31 Aralık 2012 Pazartesi

2013'e sevgiyle.....

 Mutlu Yıllar...

26 Aralık 2012 Çarşamba

Mo*be*sa

Mobesa kameralarıyla yapılan çekimler önden değilde,  arkadan yapılsaydı , saniyede ne büyük değişiklik olduğuna kimse inanamazdı. Herkes kameralara yaklaşınca gayet masum , sağdan sağdan sakince gidiyor. Hani neredeyse sol şerit bomboş. Taa kii...
 
Kameralar geçilinceye kadar...Anında sol şerit yoğunlaşıp , hız göstergeleri değişiyor. Eyy ceza ! Sen  nelere kadîrsin ...

Yok aslında , kameralara karşı değilim . Uygulama çok güzel ama öyle olmaması gereken yerlerde var ki , anlamak mümkün değil . Mesela , en çok kaza olan yola ne lamba , ne polis , ne de radar  koyarlar. Ama bizde adettir yüzlerce kişi ölmeden önlem alınmaz ya ondan herhalde...

3 şeritli geniş bir yol , şehir merkezi değil , kalabalık hiç değil , yaya geçmez . Bu durumda ne diye frene basıp yavaş gitsin ki insanlar . Elbette deli gibi gaza basıp gitmeninde  anlamı yok ama normal seyir halini bozmaya da gerek yok...

Geçenlerde yine böyle bir Mobesa kamerasına tam yaklaşırken eşim görmüş. Yandaki araba yavaşlamış yavaşlamış tam kameralara bakıp eliyle hareket çekmiş , arkasındanda bir sürü söylenmiş . Heyy Allah'ım,  tamam belli ki ceza yemişsin ama o da ne demek öyle :)))

13 Aralık 2012 Perşembe

Renk cümbüşü...

Yeni formalarımız rengarenk oldu. Sağolsun sistem elinden geleni yaptı da , bizde mutlu mesut karşıladık !!! Okul idaresinin öğrencilerle yaptığı oylama sonucunda , erkenden formasız eğitime adım atmış olduk. Neymiş ? Serbestmiş !!!
Çok üzgünüm ama bu yazıyı okuyan , serbest kılık kıyafete onay veren kişiler varsa çok rica ediyorum birkaç gün okullara gelip gözlem yapsınlar. Hatta sınıflara girip şöyle bir baksınlar . Alı al , moru mor , pespembe , sarılısı ,  turunculusu , dar kotlusu , çizme içine girmiş pantolonlusu , şallısı , yakası kürklüsü , süslü , işli hırkalısı derken çeşit çeşit aklınıza ne geliyorsa siz hayal edin artık. Koridorlar yakında podyuma döner ... 
Her gün öğrenci formasını kontrol etmek çok kolaydı ama bunu tek tek gözden geçirmek , "o olmuş , bu olmamış " demek olacak iş değil. Bir süre sonra kontrol de , uyarı da kâr etmeyecek , vız gelecek , tırıs gidecek... Kimbilir , belkide istenen budur...
Yok ben sevmedim bu serbestliği , bu böyle olmaz . Sınıf içinde sürekli bir renk hareketi var, öğrenci mi değil mi ayırt etmek zor. Ve bütün samimiyetimle söylüyorum ki , bazılarını tanımakta güçlük çekiyorum. Şimdiden başladılar bile " Ben yarın şunu giyeceğim. Sen ne giyeceksin hesabı yapmaya. Bu zaten böyle olacaktı ve daha da kötüsü olacak. Hergün değişik değişik giyinip gelenler olacağı gibi , bir süre sonra giydiklerini beğenmeyenler , yenilerini isteyenler , özenenler olacak. Aileye baskı yapacak. Eee maddi imkanı yoksa nereye kadar baskı yapacak ki ? Bu durumda aile de , çocuk da mutsuz olacak. Neymiş ? Serbestmiş !!!
Bunun yerine okul formalarına yenilik getirselerdi , daha kullanılabilir , tercih edilebilir spor , rahat kesim ve sevecekleri birşeyin seçimine gitselerdi , inanın bana çok daha iyi olurdu. En azından renk cümbüşü ortadan kalkar , okul olduğu belli olurdu. Düşündüm de forma meğer ne çok şeyi kapatıyor ve forma sokuyormuş :))

11 Aralık 2012 Salı

Sonuç : Kahve keyfi bitti ...

24 saatlik holter gözetimi sonunda , 2 kez ufak çaplı bir çarpıntı kaydedilmiş. Bu da çok önemli bir durum değilmiş ama bu demek değildir ki herşey çok normal , git istediğini yap , ye , iç . Elbetteki bir takım sınırlamalar getirildi .
 
En başta kahve keyfim sınırlandı. Zaten günde 1 ya da 2 fincan keyif için içtiğim kahve , kalbime çok geldi . Çekemedi bu kadarcık kahveyi herhalde. " Ben yorulmadan,  usanmadan bütün gün çalışayım , sen otur kahve keyfi yap , olacak iş mi? "  dedi sanki. Neyse o da gitti , şimdi iyi olma sırası. Bir daha öyle dangul dungul atıp da adamın asabını bozma ...
 
Sonra aşırı stresli ortamlardan da uzak durmalıymışım. İyi ama nasıl ? Bunun için emekli olmam gerekmez mi?   "Kola , cips , kızartmalar , sigara , çikolata yok "dedi. Zaten onu yemem , bunu içmem derken "çikolatada dur" dedim. Diğerlerini aramam bile ama çikolatasız olmaz diyince gülüştük . Eğer çarpıntı devam ederse ritim düzenleyici bir ilaç kullanmam gerekecekmiş ama henüz değil. Konu böylece kapandı ama esas canımı sıkan sonrasıydı. 

Kalp romatizması geçmişim vardı. Bunu eski bir yazımda anlatmıştım . Yıllarca tedaviler , korunma filan derken 2 dereceden Mitral Kapak Yetmezliğim hala mevcut. Şimdilik müdahale gerektirmese bile boğaz enfeksiyonunu , diş iltihapları ve soğuktan korunmaya dikkat etmem gerek. Belkide ileride ameliyat kaçınılmaz olacak ama şimdi bunu düşünmek istemiyorum. Çay yok , kahve yok , stres yok ama olsun en azından spor yapmamda herhangi bir sakınca yok. İyi miyim iyiyim...

6 Aralık 2012 Perşembe

Tamam gidiyorum...

Aynı olayı dün gecede hissedince , korkunun ecele faydası yok diyerek doktor arkadaşımı aradım. Önerebileceği bir Kardiolog olup olmadığını sordum. "Hayrola , kime lazım? " dedi. "Bana" dedim. "Çarpıntı beni rahatsız ediyor artık , sıradan birşey değil sık sık tekrarlıyor" der demez hemen EKG çekilmesi için beni acile yönlendirdi.
 
Biraz ritim bozukluğum varmış. Arkadaşımı arayıp sonucu bildirdim . EKG' yi o da görmek istedi. " Sana ritim bozukluğu var diyen doktoru yerim ben yerim. Gayet iyi görünüyor " dedi. Anlayın artık.
 
Her neyse yarın içinde Kardioloji' den randevu aldık. Gidiyorum , bakılsın bakalım , ne varmış ne yokmuş , öğrenelim. Bu arada kalbimin güzellikleri de çıksın ortaya :))  

5 Aralık 2012 Çarşamba

Biri " hadi " dese....

Bu yazı kendime yaptığım bir uyarı yazısıdır. Son zamanlarda hissettiğim ve sık sık tekrarlanan bu sıkıntının artık ertelenecek birşey olduğunu sanmıyorum ama hala " belki geçer " diye düşünüp işi yavaştan almaya da devam ediyorum. Peki bilmediğimden mi ? Hayır. Ama nedense hep bir bahanem var...
 
Galiba bazı şeyleri bilmek korkutuyor . Duymak istemediklerimi duymaktan , tepkimden korkuyorum. Ama ertelememem gerektiğinide çok iyi biliyorum. Mesela , biri gelse tutsa kolumdan "hadi" dese "gidiyoruz randevu aldım" dese ve ben mecbur kalsam istiyorum. Yoksa bu adımı atmak bana zor gelecek , biliyorum. Şu halime bakın yaa , çocuk gibiyim. "Doktora gitmek istemiyorum" diye bir yerlere yatıp tepinmediğim kaldı. 
 
Hissettiğim sıkıntı sürekli çarpıntı ve yorgunluk hissi. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyor ve buda beni halsiz bırakıyor. Bu kezde saçma sapan düşüncelere kapılıyorum. Ama özellikle dikkat ettiğim bir durum var ki , akşam vakti hem çay , hem kahveyi kısa süreli aralıklarla tüketmiş oluşum. Kafein , çarpıntının en önemli nedenidir ama sadece buna bağlamamak gerekir diye düşünüyorum. İhmale gelmeyecek bir şey olduğunu da biliyorum. Ama sadece biliyorum ve düşünüyorum. Aferin bana değil mi? 
 
Bu yazıyı yazdım çünkü farklı birşey yapma zamanım geldi de geçiyor bile. Mesela çay içmesem de olur , çok sevmem. Kahveyi azaltsam ya da bıraksam , sigaram zaten yok . Bu arada spora devam etsem  ve bir de Kardiolog'a gitsem. Çok iyi olur değil mi?  

19 Kasım 2012 Pazartesi

Yorma lütfen...

Bütün dünyaya küstüğümüz , hıçkıra hıçkıra ağladığımız anlar vardır. Suratımız düşmüştür bir kere ve sanki bütün dünyada üzerine düşmüştür. O an herşey kötüdür , berbattır , iğrençtir , herşey ama herşey rahatsız eder. Susmalı , yok olmalıdır...
 
Olmasını çok istediğimiz bir şey olmamış olabilir , duymak istemediğimiz bir şeyi duymuş olabiliriz. Heyecanımız , sevincimiz bir anda yarıda kalmış olabilir. Belkide değer verdiğimiz kişinin beklenmedik bir davranışı yüzünden kırılmış da olabiliriz...
 
Bazen bir kelime yeterken , bazende bir bakış yetmiştir. Belkide derin bir sessizliktir keyfimizi kaçırıp ,  suratımızı düşüren...
 
Ama her ne olursa olsun , hiçbir şey içimizdeki fırtınayı dindiremez , o suratı düzeltemez. Sadece tek bir şey hariç. O da , o suratı düşürenin söyleyeceği bir kelimeye bakar. Gülümsetecek olan sadece bir kelimeye... 

12 Kasım 2012 Pazartesi

Hepimiz senin birer parçanız...

Bu yıl farklı bir uygulama ile başladım derslerime. Ve bu uygulamadan çocuklarda ben de inanılmaz bir keyif alıyoruz. O minicik yüreklerdeki heyecanı , o derin sevgiyi , gözlerdeki ışıltıyı görüyorum ya , o an bana gereken herşeyi alıyorum zaten... 
 
Onların bu konudaki heyecanı içimdeki umutları yeşertiyor. 
Bitmeyecek bir sevgi bu , bunu görüyorum. Ve herkesde anlasın , görsün istiyorum. O' nu daha iyi tanımaları , daha iyi anlamaları içinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. 
 
Bundan böyle her hafta , hatta bazen her dersimde , derse başlamadan önce Atatürk'ün bir anısıyla başlıyorum güne. Tüm dikkatlerini vererek sessizce dinliyorlar. Bazen gülümseyerek , bazende hüzünlenerek. Ama her defasında daha da bir anlayarak... O an, o anıyı yaşıyorlar sanki , içinde olmak ve hiç bitmesin istiyorlar . Bir tane daha , bir tane daha derken neredeyse dersimizi bile unutuyorlar. Ama ne güzel , ne keyifli bir görseniz...

İşte küçük bir anı ; Atatürk bir okula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. Hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk bir kenara çekilmiş, ilgisiz gibi duruyordu. Bu durum Atatürk’ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
- Çocuğum, neden durgunsun? Bir derdin mi var? Hasta mısın?
Çocuk:
- Bir şeyim yok efendim.
Çocuk arkasını döndü, gözlerinden akan yaşları gizlice sildi.
Atatürk:
- Niçin ağlıyorsun yavrum? Sen ağlayınca ben çok üzülüyorum.
Küçük çocuk, o vakit yaşlı gözlerini Atatürk’e çevirdi:
- Atam, seni böyle yakından görmek isterdik. Geldin, gördük, sevindik. Ama artık sıramızı savdık. Bir daha seni ne zaman göreceğiz? Ona ağlıyorum. Atatürk oradaki çocuklara baktı:
- Beni ne zaman görmek isterseniz aynaya bakın. Siz Türk çocukları benim birer parçamsınız. Bende sizin...
 
Kaynak...Atatürk devrimleri...

9 Kasım 2012 Cuma

Kemal Atatürk, Türk'ün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır...

9 Kasım 1938 saat: 10.00
Geceyi rahatsız geçirdiler; umumi hallerindeki vaziyet ciddiyetini muhafaza etmektedir. Hararet derecesi 36.8, nabız muntazam 128, teneffüs 28'dir.
 
9 Kasım 1938 saat: 20.00
Bugünü yorgun ve dalgın geçirdiler. Umumi ahvaldeki ciddiyet biraz daha ilerlemiştir. Nabız muntazam dakikada 124, teneffüs 40, hararet derecesi 37.6'dır.
 
9 Kasım 1938 saat: 24.00
Saat 20.00'den itibaren dalgınlık artmıştır. Umumi ahval vehamete doğru seyretmektedir. Hararet derecesi 37.6, nabız 132, teneffüs 33'tür.
 
1938 yılı Kasım ayının 10'uncu günü saat 9.00.
Türk Vatanının Kurtancısı, Türkiye Cumhuriyeti'nin Kurucusu, Eşsiz İnkılapçı ve beşerin Müstesna Evladı Büyük insanın fena aleminde ancak 5 dakikası kalmıştır; gözleri kapalıdır; göğsü mütemadiyen inip, çıkmaktadır. Odada ve bütün Sarayda derin ve ruhani bir sükut hüküm sürüyor. Sağ tarafta başucunda Operatör Mim Kemal duruyor; Dr. Kamil Berk başını onun omuzuna dayamış, hıçkırıyor...
 
Prof. Dr. Akil Muhtar Özden kendinden geçmiş, odanın içinde telaşlı adımlarla durmadan dolaşıyor; hem ağlıyor, hem de mütemadiyen: "Aman Yarabbi" diye mırıldanıyor. Ben yatağın sol tarafında ayakta duruyorum; yanımda Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe var. Her tarafım uyuşmuş, bütün duygularım donmuş bir halde, o güzel, onurlu çehreye dalmış, bakıyorum. Hazin sessizlik içinde kulağıma yalnız Dr. Mehmet Kamil ve Prof. Akil Muhtar'ın hıçkırıkları çarpıyor.
 
Saat tam 9'u 5 geçiyor. Birdenbire gözleri açılıyor, dikkat ediyorum: Gök mavisi gözlerinde hala bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor. Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilahı bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlamaktadır.
Birkaç saniye sonra o Azametli Varlık, milletinin kalp ve idrakiyle beşer tarihindeki ölümsüz hayatına göçmüş bulunuyordu. Ben de artık hıçkırıklanmı zaptedemedim; yatağı dönüp diz çöktüm, sağ elini ellerimin içine aldım, öptüm ve yüzüme gözüme sürdüm.
 
Bu sırada Operatör Mim Kemal gözlerini kapatıyor, Mehmet Kamil de çenesini bağlıyordu. Yerimden kalktım, yapılacak vazifelerim vardı; gözyaşlarımı sildim ve odadan çıktım. O gün öğleye doğru gazetelerin çıkardığı fevkalade nüshalarda müdavi ve müşavir tabiplerin, Büyük Kaybımızı bildiren son raporuyla, hükümetin bu husustaki resmi tebliği neşrediliyordu.
 
Alıntıdır . Kaynak : İşte ATATÜRK...

5 Kasım 2012 Pazartesi

İyi ki...

Vayy bee, hiçbir şey anlamadan , zaman nasıl da çabuk geçiyor. " Olmuş mu o kadar? " derken şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz artık. Hissetmiyoruz çünkü , ne geçen zamanı , ne de olması gerekeni. Çünkü "ruh" bir yerlerde kalıyor , hep o , en çocuksu , en deli haliyle . Ama yine de hep bir adım önde , hep daha olgun olarak...
 
Şimdiki aklımızla dönüp geçmişe baktığımızda bu kezde "keşkeler" geliyor gündeme...Ama yok ki bunun bir sonu . Her geleceğin bir geçmişi olduğu gibi , her geçmişin de keşkeleri hep var olacaktır. Önemli olan içinde bulunduğumuz anları sevdiklerimizle daha değerli hale getirebilmek ve herşeyi "keşke" yerine "İyi ki "diyebilmek adına doyasıya yaşamak...
 
İşin özü , yi ki doğmuşum mu? "  demeli bilemedim :) Bir de unutmadan söyleyeyim , bu pastanın aynısından istiyorum. Artık kim yaparsa :) Sizleri seviyorum...

28 Ekim 2012 Pazar

Fotoğrafçının Üzüntüsü ve Atatürk'ün Hoşgörüsü

 
 Cumhuriyet Bayramı kutlama töreni sonrası II. TBMM'nin önü, (29 Ekim 1929)

Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet Bayramı kutlama töreni sonrası TBMM'den çıkacaktır. Bu önemli anı görüntülemek ve tarihe mal etmek için fotoğrafçılar Meclis kapısının tam karşısında (Ankara Palas'ın önünde) yerlerini almışlardı. Yedi sekiz kadar fotoğrafçı, o günün koşullarında güzel bir fotoğraf çekebilmek için fotoğraf makinelerinin sehbalarını en uygun yere yerleştirmek için çalışmaktadırlar. Bunlar Atatürk'ü sürekli olarak izleyen ve biraz da birbirleri ile rekabette olan fotoğrafçılardır. Bu fotoğrafçılardan birisi de Atatürk'ün özel fotoğrafçılarından Ali Rıza Tuncay'dır.
 
Ali Rıza Tuncay zayıf, narin yapılı, beyefendi bir kişidir. O da kendisine güzel bir yer edinmek için uğraşmaktadır. Nedense, diğer fotoğrafçılar onu aralarında istemeyerek (belkide kaza ile) iterek yere düşürmüşlerdir. Büyük aksilik, Kazım Özalp ve diğer devlet ileri gelenleri TBMM kapısından çıkmışlar ve fotoğraflar çekilmiştir. Bu önemli tarihsel anın fotoğrafını çekemeyen Ali Rıza Tuncay, üzüntüsünden ve sinirinden bir kenara çekilmiş ve ağlamaya başlamıştır.
 
Atatürk bir kaç adım attıktan sonra Ali Rıza Tuncay'ı kenarda ağlarken görmüştür. Yanına çağırtarak ne olduğunu sormuştur.
 
Ali Rıza Tuncay üzüntü içinde olayı anlatmıştır. Atatürk yine büyüklüğünü göstermiş ve o hoşgörülü, sevimli hali ile yanındakilere:
 
"Arkadaşlar, tekrar içeri girip, tekrar aynı şekilde dışarı çıkacağız" demiş. Böyle de yapılmış. Fotoğrafçı Ali Rıza Tuncay 'da resmi çekme şansını yakalamıştır.
 

ATATÜRK 'ten bir anı - Sabiha Gökçen...

Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
-Merhaba nine Kadın Ata'nın yüzüne bakarak hafif bir sesle;
-Merhaba , dedi.


-Nereden gelip nereye gidiyorsun? Kadın şöyle bir duralayıp,
-Neden sordun ki, dedi . Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.

-Ne sahibiyim ne de bekçisiyim nine Bu topraklar Türk milletinin malıdır. Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir Şimdi nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin? Kadın başını salladı.
-Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey, otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden birindeyim Bizim muhtar bana  bilet aldı trene bindirdi, kodum Angara'ya geldim.

-Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? -Gazi Paşamızı görmem için Başını pek ağrıttım da Benim iki oğlum gavur harbinde şehit düştü Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum . Rüyalarıma girdi Gazi Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana bilet alıverip saldı Angaraya, giceleyin geldimdi Yolu neyi de bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup duruyom bey.

-Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı? Kadını birden yüzü sertleşti.
-Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne isteyebilirim ki .O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın elinden kurtardı. Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi. Daha ne isteyebilirim ondan? Onun sayesinde şimdi istediğimiz gibi yaşıyoruz. Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun sayesinde kurtulmadık mı? Buralara bir defa yüzünü görmek, ona sağol paşam! Demek için düştüm . Onu görmeden ölürsem gözlerim açık gidecek . Sen efendi bir adama benziyon,bana bir yardım ediver de Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.

Atatürk'ün gözleri dolu dolu olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi. Bana dönerek ,
 
-Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır . Benim köylüm,benim vefalı Türk anamdır bu. Attan indim . Yaşlı kadının elini tuttum "Anacığım" dedim, "Sen gökte aradığını yerde buldun, rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani Atatürk işte karşında duruyor ."
Köylü kadın bu sözleri duyunca şaşkına döndü . Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine sarıldı . Görülecek bir manzaraydı bu. İkisi de ağlıyorduİki Türk insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş ağlıyorlardı Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini .Ata da onun ellerini öptü . Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri . Bunu Atatürk'e uzattı;-Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi Paşa, bunu sana hediye getirdim. Seversen gene yapıp getiririm . Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi. Çok beğendiğini söyledi . Sonra birlikte köşke kadar gittik. Oradakilere şu emri verdi;

-'Bu anamızı alın burada iki gün konuk edin. Sonra köyüne götürün .Giderken de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun' 

ATATÜRK Anıları - Sabiha Gökçen



27 Ekim 2012 Cumartesi

Dı dı dı dı dı ...

Yaz mevsiminin etkisi altından çıkmak istemeyenlerdenim. Hep yaz olsun , hep sıcak olsun , hep bahar havası olsun , kışı özlersem neyim :) Ama mevsimlere direnemeyeceğiminde farkındayım. Zamanı geldi ve Kış sezonu yavaştan açıldı. Artık kalorifer , soba , şöminenin sıcaklığını hissetmeyi , dumanı tüten sıcacık kahve  ve çay hayalleri kurmaya başladım. Yani bana göre kış geldi. Ellerim , ayaklarım ve burnumun ucu daha şimdiden buz gibi ve bu Nisan ayına kadar böyle gider. Sezonu açtım yani...
 
Merkezi sisteme bağlı olduğumuz için henüz kaloriferlerimiz yanmadı ama yakındır. Hani akşamdan akşama yansa çekilecek . Artık evler soğudu , ne çorapsız gezilebiliyor , ne de hırkasız . Hatta hareketsizsen üzerine battaniye bile alsan fazla gelmez. Bu aralar yorgan bile tek başına ince gelmeye başladı ya neyse...

Bazen sırf bu soğuk yüzünden Güneye bir yerlere gidip yerleşesim var. Ama desenize daha dur bakalım. Bu işin kaban ve mont kısmı henüz başlamadı . Kat kat kazaklar , çoraplar , atkı , bere tarafı da var. Hatta ve hatta tüm bunlara rağmen yinede üşümek var , var da var...

24 Ekim 2012 Çarşamba

Mod sorunu...

Tatil yanı güzel ama bayram modu için aynı şeyi diyemeyeceğim. Sevmiyorum o telaşları. O yüzdende hiç birşey yapmadım...

Mesela , herkes camları sildi ama ben silmeyeceğim . Hem silsem de değişen birşey olmayacak çünkü yağmur yağıyor. En azından strese girip , "vah vah tuh tuh" diye üzülmeyeceğim. Bu iyi yanı olsa gerek. Nasıl olsa yağmur yıkar onları bi güzel , ohh miss... "Bayram temizliği" adı verilen o derinnnn , dip köşe temizliğini de yapmadım . Her zaman ne yapıyorsam o kadarı ve henüz başlamadım bile :) Saat olmuş 12:30 . Buda kötü yanı . Yani süpür , sil , geç hesabı. Üstten üsten mi derler artık adı her neyse...Bayram tatlısıda yapmayacağım. Halbuki biraz evinin kadını ol , otur baklava filan aç değil mi ama ... 

Düşünebiliyor musunuz beni baklava açarken? Yok ama dalga geçmiyorum yani bir zamanlar onuda yapmışlığım vardır ama zamana yenik düşmüş olabilirim :))) Belki sadece Cheese cake yaparım. O da ne zamandır özlediğim bir tat ve oğlumun özel isteği olduğu için...Onun dışında başka hiç birşey yapmayı düşünmüyorum. Diyorum ya , bayram modu bana göre değil. İstediğim tek şey kafamı dinlemek...

Siz bakmayın benim mod sorunuma , yine de herkese sevdikleriyle birlikte , İYİ VE MUTLU BAYRAMLAR dilerim...

21 Ekim 2012 Pazar

Haftada 3 kg GARANTI ...

Herkes haftada 3 kg vermek , istediği kiloya bir an önce kavuşmak ister. Ama maalesef ki böyle bir şey yok . Olsa da hem doğru değil , hemde sağlıksız ...
 
Zaten bende işin tamamen gırgırındayım. Haftada 3 kg vermekten değil , 3 kg almaktan söz ediyorum. Yani bilsemki kolayca verebileceğimi , değil 3 kg almak , rahatlıkla haftada 4-5 kg bile alabilirdim. Hemde hiç zorlanmadan. Bende bu iştah olduğu sürece kilo almanın lafı bile olmazdı. Mesela nasıl bir beslenme mi uygulardım ? Anlatayım. Belki kilo almak isteyenlere de yol gösterir dermişim :))) Aman şaka şaka :)))
 
Her sabah kahvaltıda börek yerdim ,  hemde  sıcacık sıcacık en tereyağlısından...Bazen de çıtır çıtır yağlı peynirli poğaçalardan 3-4 tane alır onları yerdim. Biraz rahatsız ederdi ama önemsemezdim. Amaç kilo almak değil mi? Sonra bal-kaymak ikilisinden hiç vazgeçmezdim. Çantamda sürekli çikolata taşır , ağzımı tatlandırmak istediğimde düşünmeden yerdim. Pastanenin önünden geçerken gördüğüm pastalara kafamı çevirmez , sıfır suçluluk duygusuyla beğendiğimi mideye indirirdim.
 
Öyle sebze yemeğidir , çorbadır , salatadır asla uğraşmaz. Sürekli fast foodlarla , abur cuburlarla işi götürmeye çalışırdım. Mantı , makarna , patates kızartması , kekler ,   bisküviler , baklavalar ve başka tatlılar derken ne varsa bıkmadan , usanmadan , düşünmeden yemek isterdim. Yani pis boğazımı hiç boş bırakmaz , sürekli tıkınırdım. Gece yatmadan önce de yarım ekmek arası kokoreç yer öyle yatardım. Şöyle bol kekikli acılı filan... Gerçi yatacak yerim olmazdı çünkü yataklara sığmazdım. Biraz fazla mı abarttım bilmiyorum ama  herşeyi bir arada düşününce midem bulanmaya başladı. Kısacası bütün amaç kilo almak olsaydı , eminim bu konuda çok başarılı olurdum. Ne yesem yapışıyor çünkü :))

16 Ekim 2012 Salı

Yaşıyoruz yani...

Nedense evin sadece bir odası herşeyin üstüste atıldığı bir duruma gelmiş. Montlar , giysiler , kitaplar , dosyalar , içleri dışına çıkmış spor çantaları , yerlerde sürünen laptop ve telefon şarj kabloları , boş kutular , kremler , bandajlar , çerçeveler , resimler gibi gibi gibi... 
 
Baktıkça "off off nasıl toplanacak bu oda ?  " diyerek canımı sıkıyordum ama çok gereksizmiş. Dedim ki : " Odanın haline bak ! Çingene pazarı gibi , ne ararsan var..."
 
" Olsun be boşver, elleme . İnsanın yaşadığı belli oluyor " diyince bende " Bence sakıncası yok , yaşayalım o zaman " dedim. Oda bildiğiniz uçuşa geçmiş durumda ...
 
Ama yaşıyoruz yanii...
 

15 Ekim 2012 Pazartesi

Bitti , gitti...

Gittim , geldim , gördüm , konuştum , eğlendim , oynadım , düşündüm , yoruldum , yenildim , gerildim , üzüldüm , kızdım , öğrendim , yendim , heyecanladım , hasret giderdim ,  güldüm , sevindim , şaşırdım ...
 
Kısacası her duygunun bir arada yaşandığı yoğun bir haftasonu geçirdim...
 
Ve biricik Bir 'le tanıştım yine sevindim . Geldiğin için , kahve için , o güzel gülüşün için çok teşekkürler. Herşey bitti gitti de geride hoş bir anı , hoş bir tebessüm bıraktı. Ve bir de bir kaç foto. Çok teşekkürler ...

10 Ekim 2012 Çarşamba

İşleminizi onaylıyor musunuz?

En olmadık zamanlarda 444' lü çağrı merkezlerinden gelen aramalara " Müsaitim , sizi dinliyorum " dediğiniz anda teslim olursunuz. Bu bazen banka kredisi için  , bazen TTNET , bazen Digitürk , bazen de Turkcell , Avea derken bir sürü yerden gelen çağrılar olabilir.
 
Kampanyalar ve tarifeler hakkında en az 5 dk. ya da daha fazla vaktinizi alıp sizi esir ederler. Hem dinlemek , hem de cevap vermek zorundasınızdır. "Hayır,  teşekkür ederim , ilgilenmiyorum " desenizde asla ilkinde kabul etmezler. Biraz tatlı sert çıkana kadar da ısrara devam ederler. Bir de derler ya " bıdı bıdı bıdı anlatıp anlatıp işleminizi gerçekleştirdim. Onaylıyor munuz ?"  Yanlışlıkla dinlemeden "evet" dersen gitti. Neyse bu böyle uzayıp gider zaten... 
 
Geçenlerde böyle bir görüşme için D-Smart'tan eşimi aramışlar. Kısa sürer diye dinlemeyi kabul etmiş ama kız anlattıkça anlatmış. Bizimkisi bunalmış tabii " Biz televizyonla ilgilenmiyoruz" demiş ama kız pek ikna olmamış , hala bilgi vermeye devam etmiş. Artık o kadar uzatmış ki sonunda eşim dayanamamış " Hanımefendi anlatamıyorum galiba , biz televizyon seyretmiyoruz. Evimde 1990 yılından kalma , 37 ekran bir TV var. D-Smart istemiyorum  " demiş.  
 
Kısa bir sessizlik olmuş , sonra " İyi günler" demiş , kapatmış telefonu. Eminim kız şoka girmiştir ama bizimkisi de gülmekten şoka girmiş :)) Bu kadarda ısrarcı olunmaz ki ama . Ben istesem yolumu bulamam mı ?

2 Ekim 2012 Salı

Tutun ellerimden...

Bugünü Ümit Sayın günü ilan ediyorum. Hem dinleniyorum hemde en sevdiğim şarkılarını dinliyorum. Sürekli hemde sürekli... Arada eşlik ediyorum ama detone olunca hemen susuyorum. Ustaya ayıp olmasın diye :) 
 
Sevdiğim parçalarını bloga ekledim. Aslında bütün şarkılarını çok seviyorum ama şimdilik bu kadar yeter . Seviyorsanız " İyi dinlemeler" dilerim ama sevmiyorsanız Mİxpodu veya blogu kapatabilirsiniz . Ben dinlerim hemde hiç sıkılmadan...

Karışır hüzünlenirim sen aldırma ...

heyy sen !!

Heyy senn !! Bir türlü adam olamadın gitti. Olamadığın gibi kırdığın kalplerin , dengesiz ve düşüncesiz sözlerinin de haddi hesabı kalmadı. Karşındaki insana , insan gibi davranmayı öğrenemedin. Sözünü dinletmek için de kullandığın ceza yöntemleri çok ilkel. Korkup sessiz kalıp boyun eğeceğimizi sanıyorsun herhalde.  Ama az kaldı , gerçekten çok az kaldı. Zaten herkesi karşına aldın, millet sabrediyor.

O kadar kişide anlayışsızlık problemi olmadığına göre dönüp kendine bakma zamanı geldi de geçiyor diye düşünüyorum. Mantıksızlıklarında ısrarcı olman , hiç kimseyi dinlememen , söz hakkı bile tanımaman , olumlu hiç bir düşünceye açık olmaman karşıt görüşü çocukça bahanelerle savunman , önemsememen , üstüne üstlük azarlaman !!! aşağılaman çekilecek iş değil. Kimsin ki sen ? Huzurlu ortamımızı  bozdun. Ve birileri zarar gördükçede sen mutlu oldun . Nasıl bir insanlıktır bu ? 
 
Çalışanına değer verirsen , onlara mutlu bir çalışma ortamı oluşturursan , sürekli problem çıkartmazsan , hoşgörü gösterip her taşın altında art niyet aramazsan , fikirlere açık olup biraz dinlersen herkes seni severde sayar da...Yoksa bu böyle olmaz.

26 Eylül 2012 Çarşamba

İlhamdır o ...

" Neydi , neydi  " diye kara kara düşünüp duruyorum. Çoğu zaman yaşadığım bir durumdur aslında ama hala akıllanamadım gitti. Gün içinde ya yaşadığım ya da yaşanmış bazı şeylerden paylaşmak istediklerim oluyor. 
 
Eve gider gitmez hemen yazıp paylaşmalıyım diye düşünüyorum. Hatta cümlelerimi kafamda kurup , o an bulunduğum ortamdan kısa bir süreliğine koptuğum bile oluyor. Ama sonuç  kocaman bir SIFIR. Daha sonra ne o konuyu hatırlıyorum , ne cümleleri , ne de ipucu olacak bir kelimeyi...
 
Eeee nereye gitti bütün düşündüklerim , balon olup uçtu mu yani ? Nasıl birşey bu ? İlham dedikleri şey bu mu ? Hani geldi , gitti dedikleri şey :) Sanmıyorum. Yoksa giden yaş mıdır unutkanlığı da beraberinde getiren bilemedim. İlhamdır o ilham değil mi ? :)))
 
Bundan sonra bazı şeyleri telefonuma kaydetmeyi düşünüyorum. En azından ipucu olacak birkaç kelimeyi ..."Asla unutmam" dediğim neleri unuttum ben böyle...

24 Eylül 2012 Pazartesi

Nakavt durumları ...

Sonbahar yaprakları nasıl dökülürse , bende aynen öyle dökülüyorum. Vücudumdaki her bir kasın ağrıdığını hissediyorum. Ne kolum kalkıyor , ne başım. Enerjim tükenmiş gibi ve sürekli uyumak yine uyumak istiyorum.
 
Daha mevsim başı yakaladık mikrobu bir yerlerden. Havaların bir sıcak bir serin gitmesi , gece-gündüz arasındaki farklılıkların başlaması  , okulların açılmasıyla da farketmeden bir toz bulutu ve sürekli kalabalık içinde bulunmak , birden bedene yüklenen aşırı yorgunluk derken nakavt durumlarındayım.
 
O yüzden daha fazla yazamayacağım . İlaçlarımı içtim , battaniyeme sarıldım  uyumak istiyorum...

21 Eylül 2012 Cuma

Eski arayüz aranıyor !!!

Zaten daha öncede denemiş ve sevmemiştim. Birkaç gündür bloga bakmadığım için  de , yeni arayüze tam olarak ne zaman geçildiğini bilmiyorum. Sürekli çıkan uyarıyı görsemde , nasıl olsa eskisi gibi bir geçiş vardır diye düşündüğümden önemsememiştim. 
 
Meğer yanılmışım , eski arayüzü çoktann yemişler bile. Ayarlar kısmına baktığımda  bu kez "Eski Blogger arayüzü " gibi bir seçenek görünmüyordu . Çok can sıkıcı...
 
Şimdi nasıl alışacağız buna ? Gerçekten yok mudur bir yolu , yorda mı? Yeniliklere açık biri olsam da , bu konuda eski kafalı olduğumu kabul ediyorum. Çünkü bazı konulardaki alışkanlıklarımı değiştirmekten hoşlanmıyorum ama özelliklede değiştirmek zorunda bırakılmaktan hoşlanmıyorum. Seçme hakkım olmalı...Eski arayüz aranıyorrrr....

17 Eylül 2012 Pazartesi

Duydunuz zilin sesini...

Saat 08:00 itibarıyla tüm öğrenciler ve öğretmenler okullarında hazır bulunup , açılış töreniyle yeni eğitim öğretim yılına başlamış olacak. Zaten bu yazı yayına girdiği sıralarda bende okulda olacağım...
 
Ama ilk 1 haftanın , neredeyse bütün yurtta kargaşa ve curcuna içerisinde geçeceğini biliyorum. Son haftalara kalan sınıf taşıma işleri ve bir takım düzenlemeler hala yetiştirilememişti . Neden bu 2 aylık süreçte yapılmaz ki böyle şeyler , anlamış değilim. Kırma , dökme , boyama , taşıma işi çoktannn bitmiş olmalıydı. Hatta pek çok yerde de sınıflar 2 'ye bölünmüş , bahçelere derme çatma ek sınıflar inşa edilmiş. Hale bakın ,  gelişme olacağına binalarda son teknoloji ile eğitim öğretim vermemiz gerekirken , gerilemeye bakın...Alt yapısız , gece kondu misali eğitim... 
 
Bugün yeni öğrenclerin sınıfları belli olacak , ders programları dağıtılacak ve belkide en az 3-4 kez değişecek , seçmeli dersler için sınıflar ayarlanıp , geliş gidiş saatleri belirlenecek . Sabah güneş doğmadan mı gelecekler , yoksa akşam güneş batınca eve yatmaya mı gelecekler belli değil...Her iki durum hem veli için , hem çocuk için oldukça rahatsızlık verici... Bunların oluşturacağı sorunlara , getirilecek çözümler neler olacak merak içindeyim.
 
Neyse duydunuz zilin sesini ve ders başladı :) Tekrardan herkese hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim.

16 Eylül 2012 Pazar

NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE !


Ve bugün işte son gün. Yarın sabah saat 07:50 itibarıyla zil çalacak ve ders başlayacak. Sancılı bir yıl olacak bu belli ama dilerim ki kanayan bir yara haline gelmesin. Mini mini bebelerimiz okulla tanıştılar bile. Ama ilk günlerden başlayan sıkıntılar , bu işin pek de anlatıldığı gibi kolay olmayacağının bir göstergesi.

Sevgili anneler-babalar çocuklarınız oyuna doymadan lütfen onları okula göndermeyin ! Onları başınızdan savmaya çalışmayın !  58-60 aylıklar için bile dilekçeler verip canlarınızı ateşe atmayın !!! Nasıl olsa öğrenecekler ama bırakın zamanında öğrensinler. Ne olur acele etmeyin !!! 

Bu arada tüm öğretmenlerin ve öğrencilerin yeni eğitim öğretim yılını kutlar , hayırlı , başarılı ve huzur içinde geçirmesini dilerim. Ve son olarak da ;

Ey Büyük ATATÜRK ! , açtığın yolda , gösterdiğin hedefe  hiç durmadan yürüyeceğime ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun. " NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! " demek istiyorum.

15 Eylül 2012 Cumartesi

Hayat kulemiz yıkılırsa...

Dünden umutluydum ve neyseki herşey yoluna girdi . İçim biraz daha rahat ama yine de bencillik etmek istemiyorum . Aynı durumda olan o kadar çok arkadaşım var ki , benimle aynı duyguları paylaşıyorlar. Üzgün, mutsuz ve isteksizler... Kiminin ki çözülebiliyorken , kiminin ki çaresiz kalıyor. Ve ister istemez sisteme boyun eğmek , mutsuz bir şekilde göreve devam etmek zorunda kalıyorlar.
 
Bir insan hayatını öyle bir düzene koyar ki , evini , ailesini , çocuğunu , okulunu ve daha düşünülmesi gereken pek çok ayrıntıyı aynı anda hesaplayarak , herşeyi buna göre organize eder. Ama aradan öyle bir taş çekilir ki , özenle yaptığın hayat kulesi bir anda yıkılır , enkazın altında kalırsın. Ve hiç kimse sorumluluğu üstlenmez. O taş çekilmiştir ve kule yeniden yapılandırılacaktır. Artık nasıl yaparsan yap !!! Nerede kaldı bunun insani yanı ? Maalesef yok , böyle bir ayrıntı düşünülmemiştir bile. Verilen bir emirdir, birilerinin işi görülürken birileri de ceza çekecektir. Yani ya yapılacaktır , ya yapılacaktır... 
 
Bu şartlarda hangi birini düşünürsün ? İşini mi , aileni mi , geçimini mi , çözümünü mü? Karmakarışık olur kalırsın. Sonra yapılan o işten verim bekle , güler yüz bekle. Mutsuz ediliyorsan mutlu etmenede imkan yok. Ve bence bunu başarabilenlerin sayısı çok azdır diye düşünüyorum. Ne olursa olsun içinde bulunduğun psikoloji , bir şekilde karşıya da yansıyacaktır. Zincirleme olarak mutsuz , umutsuz olacağımıza  , taaa baştan mutlu etmeli , umut vaad etmelidir insan ...
 
Yoksa çok mu karamsarım ?

13 Eylül 2012 Perşembe

Piyon değilim ben...

Mutsuzum , bütün heyecanımı kaybettim , umutsuzum. Böyle mi başlamalıyım yepyeni bir döneme ? Böyle mi ? Bir anda hayata küstürdünüz , paramparça ettiniz beni. Ben sisteminizin eksikliklerinizi giderecek bir piyon değilim. Oradan oraya oynamanıza da elimden geldiğince izin vermeyeceğim...
 
Sistemin cezasını çekemem ben. Açıklarınızı ben kapatamam. Herşeyi baştan düşünüp çok önceden tedbirinizi almanız gerekirdi. Bana mı sordunuz ? Görev bekleyen yüzlerce, binlerce aday varken , neden mevcut olanları huzursuz ediyorsunuz ki ?  İşte size fırsat...Alın yenilerini. Ama neymiş ? Gerekesiz yere " ücretlendirme" yapmayalımmışşş. Suyunun suyunu çıkaracaklar ya...
 
Bunlarda "sistemin cilveleri" şeklinde diyerek düşünmek istemiyorum. Ne bu sistemi ben istedim , ne de parçası olmak istiyorum. Her zaman üzerime düşenin en iyisini yapmaya çalıştım , yapacağım da . Ama huzurlu olduğum , mutlu olduğum yerde. Dokunmayın istifa ederim...

12 Eylül 2012 Çarşamba

Çöp oda operasyonu...


Bu işler bu zamana bırakılır mıydı bilemem ama tembelliğime denk geldiği kesin. Küçük beyin odasındaki tüm çekmeceler , dolaplar boşaltılıp yeni döneme hazır hale getirildi. Getirildi ama yaşanan kriz anlarını hatırlamak bile istemiyorum. Ne varsa toplanmış , tıkıştırılmış , atsan attırmaz , kalsa işe yaramaz . Aslında bir kibritlik işimiz vardı ya neyse ...

Öyle bir an geldi ki  , odada her yer kağıtlardan , dosyalardan , kitaplardan , saçma sapan işe yaramaz parçalardan geçilmez bir hale geldi. Bende ortalarında öylece kalakaldım , dört bir yanım çöplük oldu. Meğer çöp ev olmuşuz da , haberimiz yokmuş.
 
Yine de , " Belkiiii lazım olur " diyerek geri aldığımız şeyler oldu . Buna rağmen 2 koca poşet çöp ve 2 koca poşette geri dönüşüme gidecek bir şeyler ayırdık. Artık dolaplarımız hazır ve yenilerini bekliyor. 1 yıl sonra yeni bir çöp oda operasyonunda daha görüşmek üzere toplu odalar , düzenli dolaplar dilerim...
 

8 Eylül 2012 Cumartesi

" O an" lar...

Aylarca yaraları sarılmaya çalışıldı , yok şöyle yardım gitti , yok böyle yardım gitti. Programlar yapıldı , kampanyalar yapıldı derken elbetteki birilerine yardım ulaştı ama çoğu yalanmış maalesef. Depremi yaşayan birinin anlatımları bunlar. Gözlerim yaşlı ,boğazım düğümlü dinledim. Vicdansız insanları bir kez daha anlayamayarak...
 
Kamyon kamyon , koli koli  yardımlar gitmişti. Tek bir noktada toplanan , belkide de çoğu yollarda yağmalanan. Bir bölümüne yardım ulaşmıştı belki ama inanın yinede çok muhtaç olanlara değil. Amcası , dayısı olanlara daha çok . Ama çoğuda bir hiç yoluna... İşte bu nokta içimi yakan...
 
4 yıl birlikte görev yaptığım arkadaşım , 2 günlüğüne misafirim oldu . Deprem zamanı kendisine güçlükle ulaşabilmiş , hayatta olduklarına sevinmiştik. İyiylerdi çok şükür ama psikolojileri için aynı şeyi söyleyemem. "Büyük bir gürültüyle dakilarca sallandık , o an elektrikler kesildi . Nasıl çıktık , nasıl oldu farkında bile değilim ama kapıda bulduk kendimizi . Ortalık toz dumandan görünmüyordu , her yer yıkıntı , duyulan tek ses ise çığlıklar , feryatlar..." Evleri yıkılmamıştı ,ağır hasarlıydı. Ama aile mecburen parçalandı , çocuklar ve eşi güvenlik için kendi ailesinin yanına gönderildi. Eğitimlerine geçici bir süre başka bir ilde devam etti çocuklar. Kendiside kısa bir süre sonra Van 'a geri dönmek zorunda kaldı. "Çok zor günler yaşadım. Tarifi mümkün değil " dedi . Anlatırken bile o acıyı görmek , hissetmek mümkündü."Aylarca yemek ve yardım dağıtımında görev yaptım.  O insanların yaşadıkları anlatılmaz, yemekler az geldi kavgaları ve bitmeyen kuyruklar..." dedi. Bazılarına çadır ve özellikle incecik yazlık çadır !! vermişler, bazılarına plastik konteynerler. Isıtılması imkansız, buz gibi...Yere basmanın imkanı yok. Soğuk içine işliyor. Ne battaniye , ne kalın giysiler faydasız. "Isınmak için mecburen elektrik tellerine çengel atarak elektrik kullanıyorduk " dedi. "Çünkü yok , başka yolu yokkk. Ya soğuktan donacağız -ki pek kişide böyle hayatını kaybetti- ya da böyle elektrik kullanacağız. Depremde ölen kurtuldu aslında , kalanlar her gün  öldü " dedi. 
 
"Bazen aç kaldık , bir ekmek dahi bulamadığım anlar oldu. Bulsam bile , elinde ekmekle dolaşmak çok tehlikeliydi. Elinden kapıp kaçmaları , zarar vermeleri bile an meselesi , herkes aç çünkü. Geceleri soğuktan uyuyamıyorduk , pet şişelere sıcak su doldurup sağımıza solumuza ,ayağımıza koyup öyle yatıyorduk. Ama hiçbir şeyin faydası yoktu. " Sesi titriyordu anlatırken.
 
Hani yardımların toplantığı tek bir noktalardan bahsetmiştim yazımın başında . İşte buralarda o vicdansızların yaptığı herşey canımı daha da acıttı. Gelen yardımlar yığılmış , işe yarayanlar , yaramayanlar ayrılmış. " Günlerce o bölgelerde hiç bitmeyen dumanlar oldu nededi bilinmeyen " dedi. Meğer öncelikle işe yarayanları kendilerine alıp ,diğerlerini ateşe vermişler. Belkide pek çok kişinin işine yarayacak ,can kurtaracak şeyleri. Söylecek söz bulamıyorum . Nasıl insanlarımız var , kalpsiz mi beyinsiz mi bilemiyorum. Hatta insan mı onu da bilemiyorum. Bir daha asla inanmam böyle kampanyalara . Perişan kısım değildi kamerelara yansıyan , kalkındırılan kısımlardı.İmkanı olan herkes elden yardım yapmalı , başka yolu yok...

7 Eylül 2012 Cuma

Mümkünse yok et !!!

Bıyık altından homur homur bir şeyler anlatıyorsunuz ama hiç birisini anlamıyorum. Hatta hiç kimse anlamıyor. Alt yapısız , hazırlıksız , dinleticilikten tamamen uzak ve sıkıcı yapılan bir işten bu kadarının çıkması bile mucize ya neyse..

Anladığım kadarıda alakasız örneklerle dolu. Bir çoğu zaten yapmakta olduğumuz şeylerden oluşurken , bir çoğuda gerçek hayatla uyuşmayan şeyler. Yani tamamen kitap cümlelerinden oluşmuş , kalıplaşmış şeyler. Bazı şeylerin uygulamada farklı olabileceğini kestiremiyor musunuz ? Bunu "böyle yap" demek çok kolay gibi görünsede , öyle olmayacağını anlayamıyor musunuz? 

Sözde herşeyin iyisini siz biliyorsunuz , biz hiçbir şey bilmiyoruz. İşimizi bize öğretiyorsunuz ama daha iletişim kurmayı bile beceremiyorsunuz. Becebildiğiniz tek şey aşağılamak , ezmek , sindirmek , değersiz kılmak ve mümkünse yok etmek...

İşletin bakalım , hadi hayırlısı...

1 Eylül 2012 Cumartesi

Vakit tamam...

Zaman hızla akıp gitti de yine anlayamadan iş başı yapma zamanı geldi. Çok değil , 2 gün sonra yani Pazartesi günü ilk sendromumu yaşayacağım . Ama bugün daha Cumartesi ve ben şimdiden erken sendrom yaşıyorum , gerginim...
 
Daha Pazartesi olmadan , ne çok iş çıktı . Nasıl yetişecek bilmem. Ama iş demek , düzen geri geliyor demek , herşey saatli , planlı programlı olacak demek . Öyle 11 'lere kadar uyumak , yatak keyfi yapmak , öğlende kahvaltı yapmak filan bitti gitti. 
 
Birde yeni yeni sürprizlerin!!  bizi beklemesinden endişeliyim. Ve öyle sanıyorum ki , bazı şeyleri yaşayarak göreceğiz. Öyle kulaktan dolma , okunan , yazılan , çizilen herşeyin  gerçek yüzü ortaya çıkacak. Umarım çok üzülmeyiz. Çünkü her şekilde üzüleceğiz farkındayım ama dilerim fazlası olmasın...
 
 

31 Ağustos 2012 Cuma

Görüntü : Parçalı bulutlu...

Boşuna dememişler " Öfkeyle kalkan zararla oturur " diye. Bende öfkem yüzünden zarara sebep olduğumdan hiç sesimi çıkaramadım. Normal şartlarda ortalığı yıkardım ama ...
(Bak hâlâ öfkeden bahsediyorum...)
 
Hani bazen öyle sinirleniriz , öyle sinirleniriz ki , gözümüz hiç bir şeyi görmez. O an herşey üst üste gelir , hiçbir şeyi sıraya koyamaz ,  çözemezsin. Gerilirsin , daralırsın , herşey ama herşey rahatsız eder. En basit şeyler bile öyle bir anda dağ oluverir gözünde. İşte öyle bir andaydım sanırım ve elimde ne olduğuna bakmadan , düşünmeden fırlattım yere .
 
Paramparça yaptım telefonumun camını. Çalışmaya çalışıyor mu evet çalışıyor ama görüntü parçalı bulutlu . Aferin bana değil mi ?

30 Ağustos 2012 Perşembe

30 Ağustos için doodle nerede ?

Google 'ın özel günler için hazırladığı özel doodle'lar herkes tarafından beğenilirken bugüne özel bir doodle yapılmaması oldukça üzücü...
Başka bir arama motoru olan Yandex 'e de bu özel logosundan dolayı teşekkürler...

22 Ağustos 2012 Çarşamba

"Danışmanlık"mış!

Artık zaman teknoloji zamanı. Baksanıza cep telefonuna mesaj atarak "Danışmanlık " hizmeti de vermeye başlamışlar.  Heyytt be, ben bu teknolojinin tuşlarını seveyim hani gözü yok ya ondan... Bu da yeni kandırmaca kampanyası olsa gerek...

"Kredi kartı borcunuz mu var? Arayın hemen ödeyelim 12 aya kadar bölelim"  gibi gibi.... Gerisini okumadım bile sildim gitti.  Ama internete baktım var böyle bir adres. Açık açık yazmışlar ancak güvenilirliğinin olduğunu sanmıyorum.

Kredi kartı borcun varsa güvendiğin bankayla çalışıyorsundur. Ödemelerinde de sorun çıkartmıyorsan  gereken kolaylığıda banka zaten yapıyordur. Bu yüzden başka bir aracıya gerek yok. Çok mu sıkıntıdasın? Bence yine de danışman bir şirkete gerek yok .Güvenilir başka bir yol bulmak mümkün diye düşünüyorum. Yok öyle danışmayalım kimseye filan kalsın ...

19 Ağustos 2012 Pazar

DayatMA !!!

Sevmiyorum dayatmaları hatta sinir oluyorum. Birisi demeye görsün " bu adettendir,  buymuş , şuymuş , ayıpmış " yok kardeşim ben adet filan bilmem , bilmek de istemiyorum. Ayıpsa ayıp bu da benim ayıbım kime ne ? 

Herkes bazı şeyleri yapıyor diye bende yapmak ve bunu sürdürmek zorunda değilim. İstemiyorum işte bu kadar. Sırf adet diye , birileri laf söylemesin diye ben istemediğim şeyleri yaparak kendimi gereceksem birazda başkaları gerilsin. Mesela arkamdan dedikodumu yapsınlarr "aay ayy ne ayıppp , gelmedi , gitmedi , aramadı , sormadı gibi gibi gibi örnekler çoğaltılabilir.

Paşa gönülleri bilir . HİÇ KİMSE , BİRİLERİ BAZI ŞEYLERİ İSTİYOR DİYE BİR ŞEYLERİ ZORLA !! YAPMAK ZORUNDA DEĞİLDİR. İÇİNDEN GELİYORSA YAPARSIN , GELMİYORSA YAPMAZSIN BUDUR...

16 Ağustos 2012 Perşembe

Ruhum sana söylüyorum !

Heyyy ruhumm sana söylüyorum. Kendine gel... Ne o daralmalar , nefes alamamalar, uykusuzluklar filan. Tamam, bazı şeylere çok sıkılmış ve takılmış olabilirsin ama takılmamak gerektiğini sen de biliyorsun!!!  Öğren artık bazı şeyleri olduğu gibi kabul etmeyi. Anlayamadığım şey şu, her şeyi öğrenmeye can atarsında , bu noktada neden kilit olursun onu anlamam... Biliyorsun işte , bir şeyin  üzerine düşüp önemsedikçe daha çok üzüldüğünü. Sonrada çekip gitmek istemeler filan hepsi boşuna...

O yüzden  bazı şeyleri hiç olmamış ve hiç yaşamamış gibi  kabul etmek gerekiyor. Hayal işte diyerek geçmek gerekiyor . Her ne kadar işin aslı öyle olmasa bile. Yani bir şeyler konuşuluyorsa ve en önemlisi çözüm bulunuyorsa her şekilde o sözlerin arkasında durmak gerektiğini düşünüyorum. Ben duruyorum ama durmayana bunu anlatamıyorum işte . Sonradan düşünüp , "haklısın" dese de sonuçta değişen bir şey olmuyor . Tek başına haklı olmak bir işe yaramıyor... 

En güzeli ben bir şey görmedim , duymadım , söylemedim demek , salağı oynamak belkide. Aksi halde yıpranan yine sen oluyorsun. Biraz hassasiyet lütfen... Bak biraz diyorum birazzz....

13 Ağustos 2012 Pazartesi

İDOBÜS' ün ayıbı...

Pazar günü saat 19:00 'da İdobüs'ün Kabataş- Güzelyalı (Bursa) yolcuları haber verilmeksizin 1,5 saat mağdur edildi. Bilet satışı sırasında uyarılsaydık durum daha farklı olabilirdi ama söz edilmedi bile. Daha sonra bilgilendirme anonsuyla Yenikapı'dan aktarma yapılacağı belirtildi. Herkes sandı ki , Yenikapı'da bekleyen feribota binip hemen yola devam edilecek ve sadece 10-15 dk kadar bir gecikme söz konusu olacak ve bu da sorun olmayacak. Zaten olmazdı da !!!

Ama durum sanıldığından çok farklıydı. Bir çok insanın planı programı olabileceği düşünülmeden sadece yetkililer istedi diye , maddi çıkarlar gözetilerek , hasta mı var , yaşlı mı , çocuklu mu, oruçlu mu , işi mi var yoksa tekrar yola mı çıkacak diye düşünmeden! , hiç umursamadan bir sonraki feribota bindirilme kararı alınmış. Çünkü onlar için 1.5 saatlik bir zamanda kaybedilecek mazot , bu kadar insanı mağdur edip , zamanını çalmak ve güvenini sarsarak kolaylıkla telafi edilebilir. 20:30 feribotu yeterince dolmadığı için , zararıda göze alamadıkları için zorla bu feribota yönlendirildik. Gerekçe olarak "hava muhalefeti " sunuldu. Yeterince inandırıcı değildi çünkü saat 17:00 ve 18:00 seferleri ve ayrıca 19:30' daki Yalova seferi sorunsuz kalkmıştı. Ayrıca o saatlerde havada , denizde gayet iyiydi. Kışın çok daha kötü hava şartlarında sallana sallana , insanların içi dışı çıka çıka defalarca yola çıkan feribot , saatlerce önce yağmış yağmura yenik mi düşmüştü yani. Olacak şey miydi bu ??? Aslında yapılabilseydi , herkes biletini iptal etseydi , parasını geri alıp o feribota binmeseydi , zarar nasıl ediliyormuş gösterilseydi . Ama bu daha çok zaman kaybı demek olduğundan zor. Birde nasıl olsa mecbur gidilecek ya buna güveniyorlar...

Doğal olarak herkes memnuniyetsizliğini bir şekilde dile getirdi. Tartışmalar , bağırmalar çağırmalar derken dilekçeler yazıldı , imzalar atıldı , hararetli konuşmalar kayda alındı gibi gibi...Ama tüm bunları dikkate alırlar mı yoksa yine bildiklerini mi okurlar , bilemem. Ayıp üstüne ayıp , büyük kayıptır unutmamak lazım diye düşünüyorum...Tam yetkili olduklarını söyleyen görevliler zaman zaman sakin görünmeye çalışsalarda "bu benim sorumluluğumda değil" diyerek topu bir üstlerine attılar ama üstlerden ne gelen vardı , ne de bir ses. Sürekli yapılan telefon görüşmeleriyle saçma sapan açıklamalarla oyalandık , durduk.

Oysaki yapılan bu ayıbın kabul edilmesi ve telafi edilmesi gerekiyordu. Bir kişi gelipte özür bile dilemedi . Neymiş isterlerse seferi iptal etme yetkileri varmış. Elbette vardır ama gerekçe geçerli olmalı. Olmayan hava muhalefeti gerekçe olarak gösterilmemeli. Madem ki , bu işin altından kalkamıyorsun , sefer sayını azaltacak ve insanları mağdur etmeyeceksin. Zaman önemli bir faktör ve herkes planını programını ona göre yapıyor.  

Bu insanlara bir özür borcun var İDOBÜS. Eğer bugün varlığını sürdürebiliyorsan unutma ki bu kadar insanın sana olan güveni nedeniyle varsın. Dilerim tekrarlanmaz ve başka insanlarda mağdur edilmez. ÖZÜR DİLEMEYİ UNUTMA !!!