Programa pazartesi başladım ve herşey yolunda gidiyor. Hatta daha bir düzenli yiyebildiğim için , mutluluk bile duyuyorum. Aç kalmama hiç fırsat kalmadan , yeni bir öğün başlıyor ve zaman anlamadan geçiyor.29 Nisan 2009 Çarşamba
Herşey yolunda ...
Programa pazartesi başladım ve herşey yolunda gidiyor. Hatta daha bir düzenli yiyebildiğim için , mutluluk bile duyuyorum. Aç kalmama hiç fırsat kalmadan , yeni bir öğün başlıyor ve zaman anlamadan geçiyor.27 Nisan 2009 Pazartesi
Hani her pazartesi başlar ya...
Evet “Her pazartesi başlar” dedim . Çünkü çoğumuz biraz kilo alınca , “Pazartesi günü hemen diyete başlıyorum” deriz. Ve o gün niye pazartesi olmak zorundadır , o da ayrı bir konu tabii. Diğer günler rahatça yemek yiyebilmek için bahanedir aslında. Belkide haftanın başı , ayın başı , yeni başlangıçların başı gibi düşündüğümüzden…
Doktora gittiğim zamanlarda , her hafta yeni bir program uyguluyorduk . Bu program , tamamen benim yemek istediklerimle şekilleniyordu. Börekse börek , pastaysa pasta , kek ise kek mutlaka veriyordu. Dedim ya kısıtlama yoktu. Büyük bölümü sebze ve meyve ağırlıklı olup , ara öğünlere önem veriliyordu. Amaç metabolizmayı hızlandırmak ve vucüttaki depolanmış yağları yakmaktı. Hatta yeri geliyordu , listeden yiyemediklerim bile oluyordu. Ama her tatlı ya da istediğim bir şeyin zamanı geldiğinde , o an şölen havasında geçiyordu. Tek sıkıntım başkalarının “aman canımmm bugün de ye , bi günden bişey olmaz , akşama az yersin ” sözleriydi. Takmadım , gerektiğinde yemeğimi yanımda taşıdım. Önemli olan kararlılığı devam ettirmekti. Çok ender kaçamakları da not ederek , gelecek haftadaki programla dengelemeye çalıştık. Ortalama olarak haftada 1 kg vererek yavaş ama kalıcı bir programla 4 - 5 ay gibi bir zamanda hedeflediğim kiloya ulaştım. Taaa ki ben , zaman içinde alışkanlıklarımı değiştirinceye kadar. Ve sonra herşey sil baştan oldu. İşte o program , bugün yine başladı... Var mı başka başlamak isteyen ?25 Nisan 2009 Cumartesi
Korkuyorum anneee...
Canım mı sıkılıyordu , al sana işte böyle sıkıntı giderilir diye kulağım çekildi. Sadece kulak olsa yine iyi . Tüm kanım , bedenim , herşeyim çekildi. Bir anda ne olduğunu anlamadan çığlıklar atarken buldum kendimi . Aman Allahım ne yapmalıyım ? Beynim döndü. Doğru dürüst düşünemiyorum ki . Dur özii dur sakin olmalısın dedim . 1-2-3- derin nefes ... Ama olmuyor ki elim ayağım titriyor. Ağlamaktan konuşamıyorum bile. -“Tamam canım , tamam bi tanem şimdi halledicez. Dur ne olur ağlama. Nerde bu telefon şimdi ? Kahretsin , nerde bu çanta . Kimi aracaktım ben ? Doktor arkadaşımı . Hah tamam , buldum” Titreyen elle numarayı bulmaya çalıştıkça, numaralar daha da karıştı. Saniyeler , saat gibi geldi. Numarayı buldum , ara tuşuna bastım . Evet , çalıyor , çalıyor açıldııı tamam. “Merhaba Yaşarrr , müsait misin ? Ege 3 tane minik mıknatıs yuttu ne yapıcazzz? Bişey söyle ne olurrr?” , “Dur sakin ol , panik yapma! Hemen su içirip kusturmaya çalış , 5 dk . sonra tekrar konuşalım”
O arada Ege ağlar , ben ağlar , “Anneciğim ben şimdi ölücek miyim anneee...” diye ,
“Kusamam anneee , kusamammmm , kusamazsam karnımı mı kesiceklerr , çok korkuyorummmm anneee”. O böyle ağladıkça ben daha çok kendimi kaybettim . Ve tabiki kusamadan , doğru hastaneye acil servise gittik. Röntgen çekildi ve birbirine yapışmış 3 minik mıknatıs göründü. Mideye inmiş bile. Eğer yemek borusuna yapışsaymış yara açarmış. Ve çok şükür ki , midede olduğu için artık tehlikeli olmadığı , sadece ufak bir bağırsak yolculuğuna çıkacağı söylenince içim rahatladı. Şimdi bişeyde boncuk arar gibi mıknatıs aramaya başlayacağız.
24 Nisan 2009 Cuma
Canım sıkılıyor...
Nedir bu "can sıkıntısı" dediğimiz , canımızı sıkan şey ? Küçücük çocuktan tutun da , en yetişkinimize kadar hepimizin dilinden düşürmediği "off canım sıkılıyor" sözü . Yapılacak o kadar çok şey varken , hiç birşey yapmak istememek , oturup , surat asmak , bir de üstüne üstlük canım sıkılıyor demek. Alışkanlık olmuş belki de ... Peki kim giderecek bu can sıkıntısını ? Ya da ne ? Anne , baba , eş , arkadaş , çocuk her kim olursa olsun , bu sıkıntıyı gidermek için çırpınışa geçse de , nafile , geçer mi ? Geçmez. Biz istemedikçe geçmez tabii.
Vardır elbet , kafamızda derinlerde kurcalanan bir şeyler , gün yüzüne çıkmamış , üzeri örtülü yaşayan. Belki buna sıkılırız. Ama farkına varmayız. Belki de bir an , çevremizde en sevdiklerimiz olsa bile , yalnızlık hissederiz . En kötüsü de budur demiştik ama zaman zaman bu çıkmaza girdiğimiz olmaz mı ? Benim olur . Herkesin deli gibi çırpınışını göz göre göre hiçe sayarak , kapanırım içime . Yalnızlığı ve sakinliği sevdiğimden belkide...
Bugün de böyle oldum galiba. Oysaki pek çok kişi işinin başındayken , ben evimdeyim , tatildeyim. Ama öyle değil işte. Yapılacak bir sürü ev işi , okul işi var ama başlayamıyorum , neden ? Çünkü canım sıkılıyor. Belki de biraz hastayım , boğulur gibi öksürüyorum , ona canım sıkılıyor , boğazım acıyor , yutkunamıyorum , ona canım sıkılıyor , ilaç içiyorum uykum geliyor ama ben uyumak istemiyorum ona da canım sıkılıyor , hep kaybediyorum , oyun da oynayamıyorum ona canım sıkılıyor , bilgisayarla uğraşıyorum , bir süre sonra ona da canım sıkılıyor , hava güneşli ama soğuk ona canım sıkılıyor. Gürültü olsa ona sıkılıyor , sessizlik olsa ona sıkılıyor .
Aaaa anladım ben . Hani hep derler ya “sıkı can iyidir , kolay kolay çıkmaz” anlaşıldı benim canım sopa yemek istiyor. Yok , yok onu da almiiim sonra canım acır yine sıkılırım offf off ....
23 Nisan 2009 Perşembe
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız...
“Atatürk bir ilkokula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardılar.Hepsi sevinç içinde O'nu alkışlıyordu. Yanlız küçük bir çocuk ; bir kenara çekilmiş, ilgisiz gibi duruyordu.Bu durum Atatürk'ün gözünden kaçmadı.Onu yanına çağırdı:22 Nisan 2009 Çarşamba
Sadece söyleniyordum ...
Neden yapmamam gereken bir şeyi yaparak ,kendimi sürekli üzüyorum . İnsanları anlamaya çalışmanın kolay olmadığını öğrendiğim halde , bile bile anlaşılmayanları neden hala anlamaya çalışıyorum? Peki , beni kimler anlasın ? O halde beni de hiç kimse ama hiç kimse anlamasın. İstemiyorum anlaşılmayı ... İstediğim tek şey , kendi içimde kaybolmak belki de ... Bu da yaptığım en iyi şeyler arasında. 20 Nisan 2009 Pazartesi
Otantik bir yer...
17 Nisan 2009 Cuma
İzindeyiz , daima seninleyiz...
Yüreğimin en güzel köşesinde yer alan , her gün , her saat karşımda duran , o derin mavi gözlerin sahibi O . Bazen gurur ve mutluluk dolu bakışınla geleceğe umutla bakarken , umudumuzu kaybettiğimiz zamanlarda yine o anlamlı bakışınla göz göze gelip , yılmıyoruz. Çünkü gücümüzü senden alıp , daima senin izinde olan çocukların ve geleceğin biziz diyoruz. Senle var olduk ve yola senle de devam edecek , o gurur dolu bakışların korkuya dönüşmesine izin vermeyecek , bize verdiğin emaneti , en güzel şekilde geleceğe taşıyacak bizler bunun için her gün ant içiyoruz. Çünkü biz Türk’üz diyoruz . Yeni nesillere sevgini , bilgini , ileri görüşünü , adaletini , insana verdiğin değeri anlatarak , seni her türlü yaşatıp , yaşayacağız. Bugünlerimizi yaşayabiliyorsak , sayende diyebiliyorsak , özgürlüğümüzün önemini de kavratacağız. Gözü kara , cahil insanlara geleceğimizi teslim edip , bu emanete asla zarar verdirmeyeceğiz.
.
Atatürk gittiği her yerde , az bir okula uğrarmış .Gençlerle ve öğretmenlerle konuşmak O’nun en büyük zevklerindenmiş. Yine bir gezisi sırasında , bir köy okulunun önünden geçerken arabasını durdurmuş ve yanındakilerle beraber okula sonra da sınıfa girmiş. Genç bir öğretmen ders veriyormuş. Atatürk’ü görünce hemen ayağa kalkıp , büyük bir heyecan ve sevgiyle yerini ve sözü O’na bırakmak istemiş. Atatürk:
-"Hayır. Yerinizde kalınız ve dersinize devam ediniz.Eğer izin verirseniz biz de dersinizi dinlemek ve bilginizden yararlanmak isteriz.Sınıftaki yerinizi ve sözünüzü almak kimsenin hakkı değildir.Sınıfa girdiği zaman Cumhurbaşkanı bile öğretmenden sonra gelir." demiş.
16 Nisan 2009 Perşembe
Anlatamadım galiba ?
Kısa ve net cümleler kullandığımız halde , neden anlatmak istediklerimizi , anlatmakta zorluk çekeriz ? Bir de , çok yabancı ifadeler kullanmışız gibi , boş boş insanın gözünün taa içine bakarlar . Sanki biri " Ne diyon annem sen ? " der gibi bakarken , diğeri de " Nasıl anlamıyorsun annem? " ifadesindedir. Anlamamak için sanki üstün bir çaba sarfederler. Yoksa anlatanda mıdır kabahat ? Bazen anlayamamak çok ilginçtir. Zaten herşeyi anlamak da mümkün değildir ya neyse. Kimisi uzun uzun cümleler kurar , işin özünü unutur , anlaşılmaz. Kimisi ne istediğini ifade edemez , çünkü kendi de bilmez . Kimisi herşeyi birbirine karıştırır , gerçekten anlatamaz. Kimisi gizemli gizemli anlatır , şifre çözmek durumunda kalır , parçaları bir araya getirene kadar çatlar durursun. Kimisi de bakışlarıyla anlatır. Anladın sen onu der gibi :) Bir de kaş göz işareti vardır “kalk ordan” ifadesi hani :P ama onun bu konuyla ilgisi yok . Sonuç olarak anlatılmak istenen her neyse anlatılır. Yeterki ne anlatmak istediğini bil . Bu arada ben ne anlatıyordum ?
** İstediğiniz sorudan cevaplamaya başlayabilirsiniz? Öğretmenim 1. soruyu yapamadım 2. soruya geçsem olur mu ?
** Oğlum bi koşuda git , şu fırından peynirli börek al gel tamam mı ? 5 dk. sonra gelir , masaya bir paket bırakır. Paket açılır ve ŞOK ! Paketten bir kalıp beyaz peynir çıkar. Ee börek nerde ? Börek bitmişti bende , peynir aldım ?!?! hııı çok güzellll , keşke yufka da alsaydın :))
** Oğlum topu , potaya atarken tek ayağının üzerinde sıçrayarak atacaksın . Sıra çocuğa geldiğinde sorar. Öğretmenim höplemeden yapsak olur mu ? Höplemeden ne demek oğlum ? Eee höpleemekkkk işte . Nasıl yani ?? Meğer hoplamak demek istemiş :)
15 Nisan 2009 Çarşamba
İtiraf ediyorum...
İtiraf ediyorum , ben kötü bir şey yaptım . Ne mi yaptım ? Öyle kötü bir şey ki ama nedense hep sonradan pişmanlık duyuyorum . Eylemi gerçekleştirirken en ufak bir vicdan azabı bile çekmiyorum. Düşünceli ama mutlu bir şekilde eylemi sonlandırıyorum . Gerçekten sonlandırıyorum hem de geriye hiçbir delil kalmayacak şekilde . Bütün kağıtlarını da toparlayıp çöpe atıyorum , sanki ben yapmamışım gibi. Peki ya neden dayanamıyorum ? Niye bu kadar çekici sanki ? Biliyorum aslında tek karşı koyamayan ben değilim . Benim gibiler öyle çok ki . Avunmalı mıyım yani ? Yok , yok suç filan yok ortada aslında. Sadece kocaman bir paket çikolata yedim , ne olmuş ? Yemeseydim iyiydi ama artık yedim gitti. Zaten dünde yemiştim , bugün de yedim , ohh misss , yarın yine yiyebilirim . Yoksa yemesem mi ? Du bakalım yarın olsun canım ne isterse onu yaparım. Artık içimdeki o sesi dinlemiyorum . Ona kalsa onu yeme , bunu yeme diye , beni açlıktan öldürecek , çaktım iki tane susturdum . Kızdı bana , " eeh ne halin varsa gör , yersen ye banane , ama sonra bana dırlanma !!!" dedi , anlaştık. En azından artık aklımda değil , olması gereken yerde. Harcanmayan kalori olarak depolanmaya gitti... Sadece biraz midem bulanıyor , hepsi bu ...
Smart çiçeğim...
Sevgili Belgin'ciğime ödülü için çok teşekkür ediyorum. Aslında inatla kaçtım bu tür şeylerden ama baktım ki Cadılar Kampına esir alınmışım bir kere ve kaçışı da yok :) Şimdi ben de şöyle bir akıllı iş yapmak istiyorum. Hiç ödül almamış olan ancak blog yazarak bu akıllı işlerimize katkıda bulunan arkadaşlarıma gönderiyorum.
*(Bonus)* Bahar Karları...
14 Nisan 2009 Salı
Patates, tavuk , makarna...
12 Nisan 2009 Pazar
Damarlarımdaki virüs....
Geçen gün farkettim de , 3 yıl olmuş bu oyunun hayatıma girişi. "Hayatıma girişi " diyorum çünkü gerçekten ailemin 4. bir üyesi gibi oldu. Geç keşfedilmiş bir mucize aslında. Keşke yıllar önce tanışabilme şansım olsaydı diye bazen üzülürüm. Şimdi ise oğlumun bu konuda şanslı olduğunu hissediyorum. Özellikle de çocukların zekâ gelişimi için çok önemliyken. Yine de hiç tanımamış olmaktansa , geç tanımış olmak bile çok güzel diyorum… Zaman zaman kızıp taşları oradan oraya atmak istesem de , aşırı hırsıma yenik düşüp ağlasam da , tamam bitti artık oynamıyorum desem de , uzun süre aynı seviyede kalıp hiç bir gelişme gösteremesem de , kısa süreli düşüşler yaşayıp , durgunluk dönemine girsemde seviyorum ben bu oyunu. Çünkü bambaşka bir tutku ! Bunu sadece o elektriği alan anlar, yoksa ben ne kadar anlatsam boş . Yani ilk görüşte aşk gibi bir şey. Kanına girdiyse bir kez , ne yaparsan yap kurtulamazsın.
İşte bu yüzden damarlarımda dolaşan bir virüs gibi hissediyorum. Bu virüs , taşsız ve tahtasız da asla beslenmiyor. Uzun süre oynamasam , o tahtaya , o taşa dokunamasam , inanılmaz özlüyorum. Özellikle de cam taşları... Ancak orjinal beyaz taşlar midye kabuğundan , siyahlar da volkan taşından yapılırken , tahtasıda Japonya'da yetişen kaya ağacının kurutulmasıyla yapılıyor . İşlemesindeki sanatsa çok özel . Ama bu orjinal takımları görmek pek mümkün değil. Bizlerde cam ve plastik takımlarla idare ediyoruz. 
Sonuç olarak , tahta üzerinde oynamak çok daha zevkli . Orada her şey daha net , konsantrasyon daha yüksek , daha ciddi oyunlar çıkartılabiliyor. Oyun sonrası yapılan yorumlarla , hatalar daha bir görülür olup , çeşitli olasılıklar üzerinde konuşulabiliyor. Hatta oynanmış bir oyunu yeniden dizmek bile mümkün . Yapılan hamleler hatırlanabiliyor. Çünkü her hamlenin amacı farklı . Bunların hepsi ayrı bir keyif. Hikaru no go 1
Yükleyen özii
9 Nisan 2009 Perşembe
Ruhunu özgür bırak!!!
Bu sabah yüzümün halini gören arkadaşım , bu haliyet-i ruhunu sevmedim, değiştirmek gerek. Ruhunu özgür bırak!!! , üzme kendini herşeye bu kadar” dedi. Ama bunu bir yapabilsem . Ruhumu kendime dar edip , günümü , herşeyi kendime zehir etmesem , zaten özgür olacağım ... Oysa dünden ne kadar keyifli bir haberle gelmiştim . Ama hep şunu düşünürüm , acaba bir şeye çok sevinince , sırada bizi bekleyen kötü bir şeylere de hazırlıklı mı olmalıyız? Oldukça uykusuz , huzursuz bir geceden sonra sabah gözümdeki yaş ile uyandım. Kötü bir rüyaydı aslında hepsi bu...Uyanınca da duramadım , sabahın ilk saatlerinde kendimi sahile attım . Yürüdüm , yürüdüm , derin derin nefes alıp , derse öyle girdim. Sadece bir rüyaydı ama kötü etkilenmiştim .Bir arkadaşımla tatsız bir tartışma içindeydim-ki tartışmayı asla sevmeyen bir insanım ,her zaman sakin yaklaşmaya çalışan , yardımcı olmaya çalışan biri ! Bir takım konuşmalarımızdan sonra bana dedi ki: “Sen güvenebileceğim biri değilsin" . Şaşırdım , kitlendim , çok ama çok üzüldüm . “Ben mi güvenilecek biri değilim , ben miii ? O halde beni yeterince tanımamışsın” dedim. Değer verdiğim , sevdiğim , güvendiğim bir arkadaşım bana böyle bir şeyi nasıl söylerdi ? Rüya bile olsa , sanki o an gerçekmiş gibi bunaldım , nefes alamadım. Herşey bir anda karardı. Sadece bakakaldım , suçlanacak hiç bir durumum olmamasına rağmen sadece yanlış anlaşılmaktan , belki de aşırı hassasiyetten suçlandım.
“Artık sana inanamam” dedi ve gitti , o yüzden ağlayarak uyanmışım , çok sıkılmışım hem de çokk...Yani bu bir rüya bile olsa , ruhumu yine özgür bırakamamışım…
8 Nisan 2009 Çarşamba
Dünden haber...
Dayanamadım ve sevincimi paylaşmak istedim. Dün sabah uykudan kalktığımdan beri tek bir şeye takılmıştım. Bu yüzden günün ilk yarısı kabus şeklinde geçirdim. Gayet dalgın , takıntılı bir şekilde gezindim , durdum... Ve dedim ki , bu iş bugün ya çözülmeli ya da başka bir yol bulunmalı. Yoksa başka türlü rahatlamayacaktım. Konu bizim turnuvamızın yaklaşıyor olması ve henüz hiç bir hazırlığa başlamamış olmamızdı. Çamlı Kahve , başka bir dünya…
Hafta sonu güneş , Çamlı Kahve'de battı. Buraların en güzel yeri olduğunu düşünüyorum. İnsana inanılmaz bir huzur veriyor. Gözünün alabildiğine deniz, manzara ve derin sessizlikle başbaşa kalmak istediğinizde , gidilebilecek tek yer. Ve oksijenin ciğerlerinize dolduğu ânı hissetmek, o daha da güzel…
Üstelik imkansız bir aşka imzasını da atmış bir yer. Elbetteki Canan Tan ‘ın kitabından bahsediyorum. “Yüreğim seni çok sevdi” derken , bu aşk hikayesi boğazımda bir şeylerin düğümlendiğini hissettirmişti...
5 Nisan 2009 Pazar
Bir kibrit atasım var...
Şu aralar eve , içindekilere , her ama her şeye bir kibrit atıp , dönüp arkamı gidesim var. “Vayyy bu kadar ciddi demek” demeyin. Birikim belki de ,hep aynı şeyleri , aynı şekilde düzenliyor olmaktan , üzerine ilaveler yapmaktan , her köşedeki fazlalıktan içime fenalıklar geldi. Yok , öyle fazlalık diyince sağda solda duran gereksiz dağınık eşyalardan bahsetmiyorum , aksine düzeni severim , düzenliyimdir . Ama hani vardır ya düzensizliğin bile bir düzeni vardır bazen , aynen böyle oluyor işte. Ayrıntıya baktığım zaman da, hepsini atasım geliyor . Yok yok yakasım... Zaten uzun zamandır bende bir rahatlık hakim . Banane ne olursa olsun , boşver bu kez de dağınık olsun , biraz da tozlu olsun umurumda bile değil diyebiliyorum. İçimden hiç bir şekilde düzenlemek gelmiyor. Çünkü sonu yok , hep benden gideceğine vazgeçmeyi öğrendim galiba. Ay dağıldı , ay pislendi , ay şöyle , ay böyle demek , artık o kadar yoruyor ki . Ve hayatın sadece bundan ibaret olmadığını artık biliyorum . Bıraktım evet gerçekten bıraktım pek çok şeyi. Bu şekilde bir süre rahat ediyorum sonra sinirime iyice dokununca yeniden başlıyorum. Ama bu kezde birkaç gün paranoyak modunda gezip aman dikkat , yapma , etme diyerek geçiyor , sonra yeniden amannnn diyebiliyorum. Ohh kendimi bir güzel şikayet edip ortaya koydum . Acaba bu kibrit atmanın arkasında , yeni bir şeyler istiyor olabilir miyim ? Hiç kuşkum yok yakarım …
3 Nisan 2009 Cuma
Bayan *pimpirik*...
Pimpirikli arkadaşlarınız var mıdır ? Her şeyi ama herşeyi kendine dert eden , ilgisiz olayları birbirine bağlayan ve üzerine mâl eden kişiler... Sizlerin var mıdır bilemem ama benim böyle bir arkadaşım vardı. Şu an arkasından konuşuyormuş gibi görünsem de, yüzüne çok söylemişimdir. O yüzden içim rahat. Bütün bir gün , hafta , hatta aylarca bık bık bık başımı yediğini bilirim. Neden olmuş , niçin olmuş , ya olmazsa , ya gelmezse , gidebilir miyim , gelebilir miyim , yetiştirebilir miyim , sorun çıkar mı? gibi gibi her ayrıntıya kadar devam eden sorular dizisi. Birine olumlu cevap versen onu izleyen olumsuz başka bir soru gelirdi ardından. Olumsuz cevap versen bu seferde ben ne yapacağım diye bunalıma girerdi. İki uçlu değnek modeli işte...1 Nisan 2009 Çarşamba
Ben çocukken ...
Sevgili Zuzuların annesine teşekkür ederek , ben çocukken .... demek istiyorum. 
 


