İstanbul'da staj yapmak üzere bulunuyordum ve teyzemlerde kalıyordum. Hem arkadaşımı ziyaret etmek , hem başarılar dilemek , hemde transfer ettikleri dünyaca ünlü 1-2 futbolcuyu görüp onların imzalarını almak , fotoğraf çekmek için kaldıkları otele gitmek istedim. Bu bana göre gayet doğal bir istekti. Tabiki öncelikle teyzemden izin almalıydım , sonuçta emanetiz ya... Ama söylemez olaydım , gizlice gitsene...Kim nereden bilecekti sanki ??? Ama yok olmazzz , o zamanlarda izinsiz bir şey yapmak kim , biz kim ? Söz ağızdan bir kere çıkardı. Lamı cimi yoktu. Sıkıyorsa tekrarlarsın başka haklarında kaybolurdu. Böyleydi eskiden. Şimdilerde ne takan varrr, ne duyannn ? Bir kere aklına koymaya görsün...neyse..

Tabiki teyzemin ilk tepkisi ; 
Hayırrrrr , ne işin var otelde ?  oldu.
- Yaa teyzem arkadaşım o benim , göremem mi?  Zaten çok kalamam . Sonuçta kamptalar...
- Olmazzzz, hayırr olmazzzzz. Erkekten arkadaş olmazzzz , hele futbolcudan hiç olmazzz.
- Haydaaaa.... gel burdan yak. Nasıl olmaz yaaa...

Bir sürü dil döktükten sonra , kendisi de gelmek üzere kabul etti. Gelsin tabi bence sakıncası yok. Neyse otele geldik. Arkadaşımı çağırdım , lobiye geldi. Kuzenim ve teyzemde yanımızda. Tanıştırdım , oturduk muhabbet ettik , biraz futboldan, ordan burdan . Tabii teyzem çaktırmıyor ama pek mutlu , arkadaş ünlü ya ! Sonradan birkaç arkadaşı daha geldi yanımıza...Yabancı transferlerin imzalı posterlerini aldım, fotoğraf çektim filan. Sanki ne yapacaksam ama o zamanlar benim için çok önemliydi .Sonra arkadaşım sordu ;

- Ne içersiniz?  
Meyve suyu alalım , diyecek olduk ki teyzemle göz göze geldik. Kaşı gözü ayrı oynuyor , neymiş olmazmış , içine ilaç atarlarmış, içmeyecekmişiz.  Kuzenimle çaktırmadan  gülüyoruz. Teyzemde içiyor tabi .Hani bayılacaksak birlikte bayılalım diye :)))  Mutlu , mesut bir şekilde çıkıyoruz otelden. Ama hala bayılmadık . "Hay Allah Türk filmi çevirmiyor muyduk biz , bayılmamız gerekmiyor muydu ? " diye teyzemi epey bir kızdırdığımızı hatırlıyorum. Ama o sözünü hiç unutamam "Erkekten arkadaş olmaz " ve " içeceğinize ilaç koyarlar " . Sen çok yaşa e mi teyzem. Yani bana göre erkekten çok da iyi , sağlam arkadaş olur , dost olur , sırdaş olur , can olur ...yeterki samimi olsun...

25 Kasım 2011 Cuma

Bir kaşık suçluluk...

Bugüne kadar kaşık kaşık yemekten zevk aldığımız kaçamağın adı Nutella mıydı ? Ama ben , bir alternatif daha keşfettim .Fiskobirliğin Fındık ezmesi . İyi mi yaptım kötü mü yaptım tartışılır ama yemesi inanılmaz keyifli.

Önce gayet masum bir şekilde 1 kaşık alıyorsun sonra ağzına gelen fındık parçacıklarının tadını alınca "hımm 1 kaşık daha" diyorsun. "Tamam yeter artık" diye düşünüp kavanozu kapatıp bırakıyorsun ama aklın kavanozda kalıyor. Kavanozun dibine kadar yolu var ama bence ona hiç gerek :) Gerçi evde 3 kişi olunca pek anyamadık. Oysaki sadece tadına bakıyorduk ...

Haa bu arada suçluluk duygusu mu ? Onu ne gördüm , ne duydum :))) Ama yeniden alır mıyım işte onu bilemiyorum. ;)

24 Kasım 2011 Perşembe

Bugüne özel...

Tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü yürekten kutlarım.

Öğretmenler!.. Cumhuriyet, fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu nitelik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir.                                                     M.K. ATATÜRK 1924

Biz böyle öğrendik , böyle yapıyoruz...
Yapacağızda...

* Ve bugüne anlam katacak özel birşey yapmak istiyorum. İlkokul arkadaşlarımızdan oluşan birkaç kişilik ekibimizi organize edip , bize yıllarca emek veren , doğruları öğreten , hakkını ödeyemeyeceğimiz değerli ilkokul öğretmenimiz Neşe Öğretmenimize süpriz bir ziyaret yapmayı yada hazırlayacağımız bir organizasyona onu davet etmeyi düşünüyorum. Bu hepimiz için harika olacak. Yıllar sonra yeniden birarada düşünsenize...Ayrıntıları bildireceğim :)))   ( Şimdilik başka bir zamana ertelendi ...)

22 Kasım 2011 Salı

Ve mutlu dönüş...

Boncuğu o kafesin içinde öylece görünce ağlayacak duruma geldik. 1 haftada o kedi ne hale gelmiş , görseniz içiniz acır. Zayıflamış , pislenmiş , sesi kısılmış. Sanki o kedi gitmiş başka kedi gelmiş. Annem hemen yanına yaklaşıp elini uzattı " Boncukkk " diye seslenmesiyle patisini uzatmasın mı ? İşte koptuğumuz an , o an oldu. " Biz hemen kedimizi geri istiyoruz  " dedik. " Şu anda hasta , sonra verelim"  dediler . " Hayır biz onu iyileştiririz , şimdi istiyoruz " dedik ve gerekli formları doldurup kedimizi geri aldık. O an annemden ve Ege' den mutlusu yoktu .Gözleri yaşlı ama verilişinden dolayı sarfedilen pişmanlık sözleride  cabasıydı. Olan olmuştu artık , şimdi iyileştirme zamanıydı...

Hemen uyardılar " kediniz 1 hafta içinde ölebilir , ishali artabilir , kusabilir. Herhangi bir durumda acilen bize getirin . Ne de olsa 1 haftadır farklı bir ortamda " . ( Hıhı , tabi tabi öldürün diye değil mi? Demiyorlar ki , bu kedi 1 haftadır aç , soğukta kaldı üşüdü ,  hasta ettik ) . Hemen veterinere götürdük , 10 günlük antibiyotik tedavisine alındı. Hayvan der geçersiniz ama inanın psikolojisi çok bozulmuştu. Tepkisiz , mutsuz , yemek yemeyen sadece tuvalet ihtiyacı için uyanan bir kedi olmuştu. Gittikçe daha da zayıflayıp , kemikleri belli olmaya başladıkça  "ben sebep oldum" diye annem daha da üzülüyordu.

Hatta veterinerimiz ölecek diye şüphelenmiş ama annem üzülmesin diye söylememiş. Öncesinde barınaktaki veterinerle de görüşmüş o da " aman ne uğraşıyorsunuz o kediyle , o zaten ölecek , hastaydı " demiş. Ama tedavi kesilmeden devam etti . Hergün anitibiyotik iğnesini oldu , vitamin ve bağışıklık güçlendirici derken biraz biraz toparlandı Boncuk. Şimdi yeniden biberondan süt içmeye ( sabah keyfi yapıyormuş , yalvarır gibi miyavv diyip sütü görünce susuyormuş ) , kıtır kıtır mamasını yemeye , oyunlar oynamaya , ellerimize saldırıp ısırmaya , hoplayıp zıplayıp şirin yaramazlıklar yapmaya başladı bile. Yani hem Boncuk çok mutlu , hem annem babam hemde biz... Bambaşka bir sevgi bu ,  bakar mısınız şu keyife ?


21 Kasım 2011 Pazartesi

Tatsız gidiş...

Artık o istenmeyen an gelmişti. Hayvan barınağından yetkililer gelmiş ve Boncuk gitmişti. Annem o anı görmek istemediğinden evden uzaklaşmış ve bu sorumluluğunu babama yüklemişti. Babam da üzgün bir şekilde Boncuğu yetkililere teslim etmişti etmesine ama derin suçluluk hissetmesine engel olamamıştı. O da tamamen ayrı bir konu zaten. Bu arada özellikle belirtmek isterim ki , babamın o sıralardaki rahatsızlığı bizleri üzdüğünden evde bir kedinin varlığı zor olabilir düşüncesiyle gitme kararı alınmıştı yoksa başka bir sebebi asla yok , olamazda. Peki ya sonra...

Annem beni arayıp ağlamaklı durumu anlattı. Üzüleceğini az çok tahmin ediyordum . Çünkü 2 ay el bebek , gül bebek bakılmış bir yavru nasıl gidebilirdi ? O anda bizim evdede bir kıyamet koptu . " Boncukkkkkkk , hayırrr . Annenemm onu veremezzz , vermesinnn , gidelim alalımm anne nolurrrrr , nolurrr " diye salya sümük durumlar yaşandı. Gerisini tahmin edersiniz artık. Bu şekilde sıkıntılı 2 gün geçti. Anneminde aklı hep onda olduğundan içi rahat etmemiş ve barınağa telefon açarak Boncuğun  durumu hakkında bilgilendirilmek istemişti. Onlarda " Kediniz çok mutlu , çok cana yakın hiçbir problem yok,  aklınız kalmasın " diye söyleyince hafif bir rahatlama olmuş ama bu yeterli gelmemişti.

Sonrasında bu annemin içinde iyice büyümüş büyümüş , gidelim görelim heyecanına dönüşmüş. " Burası nasıl bir ortam , dedikleri gibi rahat mı ? Boncuk gerçekten iyi mi ?  " bilmek istemiş. Gittik ama göremedik. Hatta pek de iyi karşılandığımız söylenemez. Mesai saati bitmeden bitti demeler , göremezsiniz demeler gibi saçma sapan tepkilerle karşılaştık. Çok sinirledik , o sırada araya bayram tatilide girince 3 gün daha kaybettik. Ama annem mutsuz , yemiyor , içmiyor , sürekli yatıyor. Öyle üzgün ki , keşke vermeseydik diyor başka bir şey demiyor. Tatil sonrası hemen gittik bu kezde " hasta dediler , onu ayrı yere ayırdık dediler , isteyen bir aile var dediler " anlayacağınız bin dereden su getirdiler. " En azından görelim " dedik. Yine olmadı ve bir kez daha gitmek zorunda kaldık . Bu kez mecburen bizi yanına götürdüler.

Ve üzülerek söylemek istiyorum ki , hayvan barınağı dedikleri yer , çok kötü bir yer. Oysaki , tamamen farklı bir yer hayal etmiştim. Açıkta , kafes kafes ayrılmış , hayvanların soğuktan korunabileceği bir yeri olmayan , hortumla su tutulan , pislik içinde yüzlerce kedi köpeğin bulunduğu bir yer :( Burada bir süre bekletilip isteyen aileler olursa veriyorlarmış , isteyen olmazsada kısırlaştırıp salıyorlarmış .

Bu üzüntüyle kafeslerin arasında dolaşırken arka tarafta bir kafese geldik. Boncuk oradaydı , bir an çok sevindik ama ....

*devamı yarın......

20 Kasım 2011 Pazar

Boncuk hikayemiz...

Hikayesi biraz karışık aslında. Önce güzel bir tesadüf , sonra tatsız bir gidiş ve mutlu bir dönüş. Gözleri kapalı bir şekilde annemin ayaklarının dibine gelmiş acı acı miyavlayaraktan. En fazla 2 günlükmüş.

Annemde kıyamamış , " gecenin bir saatinde onu açlıktan ölüme terkedemezdim" diyerek almış , eve getirmiş. İyiki de getirmiş.  Gerçi niyeti biraz büyütüp bırakmakmış ama olmadı . Şimdi Boncuk , evin yeni neşesi ve bir numaralı ilacı oldu. Öyle böyle derken de 6 aylık oldu bile. Buraya kadar herşey güzel bir tesadüftü.

Peki ya tatsız gidiş , o nasıl oldu ? İşte burası uzun hikaye. Sunny' nin kaybından sonra annem babam çok etkilendi. Sevgisi bambaşkaydı ama bir daha hayvan bakmama kararı aldılar. Ta ki Dalgıç gelinceye kadar. Ama Dalgıç , gereken sevgiyi yeterince veremedi. Sonuçta o bir kaplumbağaydı ve yapabildikleri oldukça sulu bir çerçeve içinde kısıtlıydı :) Kucağına alsan alamazsın , sevsen sevemezsin , yanında yatıramazsın , konuşsan anlatamazsın gibi gibi. 

Bazı sağlık nedenlerinden dolayı da evde hayvan bakmama kararı alındığı için annem kediyi biraz büyütüp , kendini kurtarabilecek hale gelince güvenli bir yere bırakmak düşüncesindeydi. Ancak geçen 2-3 aylık süreçte annem onu yavrusu gibi benimsedi, biberonla besledi . Zaten inat ediyor başka hiçbir mamayı da yemiyordu . Öyle minikti ki. Bu sürede aralarında güçlü bir sevgi bağı da oluştu. İnanılmaz bir enerji aldılar Boncuktan. Ama annem hala onu vermekten söz ediyordu yoksa kopamayacağını o da biliyordu. Kardeşim onun hayvan barınağına bırakılabileceğini , orada isteyen ailelere verildiğini duymuştu . Annem bir anlık yanılgıyla  "tamam" demiş oldu.

Herşeyi iyice düşünmüştü . " Birkaç gün üzülürüm ama sonra alışıp unuturum " diyordu. Ya da öyle sanıyordu. İşte tatsız gidiş macerası böyle başladı.... 

* devamı yarın......

19 Kasım 2011 Cumartesi

UZAKLAŞMALAR UNUTMAK İÇİN DEĞİLDİR HER ZAMAN....

UZAKLAŞMALAR UNUTMAK İÇİN DEĞİLDİR HER ZAMAN
BAZEN BAŞARABİLİRSE İNSAN
ACIDAN KAÇMAK İÇİN UZAKLAŞIR KENDİNDEN
DAHA DERİN
DAHA UZAK KENDİNDEN...

" Neden " diye sormuştum ama biliyordum mutlaka bir nedeni olduğunu. Açıklananlar olduğu  gibi yüreğin derinliklerinden çıkmayan nedenler de olabileceğini biliyorum. Varsın herşeyi de bilmeyelim. Hangimiz içimize gömdüğümüz bazı acıların üstünü kapatmadı ki ? En azından kapatmaya çalıştı. İster büyük ister küçük olsun , ister önemli ister önemsiz olsun ama mutlaka içimizi çok acıtan , yüreğimize gömdüğümüz bir sürü nedenlerimiz oldu. Belkide her defasında " ölsemde kurtulsam bu acıdan" dediğimiz anlardaki gözyaşlarımız gibi...

O da böyle yapmıştı işte. Ölmek ve bazı şeylerden kurtulmak istemişti. Belki ölmenin yanlış bir yolunu seçmişti ama içinde bir yerlerde defalarca ölmüştü aslında. Evet , ölüm şakaya gelmez , ciddi bir konudur. Tanıyan , tanımayan , herkes çok üzüldü , ağladı ve dedik ki : " Bu şaka olmalı , inanamıyorum " . İyi ya işte, şakaydı ama kötü bir şaka diyelim. Nedenleri olan ağır bir şaka belkide . Biz  inanmak istemedik ve böyle oldu. Buna da sevinmeliyiz diye düşünüyorum. Çünkü , bu her zaman olacak birşey değil.  Ölüm götürdüğü zaman , geri getirmez . Gerçek acı olan budur işte.

Bazı yanlışlıkları düzeltmek için yanlış bir yol seçtiği ve bunun için ağır bir bedel ödediği kesin ama herşeyi göze almış olmalı. Burada bence önemli olan yaşıyor olması. Yaşıyor ama nasıl yaşıyor ? İşte bunu anlamak lazım. Derin acılar , derin yalnızlıklar ve haksızlıklarla bizlerin göremediği , anlayamadığı bir yerde yaşıyor. Yaşamak sadece nefes almak olsaydı , sanırım o gün ölmezdi .

Şimdi "NEDEN" sorusu az çok anlaşıldı sanırım. Diyorum ya bilmediğimiz yada anlayamadığımız öyle çok şey vardır ki . Bizler biraz yorumlarımızla , biraz sesimizle yanında olmaya çalıştık , anlamaya çalıştık , sadece olduğumuz gibi olduk ama yine de çok iyi anlayamadık. Tekrar söylüyorum çok üzüldüm ama çok kızmadım , çünkü biliyorum ki hiç kimse nedensiz bir şey yapmaz. Hele ki böyle bir şeyi asla !   " Alırım ben bu üzüntünün acısını elbet..." dedim kendisine  ve güldük :)) Sağolsun . İyiki yaşıyorsun...