12. Geleneksel Halloween Partimiz
2 gün önce
Mobesa kameralarıyla yapılan çekimler önden değilde,  arkadan yapılsaydı , saniyede ne büyük değişiklik olduğuna kimse inanamazdı. Herkes kameralara yaklaşınca gayet masum , sağdan sağdan sakince gidiyor. Hani neredeyse sol şerit bomboş. Taa kii...
Yeni formalarımız rengarenk oldu. Sağolsun sistem elinden geleni yaptı da , bizde mutlu mesut karşıladık !!! Okul idaresinin öğrencilerle yaptığı oylama sonucunda , erkenden formasız eğitime adım atmış olduk. Neymiş ? Serbestmiş !!!
Yok ben sevmedim bu serbestliği , bu böyle olmaz . Sınıf içinde sürekli bir renk hareketi var, öğrenci mi değil mi ayırt etmek zor. Ve bütün samimiyetimle söylüyorum ki , bazılarını tanımakta güçlük çekiyorum. Şimdiden başladılar bile " Ben yarın şunu giyeceğim. Sen ne giyeceksin hesabı yapmaya. Bu zaten böyle olacaktı ve daha da kötüsü olacak. Hergün değişik değişik giyinip gelenler olacağı gibi , bir süre sonra giydiklerini beğenmeyenler , yenilerini isteyenler , özenenler olacak. Aileye baskı yapacak. Eee maddi imkanı yoksa nereye kadar baskı yapacak ki ? Bu durumda aile de , çocuk da mutsuz olacak. Neymiş ? Serbestmiş !!! 
24 saatlik holter gözetimi sonunda , 2 kez ufak çaplı bir çarpıntı kaydedilmiş. Bu da çok önemli bir durum değilmiş ama bu demek değildir ki herşey çok normal , git istediğini yap , ye , iç . Elbetteki bir takım sınırlamalar getirildi . 
Sonra aşırı stresli ortamlardan da uzak durmalıymışım. İyi ama nasıl ? Bunun için emekli olmam gerekmez mi?   "Kola , cips , kızartmalar , sigara , çikolata yok "dedi. Zaten onu yemem , bunu içmem derken "çikolatada dur" dedim. Diğerlerini aramam bile ama çikolatasız olmaz diyince gülüştük . Eğer çarpıntı devam ederse ritim düzenleyici bir ilaç kullanmam gerekecekmiş ama henüz değil. Konu böylece kapandı ama esas canımı sıkan sonrasıydı. 
Aynı olayı dün gecede hissedince , korkunun ecele faydası yok diyerek doktor arkadaşımı aradım. Önerebileceği bir Kardiolog olup olmadığını sordum. "Hayrola , kime lazım? " dedi. "Bana" dedim. "Çarpıntı beni rahatsız ediyor artık , sıradan birşey değil sık sık tekrarlıyor" der demez hemen EKG çekilmesi için beni acile yönlendirdi.
Bu yazı kendime yaptığım bir uyarı yazısıdır. Son zamanlarda hissettiğim ve sık sık tekrarlanan bu sıkıntının artık ertelenecek birşey olduğunu sanmıyorum ama hala " belki geçer " diye düşünüp işi yavaştan almaya da devam ediyorum. Peki bilmediğimden mi ? Hayır. Ama nedense hep bir bahanem var...
 Bütün dünyaya küstüğümüz , hıçkıra hıçkıra ağladığımız anlar vardır. Suratımız düşmüştür bir kere ve sanki bütün dünyada üzerine düşmüştür. O an herşey kötüdür , berbattır , iğrençtir , herşey ama herşey rahatsız eder. Susmalı , yok olmalıdır... 
Bu yıl farklı bir uygulama ile başladım derslerime. Ve bu uygulamadan çocuklarda ben de inanılmaz bir keyif alıyoruz. O minicik yüreklerdeki heyecanı , o derin sevgiyi , gözlerdeki ışıltıyı görüyorum ya , o an bana gereken herşeyi alıyorum zaten... 
Bitmeyecek bir sevgi bu , bunu görüyorum. Ve herkesde anlasın , görsün istiyorum. O' nu daha iyi tanımaları , daha iyi anlamaları içinde elimden geleni yapmaya çalışıyorum. 
İşte küçük bir anı ; Atatürk bir okula gitmişti. Her zaman olduğu gibi bütün çocuklar etrafını sardı. Hepsi sevinç içinde onu alkışlıyordu. Yalnız küçük bir çocuk bir kenara çekilmiş, ilgisiz gibi duruyordu. Bu durum Atatürk’ün gözünden kaçmadı. Onu yanına çağırdı:
Saat tam 9'u 5 geçiyor. Birdenbire gözleri açılıyor, dikkat ediyorum: Gök mavisi gözlerinde hala bildiğimiz çelik parıltıları ışıldamaktadır. Bir an sert bir hareketle başını sağa çeviriyor. Bana öyle geliyor ki, bu hareketiyle etrafındakilerin şahıslarında ilahı bir aşk ile bağlandığı ve inandığı aziz milletini son defa askerce selamlamaktadır.
Vayy bee, hiçbir şey anlamadan , zaman nasıl da çabuk geçiyor. " Olmuş mu o kadar? " derken şaşkınlığımızı gizleyemiyoruz artık. Hissetmiyoruz çünkü , ne geçen zamanı , ne de olması gerekeni. Çünkü "ruh" bir yerlerde kalıyor , hep o , en çocuksu , en deli haliyle . Ama yine de hep bir adım önde , hep daha olgun olarak... 
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça yaşlı bir kadına rastladı. Atatürk attan inerek bu ihtiyar kadının yanına sokuldu.
Yaz mevsiminin etkisi altından çıkmak istemeyenlerdenim. Hep yaz olsun , hep sıcak olsun , hep bahar havası olsun , kışı özlersem neyim :) Ama mevsimlere direnemeyeceğiminde farkındayım. Zamanı geldi ve Kış sezonu yavaştan açıldı. Artık kalorifer , soba , şöminenin sıcaklığını hissetmeyi , dumanı tüten sıcacık kahve  ve çay hayalleri kurmaya başladım. Yani bana göre kış geldi. Ellerim , ayaklarım ve burnumun ucu daha şimdiden buz gibi ve bu Nisan ayına kadar böyle gider. Sezonu açtım yani...
Tatil yanı güzel ama bayram modu için aynı şeyi diyemeyeceğim. Sevmiyorum o telaşları. O yüzdende hiç birşey yapmadım...
Düşünebiliyor musunuz beni baklava açarken? Yok ama dalga geçmiyorum yani bir zamanlar onuda yapmışlığım vardır ama zamana yenik düşmüş olabilirim :))) Belki sadece Cheese cake yaparım. O da ne zamandır özlediğim bir tat ve oğlumun özel isteği olduğu için...Onun dışında başka hiç birşey yapmayı düşünmüyorum. Diyorum ya , bayram modu bana göre değil. İstediğim tek şey kafamı dinlemek...
Herkes haftada 3 kg vermek , istediği kiloya bir an önce kavuşmak ister. Ama maalesef ki böyle bir şey yok . Olsa da hem doğru değil , hemde sağlıksız ...
Gittim , geldim , gördüm , konuştum , eğlendim , oynadım , düşündüm , yoruldum , yenildim , gerildim , üzüldüm , kızdım , öğrendim , yendim , heyecanladım , hasret giderdim ,  güldüm , sevindim , şaşırdım ...
En olmadık zamanlarda 444' lü çağrı merkezlerinden gelen aramalara " Müsaitim , sizi dinliyorum " dediğiniz anda teslim olursunuz. Bu bazen banka kredisi için  , bazen TTNET , bazen Digitürk , bazen de Turkcell , Avea derken bir sürü yerden gelen çağrılar olabilir. 
Geçenlerde böyle bir görüşme için D-Smart'tan eşimi aramışlar. Kısa sürer diye dinlemeyi kabul etmiş ama kız anlattıkça anlatmış. Bizimkisi bunalmış tabii " Biz televizyonla ilgilenmiyoruz" demiş ama kız pek ikna olmamış , hala bilgi vermeye devam etmiş. Artık o kadar uzatmış ki sonunda eşim dayanamamış " Hanımefendi anlatamıyorum galiba , biz televizyon seyretmiyoruz. Evimde 1990 yılından kalma , 37 ekran bir TV var. D-Smart istemiyorum  " demiş.  
Bugünü Ümit Sayın günü ilan ediyorum. Hem dinleniyorum hemde en sevdiğim şarkılarını dinliyorum. Sürekli hemde sürekli... Arada eşlik ediyorum ama detone olunca hemen susuyorum. Ustaya ayıp olmasın diye :) 
Heyy senn !! Bir türlü adam olamadın gitti. Olamadığın gibi kırdığın kalplerin , dengesiz ve düşüncesiz sözlerinin de haddi hesabı kalmadı. Karşındaki insana , insan gibi davranmayı öğrenemedin. Sözünü dinletmek için de kullandığın ceza yöntemleri çok ilkel. Korkup sessiz kalıp boyun eğeceğimizi sanıyorsun herhalde.  Ama az kaldı , gerçekten çok az kaldı. Zaten herkesi karşına aldın, millet sabrediyor.
" Neydi , neydi  " diye kara kara düşünüp duruyorum. Çoğu zaman yaşadığım bir durumdur aslında ama hala akıllanamadım gitti. Gün içinde ya yaşadığım ya da yaşanmış bazı şeylerden paylaşmak istediklerim oluyor. 
Sonbahar yaprakları nasıl dökülürse , bende aynen öyle dökülüyorum. Vücudumdaki her bir kasın ağrıdığını hissediyorum. Ne kolum kalkıyor , ne başım. Enerjim tükenmiş gibi ve sürekli uyumak yine uyumak istiyorum. 
Zaten daha öncede denemiş ve sevmemiştim. Birkaç gündür bloga bakmadığım için  de , yeni arayüze tam olarak ne zaman geçildiğini bilmiyorum. Sürekli çıkan uyarıyı görsemde , nasıl olsa eskisi gibi bir geçiş vardır diye düşündüğümden önemsememiştim. 
Saat 08:00 itibarıyla tüm öğrenciler ve öğretmenler okullarında hazır bulunup , açılış töreniyle yeni eğitim öğretim yılına başlamış olacak. Zaten bu yazı yayına girdiği sıralarda bende okulda olacağım...
Dünden umutluydum ve neyseki herşey yoluna girdi . İçim biraz daha rahat ama yine de bencillik etmek istemiyorum . Aynı durumda olan o kadar çok arkadaşım var ki , benimle aynı duyguları paylaşıyorlar. Üzgün, mutsuz ve isteksizler... Kiminin ki çözülebiliyorken , kiminin ki çaresiz kalıyor. Ve ister istemez sisteme boyun eğmek , mutsuz bir şekilde göreve devam etmek zorunda kalıyorlar. 
Mutsuzum , bütün heyecanımı kaybettim , umutsuzum. Böyle mi başlamalıyım yepyeni bir döneme ? Böyle mi ? Bir anda hayata küstürdünüz , paramparça ettiniz beni. Ben sisteminizin eksikliklerinizi giderecek bir piyon değilim. Oradan oraya oynamanıza da elimden geldiğince izin vermeyeceğim... 
Bu işler bu zamana bırakılır mıydı bilemem ama tembelliğime denk geldiği kesin. Küçük beyin odasındaki tüm çekmeceler , dolaplar boşaltılıp yeni döneme hazır hale getirildi. Getirildi ama yaşanan kriz anlarını hatırlamak bile istemiyorum. Ne varsa toplanmış , tıkıştırılmış , atsan attırmaz , kalsa işe yaramaz . Aslında bir kibritlik işimiz vardı ya neyse ...
Aylarca yaraları sarılmaya çalışıldı , yok şöyle yardım gitti , yok böyle yardım gitti. Programlar yapıldı , kampanyalar yapıldı derken elbetteki birilerine yardım ulaştı ama çoğu yalanmış maalesef. Depremi yaşayan birinin anlatımları bunlar. Gözlerim yaşlı ,boğazım düğümlü dinledim. Vicdansız insanları bir kez daha anlayamayarak... 
Bıyık altından homur homur bir şeyler anlatıyorsunuz ama hiç birisini anlamıyorum. Hatta hiç kimse anlamıyor. Alt yapısız , hazırlıksız , dinleticilikten tamamen uzak ve sıkıcı yapılan bir işten bu kadarının çıkması bile mucize ya neyse.. 
Zaman hızla akıp gitti de yine anlayamadan iş başı yapma zamanı geldi. Çok değil , 2 gün sonra yani Pazartesi günü ilk sendromumu yaşayacağım . Ama bugün daha Cumartesi ve ben şimdiden erken sendrom yaşıyorum , gerginim...
Boşuna dememişler " Öfkeyle kalkan zararla oturur " diye. Bende öfkem yüzünden zarara sebep olduğumdan hiç sesimi çıkaramadım. Normal şartlarda ortalığı yıkardım ama ...